KEMAL KÖPRÜLÜ
ARI HAREKETİ Genel Koordinatörü
ARI MOVEMENT General Coordinator


IRAK HAREKATI VE DEVLETLERARASI İLİŞKİLERDE SİVİL TOPLUMUN GÜCÜ


Irak'da Saddam Hüseyin'i devirmeye yönelik ABD ve İngiltere'nin başını çektiği harekat dünya tarihindeki önemli yerini almış durumda. Bu harekat, 11 Eylül sonrası büyük bir paradigma değişikliğine giden ve yeni bir dünya kurmaya niyetli olan ABD'nin bu doğrultuda Afganistan Harekatı'nı saymazsak attığı ilk ciddi adım olarak kabul edilebilir.

Irak Harekatı'nın politik, jeo-stratejik, ekonomik boyutları; yeni paradigma içinde sadece Ortadoğu'yu değil tüm dünyayı değiştirecek bir takım gelişmelerin ilk aşaması olup olmadığı çok tartışıldı ve hala tartışılıyor. Özellikle Irak'ın ekonomik, politik ve sosyal olarak yeniden inşa edilme sürecinde bu tartışmaların yoğunlaşacağı bekleniyor. Irak Harekatı ile ilgili yapıla gelen tartışmalarda gözden kaçan bir kavram mevcut: Sivil Toplum...

Harekat sırasında ve sonrasında meydana gelen yoğun tartışmalar içinde unutulan ya da çok az yer alan sivil toplum, Irak'taki savaşının hemen öncesinde ve savaş sırasında sadece gerçekleştirilen gösterilerin haber niteliğine bağlı olarak kamuoyunun gündeminde yer aldı.

Dünyanın hemen her yerinde örgütlü ya da örgütsüz geniş kitleler sivil toplumun, sivil inisiyatifin sesini duyuran gösteriler yaptılar; kampanyalar düzenlediler. Kimi zaman bu sivil girişimler küresel düzeyde, uluslararası-uluslarüstü bir nitelik kazandı. Kamuoyunun büyük oranda gözden kaçırdığı nokta Irak Savaşı'nın sivil toplumun sadece yerel-ulusal değil uluslararası düzeyde de küresel bir güç olmaya başladığının bir göstergesi olduğuydu. Sivil toplumun NGO'lar, düşünce üretim kuruluşları, sivil inisiyatifler gibi çeşitli kurumlar aracılığıyla bir politik ve ekonomik güç olarak ortaya çıkması ve karar alma süreçlerinde etkin bir rol almaya başlaması 1980'ler ile ortaya çıkan bir fenomen aslında. Sivil toplum kurumları hakkındaki, özellikle Anglo-Saxon literatüründe, temel görüş bunların küreselleşme ile zemin kaybetmeye başlayan ulus-devlerin boşalttıkları alanları doldurdukları ve özellikle yine bu dönemde belirginleşmeye başlayan kimlik politikası (identity-politics) doğrultusunda ulus-devlet ile birey arasında ikincisi lehine bir köprü vazifesi gördükleriydi.

Bunlara ek olarak sivil toplum 1990'lar ile birlikte çeşitli boyutlarıyla tartışılan; yeni toplumun ve yeni politikanın ihtiyaçlarına cevap veremediği düşünülen temsili demokrasinin alternatifi olarak gündeme gelen ve sadece yeni bir demokratik anlayışı değil; aynı zamanda yeni bir toplumsal model ortaya koyan katılımcı demokrasinin en önemli aracı olarak da algılanmaya başlandı. Sivil toplumun küreselleşme içindeki konumu da bu dönemde büyük önem kazanmaya başladı. Küreselleşmenin kültürel ve ekonomik boyutunun yanında bir sivil toplum boyutu olduğu anlaşıldı. Yerel-ulusal düzeyde faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları konu bazında uluslararası işbirlikleri yaptılar; bazı sivil toplum grupları faaliyet alanlarını küresel düzeye yaydılar ve tüm yerküreyi faaliyet alanları olarak belirlediler. Son yirmi yıldır büyük gelişme kaydeden sivil toplumun gücü son zamanlarda çoğunlukla mevcut düzene muhalefet ve büyük toplumsal gösteriler sayesinde hissedilmeye başlandı. Bunların en büyük ve organize olanı hiç şüphe yok ki küreselleşme karşıtı hareketlerdi. Seattle, Prag, Cenova ve son olarak Fransa'nın Evian kasabasında yapılan G-8'ler zirvesinde görüldü ki sivil inisiyatifler tepkilerini gösterme kapasitesine sahipler ve daha da önemlisi küresel anlamda da örgütlenebiliyorlar.

Bu hareketlerin gösterdiği bir nokta da sivil inisiyatiflerin küreselleşmiş olduklarıydı. Anti-küreselleşmeci sivil hareketler bile küreselleşmenin tam içinde, onun sunduğu olanaklardan faydalanıyorlar, o paradigmanın dilini kullanıyorlar.

Irak Harekatı'nda ortaya çıkan sivil tepki de tıpkı anti-küreselleşmeci hareketlerde olduğu gibi muhalif tepkiydi ve yine kendini küresel düzeyde örgütleme yeteneğine sahipti. Neredeyse tamamı savaş karşıtı olan bu sivil inisiyatifler tarihte görülmemiş oranda büyük bir sivil tepki ortaya koydular ve anti-küreselleşmeci ya da çevreci hareketlerden farklı olarak sayısal olarak küçük değil, milyonlarca insanın katıldığı küresel büyük bir gösteri organize etme başarısını gösterdiler.

Irak Harekatı'nda sivil inisiyatiflerin aldığı tavır elbette ki ideolojikti ve bu tavrın doğruluğu da ideolojik olduğu oranda tartışmaya açıktır. Bu anlamda sivil inisiyatiflerin görüşlerine; anti-küreselleşmecilerin ve bazı radikal grupların savaş karşıtı gösterilerde yaptıkları eylem biçimlerine katılmamak olasıdır; fakat bu özellikle Irak Harekatı sırasında sivil toplumun artık küresel bir güç olduğunun inkar edilemez bir gerçek olduğunu değiştirmemektedir. Irak Harekatı sırasında sivil toplum göstermiştir ki sivil toplum uluslararası ilişkilerde ve devletler arası politika da etkin bir güçtür. Bazı yapılan tartışmalarda sivil toplumun yeni bir süper güç olarak dünya sahnesine çıkmaya başladığı ve dengeleri önemli ölçüde etkileyebileceği seslendirilmeye başlandı. Bu görüşler sivil toplumun şu anda sahip olduğu gücü biraz abartmak gibi görünse de yakın gelecekte sivil toplumun uluslararası ilişkileri ve reel dünya politikasını etkileyen güçlerin başında geleceği açıktır.

Küresel bir güç olarak sivil toplumun işlevi gelecekte büyük olacaktır. Her şeyden önce sadece yerel ve ulusal konularla sınırlı olan sivil katılım artık uluslararası konularda da kendini gösterecektir. Başka bir deyişle sivil inisiyatifler sadece yerel ve ulusal düzeyde değil uluslararası konularda da karar alma süreçlerine dahil olabilecekler; karar alıcıların kararlarına doğrudan etki yapabileceklerdir. Sivil toplumun küresel bir güç olarak ortaya çıkması katılımcı demokrasinin küresel düzeyde yaygınlaşmasını da sağlayacak bir potansiyele sahiptir. Temsili demokrasi ile yönetilen devletlerin baş aktör olduğu bir uluslararası politika anlayışı sivil toplumun çabalarıyla yerleşecek olan katılımcı demokrasi ile büyük ve olumlu bir değişikliğe uğrayabilecektir.

Küresel düzeyde güçlenen sivil toplum çeşitli düzeyde işbirliklerine olanak tanıyacaktır ve bu da sivil toplum aracılığıyla küreselleşmenin olumsuz etkilerinin ortadan kalkmasını; küreselleşmenin kazanımlarının tüm uluslar ve toplumlar tarafından paylaşılmasını sağlayabilecektir.

Türkiye'de Sivil Toplum

Türkiye'de sivil toplumun politik ve toplumsal yaşamda güç kazanması 1990'lar ile birlikte gündeme gelmeye başlamıştır. Özellikle 17 Ağustos 1999'da meydana gelen deprem Türk sivil toplumunun toplum gözündeki saygınlığını arttırmış; sivil toplumun gücünü göstermesi açısından önemli bir dönüm noktası olmuştur.

Ünlü Alman Düşünür Jürgen HABERMAS sivil toplumun ancak sosyalleşme, siyasi kültür ve özgürlüğe alışkın bir toplum ve kültürel geleneğin desteğiyle gelişebileceğini belirtir. Türkiye'de sivil toplumun istenilen düzeye gelmesi, HABERMAS'ın vurguladığı noktaların hayata geçmesiyle mümkün olabilecektir. Son bir kaç yılda ülkemizde bu konuda olumlu adımların atıldığı bir gerçektir, ancak daha yapılacak pek çok şey olduğunu da kabul etmek gerekmektedir. Ülkemiz sivil toplum örgütleri, gelişim ve kurumsallaşma sürecini yaşamakta; özellikle eğitim, sağlık, çevre, kalkınma gibi alanlarda konu bazında faaliyetlerle Anadolu nezdinde saygınlık ve ivme kazanmaktadır. Bir toplumun iyi yönetilmesi ancak siyasete katılan bir sivil toplum ile demokratik bir devlet sistemi arasındaki sağlıklı iletişim ile doğru orantılıdır. Önemli bir mesafe katetmesine rağmen Türkiye'de sivil toplum bugün itibariyle hala istenilen düzeyde değildir ve hala siyasi karar mekanizmalarına olması gerektiği kadar katkıda bulunamamaktadır. Hukuki alanda Anayasa'nın 1995 yılında bu konuda daha serbest bir ortam yaratacak şekilde değiştirilmesi ve Avrupa Birliği'ne tam üyelik sürecinde gerekli uyum yasalarının çıkarılması sivil toplum için önemli bir ferahlama getirmiştir ama toplumsal ve kültürel alandaki değişim için daha vakit vardır.

Türk sivil toplumu Irak Harekatı sonrasında küresel bir güç olarak kabul edilmeye başlanan uluslararası sivil toplumun bir üyesi olmalıdır. Bu doğrultuda uluslararası ilişkilere büyük önem vermeli; tüm dünyadaki sivil toplum kuruluşlarıyla ortak projeler yapmanın ve çeşitli uluslararası olaylarda birlikte hareket etmenin yollarını aramalıdır. Bu, kısa vadede sadece sivil toplumun değil aynı zamanda Türkiye'nin de işine yaracak önemli bir gelişme olacaktır.

Önümüzdeki günler sivil toplum için büyük fırsatlar yaratacaktır. Sivil toplumun güçlenmesi hem katılımcılığın artmasını sağlayacak hem de sivil inisiyatifin etkisi olduğu alanları genişletecektir. Sivil katılım ve örgütlenmenin kurumsallaşması, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda getireceği katma değerin yanı sıra, sorumluluk ve paylaşım bilincinin yerleşmesi ile sadece yöresel ve bölgesel alanlarda değil tüm dünyada adım adım gelişip yayılacak; ülkeler yanında yerkürenin de yarınını yönlendirmeye talip olmanın ve küresel siyasete katılımın ilk adımını oluşturacaktır.



THE OPERATION IN IRAQ AND THE POWER OF NGOS IN
INTER-GOVERNMENTAL RELATIONS


The recent operation in Iraq once more underlined the significance of the notion of NGOs (non-governmental organizations). Before and during the operations, demonstrations and campaigns by NGOs were held all over the world to protest the operation. Today, NGOs are said to be filling in the void created by the weakening role of nation-states vis-à-vis globalization. In fact, they are deemed to be building a bridge between the nation-state and the individual in favor of the latter. NGOs are also an indispensable instrument in participatory democracies. Meanwhile, the positioning of NGOs within the context of globalization has become even more important in the light of the recent international developments. Globalization is definitely a major factor influencing NGOs' activities. Yet, even those NGOs that have an anti-globalization discourse do make use of the tools and the paradigm of globalization itself. The operation in Iraq showed that NGOs constitute an important power in international relations and inter-governmental politics. Their function as a global force will be a considerable one in the future. In this context, Turkish NGOs should also become a member of international NGOs and should spend efforts to take part in international projects with global NGOs and be active in international events.



# # # # # # # #