TANIL KÜÇÜK
(ISO) İstanbul Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı
Chairman of Board of ISO (Istanbul Chamber of Industry)


TÜRKİYE EKONOMİSİ, KENDİNE HAS TEPKİLERİ OLAN BİR EKONOMİ HALİNE GELMİŞTİR


Ekonomide, Nisan ayı ile birlikte ortaya çıkan iyimser hava, artarak devam ediyor. Yıl sonu itibariyle, 2003 için öngörülen enflasyon hedefine yaklaşılacağı ve büyüme hedeflerinin yakalanacağı tahmin ediliyor. Üretim ve ihracattaki artış sürüyor.

İyimserlik, işletmelerin beklentilerine de yansımış bulunuyor. Her ay uyguladığımız, Meslek Komiteleri Durum Tespit Anketimiz, iyimser beklentilerin, korunduğunu gösteriyor.

Merkez Bankası'nın hazırladığı, Reel Kesim Güven Endeksi, Mayıs ayında, son bir yıldaki en yüksek seviyeye çıkmış bulunuyor. Bütün bunlar, reel sektörün atılım yapmaya, büyümeye, ne kadar hazır ve istekli olduğunu göstermektedir.

Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından açıklanan verilere göre, 2003'ün ilk çeyreğinde, sanayi sektörü, geçen yılın aynı dönemine göre %8.3, imalat sanayi ise %9.4 büyümüştür.

İlk üç aya ait veriler, oldukça olumlu. Ancak, hatırlanacağı üzere, 2002 Martında, sanayi üretimi %19 büyümüş ve iyiye doğru gidişin başlangıç noktası olmuştu. Takip eden aylarda da, sanayide oldukça yüksek büyüme oranları elde edilmişti. 2002'deki bu durum nedeniyle, 2003'te, Mart ayından itibaren, sanayi üretiminde yüksek büyüme oranları elde edilmesinin, zorlaşacağını söylemiştik.

2003 Mart ve Nisan'ına ait veriler, düşüncemizde haklı olduğumuzu göstermektedir. Sanayi 2002 Mart'ında, %19 büyürken, 2003 Mart'ında %6.1 büyümüştür.

2002 Nisan'ındaki 14.4'lük büyümeye karşılık, beklentilerin hızla iyiye döndüğü 2003 Nisan'ında sanayideki büyüme %4.2 olmuştur. Görüldüğü gibi oran küçülmüş, ama hedeflenen büyüme devam etmektedir.

İhracatta, 2002'de görülen olumlu performans, 2003 yılında da devam etmektedir. 2003'ün ilk dört ayında ihracat, dolar bazında %30.6 oranında artmıştır.

Ancak, oldukça büyük görünen bu artışın arka planında, doların değer kaybetmesinin etkili olduğu, gözden kaçırılmamalıdır. İhracattaki gerçek artış, dolar bazında görülen artıştan, daha azdır. Bunun ilk işaretlerini, DİE'nin ilk iki aylık ihracat - miktar endeksinde görebiliyoruz. İhracat, dolar bazında, %21.1 artış gösterirken, miktar olarak %16.4 oranında artmıştır.

Öte yandan TL'nin değer kazanması nedeniyle, ithalat ucuzlamaya devam etmektedir. Tüketim malları ithalatında, artış görülmektedir.

İç piyasa ihtiyacının, üretim yerine, ithalat ile karşılanma eğilimine girilmesi, büyümeyi, istihdamı, ve rekabet gücünü, olumsuz etkileyebilecek ve dikkatle izlenmesi gereken bir gelişmedir.

Cari İşlemler Dengesi'ndeki sorun, devam etmektedir. Son açıklanan verilere göre, 2003 Ocak-Nisan döneminde, açık, 3 milyar doları bulmuştur.

Bu yıl, belki büyük bir sorun yaşanmayabilir ama, yoğun borç ödemelerinin olduğu, 2004-2005 döneminde olumsuzluklara yol açmaması için, cari açığın dikkatle izlenmesi gerekmektedir. ‚eyrek yüzyıllık kronik yüksek enflasyon ve kötü yönetim, Türkiye ekonomisini, kendine has tepkileri olan bir ekonomi haline getirmiştir. İyimserlik ve kötümserlik arasında, ani gel - gitler yaşanmakta, mavi gökyüzü, birden kara bulutlarla dolabilmektedir.

Irak savaşının beklenilenden daha erken bitmesi, iyimserlik için, haklı bir zemin yaratmıştır. Bütün bunların, sanal bir iyileşme olmadığından, ortamın tekrar bozulmayacağından nasıl emin olabiliriz? Kötümser senaryoların önüne, nasıl geçebilir, kalıcı iyileşmeyi, nasıl sağlayabiliriz? Yalnızca 2003'ün değil, 2004 ve 2005'in, sorunsuz geçmesini sağlayacak politikaları, bir an önce nasıl hayata geçirebiliriz? Bu kez başarmak zorundayız. Ödenen bedeller, bu kez boşa gitmemelidir!

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, temel sorumluluk, hükümete düşmekle birlikte, tek başına hükümetin çabası yeterli değildir. Bu süreçte, tüm kesimlere, görev ve sorumluluk düşmektedir.

Verimlilik ve etkinlik temelinde, yeniden yapılanmaya, kuşkusuz ki, en çok kamuda ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak, hepimiz kendimizi gözden geçirmek, alışkanlıklarımızı sorgulamak durumundayız. Ülkeyi, daha iyiye ancak böyle taşıyabiliriz. İstanbul Sanayi Odası olarak, ülkenin başarıyı yakalayabilmesi için, daha fazla çaba harcamamız gerektiğine inanmakta ve bu yönde çalışmaktayız.

Ülke olarak, en önemli hedefimiz, krizlerle kesintiye uğramadan, sürekli ve sağlıklı bir şekilde büyümek olmalıdır. Araştırmalar, Türkiye'nin, her yıl %6-7 oranında, büyüme potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir.

Ne yazık ki, ülkemiz, son yıllarda, üç yıl üst üste büyümeyi başaramamıştır. Büyüdüğümüz yılları, krizler ve küçülme dönemleri takip etmiştir.

Reel sektör yatırım yapmaya hazır ve istekli olduğunu göstermektedir. Son dönemlerde, üretimdeki artış, esas olarak mevcut kapasitelerin kullanılmasıyla sağlanmıştır.

Ancak, sürdürülebilir büyüme için yatırımlarımızı artırmak zorundayız. Burada hükümete düşen görev, yatırım ortamını tesis etmektir. Mevcut atıl kapasiteleri harekete geçirerek, 2003 için öngörülen büyüme oranını yakalamak, belki mümkün olacaktır.

Ama, 2003'ten sonraki yıllarda, bu şans yoktur. Mutlaka yeni yatırımların gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

Yatırımlar artmadan, Türkiye'nin kanayan yarası haline gelen işsizlik sorunun çözülmesine de, imkan yoktur. Ekonomi, 2002'de %7.8 oranında büyümüş ve büyüme 2003'te de devam etmekte olmasına rağmen, bu süre içinde, istihdamda bir iyileşme görülmemiştir. Aksine, 2003 yılının ilk üç ayında, geçen yılın aynı döneminde, 2 milyon 531 bin kişi olan açık işsiz sayısı, 2003'ün aynı döneminde, %12.4 artarak, 2 milyon 844 bin kişiye ulaşmıştır. İstihdamda bir artış sağlanamamasına rağmen, mevcut atıl kapasiteler kullanılarak, sağlanan büyüme bir anlamda verimlilikteki artışı göstermektedir.

Bu sanayiimiz adına olumlu bir gelişmedir. Ancak istihdam sorununu, çözmemektedir. İstihdam sorununun çözümü, yeni yatırımlardadır. İşte burada, hükümetimizin yatırım ortamının iyileştirilmesinde üzerine düşen görev, açıkça ortaya çıkmaktadır. Sürdürülebilir büyümenin sağlanmasında, yatırımların artması ve işsizliğin önlenmesi büyük önem taşımaktadır. Ancak yatırımlarda, istihdam yaratma yeteneği yüksek ve aynı zamanda, verimli sektörlere odaklanılması gerekmektedir. Uzun vadeli bir sanayi stratejisi çerçevesinde, bu sektörlerin, hangileri olduğu, objektif kriterlerle belirlenmelidir. Türkiye, öncelikli sektörlerini, vakit kaybetmeden tesbit etmelidir.

2003'ün ilk beş ayında, teşviğe bağlanmış yatırımlarda, geçen yılın aynı dönemine göre, reel olarak, %158.8 oranında bir artış olması, kanaatimizce, ilk yarıdaki en sevindirici gelişmelerden biridir.

Zira, teşviğe bağlı yatırımlar, 1995 yılından bu yana, sürekli olarak gerilemekteydi.

Daha da sevindirici olanı, bu yatırımlar içinde, imalat sanayi yatırımlarının da, 2002 yılı ilk yarısına göre, reel olarak, %85.2 oranında artmış olmasıdır. Ancak bütün bu olumlu gelişmeye rağmen, 2002 yılının, yatırımlar yönünden, çok olumsuz bir yıl olduğu, göz ardı edilmemelidir. Ümit ediyoruz ki, ilk yarıdaki bu olumlu gelişme, 2003'ün ikinci yarısında da devam edecektir. Yatırım ortamını iyileştirmeye yönelik adımlar, mutlaka hızlandırılarak atılmalıdır.

Yine ümit ediyoruz ki, ikinci yarıda, bu yatırım eğiliminin, biraz önce söylediğimiz gibi, istihdam yeteneği ve verimliliği yüksek sektörlere yönlendirilmesini sağlayacak, düzenlemeler de, gündeme gelecektir. 2003 için öngörülen büyümenin anahtarı, geçen yıl olduğu gibi ihracat, olacaktır. Zira, bir miktar kıpırdanma olsa da, iç talepte, yeterli düzeyde canlanma, hala söz konusu değildir. İhracatta, ilk yarıdaki performansın, ikinci yarıda da devam etmesi için, sanayimizin rekabet gücünü artırmaya yönelik uygulamalar, gündeme gelmelidir.

Girdi maliyetlerinin, uluslararası rakiplerimizle eşit düzeylere çekilmesi konusunda, ne yazık ki, henüz somut bir gelişme yoktur. Enerji fiyatlarında indirime yönelik tam bir adım henüz atılmamıştır. Buna karşılık enerji fiyatlarındaki kalıcı indirimlerin, ancak paralel rekabet koşullarının oluşturulmasıyla mümkün olduğunu bilmek ve bunun da, enerji sektöründe üretim ve dağıtımın, özelleştirilmesine bağlı olduğunu kabul etmek gerekir.

Yapılan anlaşmaları sorgulayarak, enerji fiyatlarını, kaynağında indirmeyi amaçlayan girişimler, umarız ivedilikle sonuçlandırılır. Öte yandan, Türkiye hala, OECD ülkeleri arasında istihdam üzerindeki, en yüksek prim ve vergi yükünün olduğu ülke konumunu sürdürmektedir.

Üstelik bu yük, artmaya devam etmektedir. SSK primine esas kazanç sınırları, 1 Temmuz 2003 tarihinden itibaren, yeniden %16.5 oranında artmıştır.

Bu konularda, acil bazı düzenlemeler yapılarak, girdi maliyetlerinin aşağı çekilmesi, ihracatçı sanayici açısından doğan sıkıntıları bir miktar hafifletecektir.

Ayrıca, kurlardaki aşırı boyutlardaki dalgalanmaların önüne geçecek, alternatif sistemler üzerinde de düşünülmelidir. Daha iyiyi bulmaya yönelik arayışlara, açık olmak durumundayız.

Çözüm getirmekte zorlandığımız, yapısal sorunlarımızdan kaynaklanan yaralar, yılın ilk yarısında da kanamaya devam etmiştir. 2003 yılı ilk beş aylık konsolide bütçe gerçekleşmelerine göre, vergi gelirleri, borç faizlerini ödemeye yetmemektedir. İlk beş ayda, 30.7 katrilyon vergi gelirine karşılık, 31.2 katrilyon faiz ödemesi gerçekleşmiştir. Anapara ödemeleri bir tarafa, Türkiye, borcun faizini ödeyebilmek için, borçlanmak zorunda kalmaktadır.

İlk beş ay sonunda, konsolide bütçede, sosyal güvenlik sistemine yapılan transferler, geçen yılın aynı dönemine göre, %47.5 oranında artarak, 7 katrilyonu bulmuştur.

Faiz ödemelerinde bir rahatlama sağlansa bile, önlem alınmadığı takdirde, sosyal güvenlik açıkları nedeniyle, kamunun borçlanma ihtiyacı aynı şiddette devam edecektir. Kanamaya devam eden yapısal sorunları, köklü yapısal değişimlerle çözmekten başka yol yoktur. Sosyal güvenlik sistemini, verimlilik ve finansal sürdürülebilirlik temelinde, yeniden yapılandırmak, artık kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu alanda başlatılan çalışmalar, kararlılıkla ve hızlandırılarak devam ettirilmelidir. SSK ve BAĞKUR'a olan prim borçlarının, yeniden yapılandırılması, olumlu bir gelişme olsa da, kalıcı çözüm, primlerin ve prime esas kazanç miktarlarının, taşınabilir düzeylere indirilmesidir.

Bu tür önlemler, hastayı biraz daha uzun süre yaşatmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Sosyal güvenlik sisteminin, etkin işlememesi, yalnızca Türkiye'nin sorunu değildir.

Aday olduğumuz Avrupa Birliği'ndeki ülkelerde de, sosyal güvenlik sistemleri, zor bir sınavdan geçmektedir.

Üye ülkeler, Avrupa Birliği'nin belirlediği ilkeler doğrultusunda, kendi gerçeklerine uygun, reform programları başlatmaktadırlar. Türkiye bu yeni reform sürecini ve uygulamalarını, yakından izlemelidir.

Hem bu yılın başarıyla tamamlanması, hem de sürdürülebilir bir büyüme ortamının yaratılmasında, reel sektör için, yeterli finansman imkanının yaratılması, büyük önem taşımaktadır.

Bankalar, hala gerçek anlamda bankacılık yapar hale gelememişlerdir. Hala, devletin borçlanmasına aracılık etmeye devam etmektedirler. Mayıs sonu itibariyle, 126.1 katrilyon TL mevduat toplayan bankalar, bunun, 83.3 katrilyonunu devlete kullandırmışlardır. Aynı zamanda, bu eğilim yılbaşından bu yana artarak devam etmektedir. Yapısal reformlar yapılarak, kamuda verimlilik ve etkinlik sağlanmadığı sürece, reel sektörün ve mali sektörün, sağlıklı işleyen bir yapıya kavuşması, mümkün değildir. Özelleştirmenin tamamlanması, bu anlamdaki en önemli adımlardan birisidir. Maalesef, Türkiye bu konuda başarılı olamamış, özelleştirmeden istenilen verim alınamamıştır.

Satıp kurtulmayı çağrıştıran yaklaşım, terk edilmelidir. Özelleştirme, bu tesislerin, üretime ve istihdama katkılarının devamını temin edecek, dünyadaki başarılı örneklerde olduğu gibi, bir strateji çerçevesinde gerçekleştirilmelidir.

İmalat sanayi, kapasite kullanım oranlarını artırarak, var gücüyle üretime devam etmektedir. Üretimin bu çabası ve başarısı, kalıcı iyileşme için son derece olumlu bir zemin yaratmaktadır.

Şimdi bütün mesele, bu süreci gerekli yapısal reformlarla desteklemek, tamamlamaktır. Reformlar, büyümeyi daha da canlandıracaktır.

Sağlanan güven ve istikrar ortamının, korunması, son derece önemlidir. Avrupa Birliği'ne tam üyelik hedefi doğrultusunda, Altıncı Uyum Paketi için yapılan çalışmalar, güveni artırıcı bir gelişme olmuştur. IMF ile üzerinde uzlaşılan yapısal reformlar gerçekleştirilerek, gözden geçirmelerin, sorunsuz bir şekilde ve zamanında tamamlanması, güveni pekiştirecek önemli bir unsur olacaktır.

Tedbirlerin zamanında alınması, sonbahar aylarında ekonomide olumsuzluklar yaşanacağı iddialarını boşa çıkaracak ve mevcut iyimser hava, daha da iyiye gidecektir. Mali disiplinin korunması, faiz dışı fazla hedefinden sapılmaması, enflasyonla mücadeleye devam edilmesi, devletin borçlanma ihtiyacının azaltılması, Türkiye'nin ödün vermeden takip etmesi gereken hedefleridir.

Türkiye, kalıcı iyileşme için tarihi bir fırsat yakalamıştır. Yeter ki, bu süreçte, hızlı karar alıp, doğru iş yapmayı becerelim. Her gün, bir gün önceye göre, daha fazla ne yapabiliriz diye düşünelim, yaptıklarımızla yetinmeyelim.

Türkiye'yi aydınlık yarınlara taşıyalım.



THE TURKISH ECONOMY HAS BECOME AN ECONOMY WITH UNIQUE REACTIONS


Chronic inflation and bad management has made the Turkish economy an economy with unique reactions. A series of measures are needed to solve the problems of our economy: The public sector should be restructured on the basis of efficiency and effectiveness. Our most important target must be to ensure uninterrupted growth. In fact, research shows that Turkey has the potential of growing by 6-7% each year. What the government needs to do is to create a favorable investment environment in order to boost growth. Without increasing investments, unemployment cannot be solved, either. Meanwhile, exports should continue to reflect positive figures and in order to sustain the favorable situation in exports, our industry needs to become more competitive. The social security system is another area that requires measures: It has become inevitable to restructure the social security system in the light of efficiency and financial sustainability. Structural reforms are in fact needed in many other areas as well. Reforms would ensure sound functioning of both the real and financial sectors. Finally, it is of utmost importance for our country to maintain the confidence and stability environment that has already been created.



# # # # # # # #