PERSPEKTİF
ALİ MİDİLLİLİ

GYİAD (Genç Yönetici ve İşadamları Derneği) Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Baraka Danışmanlık Etik Yönetimi ve Kurumsal Yönetişim Danışmanı

 

ETİK LİDERLİK


İnsanların bilgileri çoğaldıkça ve akılları hayat buldukça, neden duyguları azalmakta ve ruhları ölmektedir? Yazar Adnan ERDOĞMUŞ'un 'Outlook Today' adlı makalesinde sormuş olduğu bu soruya iş hayatı açılımında bir cevap bulmaya çalışacağım.

Haftanın beş veya altı günü insanlar iş yerlerine gitmekte ve kendilerine verilen görevleri yerine getirmektedirler. Bunu yaparken yaptıkları işler ile ilgili bilgilerini ve dolayısı ile akıllarını geliştirmektedirler. Ancak, artan bilgileri ve gelişen akıllarına rağmen, bir şekilde duyguları 'körelmekte' ve ruhları 'daralmaktadır'. Bu iş bağımlılığı tutucu bir hale dönüşüp, yaşama alışkanlığına dönüştüğünde, var olmalarının temel sebebi de olmaktadır. Duyguları yaşama ve kullanma becerisini öldüren en büyük düşman alışkanlıklardır.

Bilebileceğiniz gibi, 'önce biz alışkanlıklarımızı oluştururuz, ama sonra alışkanlıklarımız bizi oluşturmaya başlar'. Peki, bu alışkanlıklar değiştirilebilir mi? Burada insanın kendine sorabileceği tek bir soru olmalıdır: Ben kimim? 'Know Thyself', insanın kendini bilmesi ve duygusal farkındalığını anlayabilmesi için gereken en temel taştır. Gelişmiş bir duygusal zeka için, olaylar yaşandıkça duygularının farkında olunması gerekmektedir. Psikologlar bunu, 'metacognition and metamood' olarak adlandırılar. Bir başka deyişle, insanın kendine has bir düşünce yapısının ve yine kendine özel duygularının olduğunun farkında olmasıdır. Bu daha iyiye doğru gidecek bir değişimin başlangıç noktasıdır.

Bir işyerinde, duygularını hiç gösteremeyen ve hatta özel hayatında dahi duygularını ifade edemeyeceğinden şüphelendiğiniz bir lider düşünün. İşini iyi bilen, akıllı biri olmasına rağmen, soğuk, katı, empatiden yoksun ve varlığı işi ile özdeşleşmiş bir kişi olduğunu düşünün. Olağanüstü durumlarda dahi duygularını dile getiremeyen ve kimliği kurum kimliği ile bütünleştirmiş bir tutkun. Kendinin aidiyeti iş kartviziti olan, iş arabası ile statüsünü sergileyen, temsil ettiği iş yerinin gücü ile itibar gören, ve toplum içinde temsil ettiği koltuktan dolayı 'başarı örneği' olarak gösterilen bir adam. Yine psikologların tabiri ile 'alexithymia' sendromunda olan, bir başka deyişle, duygularını kelimelere dökemeyen; duyguların çok yoğun olduğu bir toplum içinde, 'başka bir dünyadan gelmiş' gibi bir hayat sürdüren; duygularının önemini henüz keşfedememiş ve bunları ifade edecek kelimeler bulamayan bir adam.

Böyle bir duygusal düzlük içinde çalışılan bir iş yerinde, yaratıcı fikirlerin oluşması, dayanışmanın artması, takım ruhunun olabilmesi ve başarının sürekli olarak gelmesi mümkün olmayacaktır.

Tek kişilik şirketler için bu çoğu zaman geçerli olmasa bile, pekçok paydaşı olan bir şirkette duygusal zekanın önemi kurumsal başarı için bir temel şarttır. Bu 'gayri resmi' kurum kültürü başarılı olan şirketleri, başarısız olanlardan ayıran en belirgin farktır.

Liderlik, E. ROOSVELT'in de belirtmiş olduğu gibi; 'kendinizi yönetmek için kafanızı, başkalarını yönetmek için kalbinizi kullanmaktır'. Kalbi kullanabilmek ise, duyguların farkında olmak, onların gücünü bilmek ve bir zekaya dönüştürmektir.

Tekrar bir işyeri düşünün, farklı kültürlerden gelen ve bu kimliklerine sahip çıkan, bireysel değerleri olan, duygularını kontrollü bir şekilde ifade edebilen, iş hayatının dışında, dolu dolu bir toplum hayatı olan insanların olduğu bir yer. Kazandığını ve zamanını içinde bulunduğu toplumla paylaşabilen, onları düşünen ve onların yerine kendini koyabilecek empati ve duygusal zekaya sahip olan insanların olduğu bir yer. İnsan olmanın, yardımlaşmanın, vefanın, hoş görünün ve ahlakın değerini bilen adamlar düşünün. Böyle bir yerde kim bulunmak istemez?

Hayatın değerini bilen ve onu dolu dolu yaşayan insanlar çok şanslı insanlardır. Kurbağa misali, 'gökyüzünü kuyunun ağzı sananlar' gibi hayatı sürdürenlerin birgün kuyudan çıkıp, gökyüzünü keşfettiklerini düşünün.

Etik danışmanı olarak yaptığım çalışmalarımda gözlemlediğim, farklı 'gayri resmi' yapıları olan kurumsal kültürlerin, neden ve nasıl oluştuğunu, başarılı kurumların diğerlerine nazaran nasıl bu ortamı yarattıklarını, bireysel bazdaki duygusal zeka farklılıklarının kurum kültürüne yansıması olarak açıklayabilirim. Bireysel duygusal zekada olan farklılıklar, o kurumları hem etik davranma, hem iyi yönetilme, hem toplumsal sorumluluk alma, hemde sürdürülebilir büyümeye sahip çıkma konularında ön plana çıkararak başarılarının sürekli ve tutarlı olmasında temel bir rol oynamaktadırlar.

Kurumsal kültür, bireyleri duygusal zekalarını kullanmayı teşvik etmeli ve hiçbir zaman insanların kendi alt kimliklerinin ve toplumsal değerlerin önüne geçmemelidir. Kendi kimliklerini, duyguları ile ifade edemeyen ve bu duyguları kullanamayan insanlar birer 'robot' olmaya mahkumdurlar.

Sonuç olarak, insanlar akılları ve ruhları ile, toplumları ve kurumları yaratmakta ve bunları yönlendirmektedirler. 'Robotlaşmış' bir toplumda yaşamamak için, insanların duygusal ruh zenginliği mutlaka geliştirilmeli ve bu duygusal zeka farklılığı kurum ortamına mutlaka yansıtılmalıdır. Toplumların ve kurumların duygusal zeka boyutunda ilerlemesi hem toplumsal, hem de kurumsal gelişimin ve başarının anahtarıdır.






# # # # # # # #