RİFAT HİSARCIKLIOĞLU
TOBB - Türkiye Ticaret Sanayi Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği Başkanı
President of TOBB (The Union of Chambers of Commerce, Industry, Maritime Trade and Commodity Exchanges of Turkey)


TARİH STATÜKOYU SAVUNANLARI DEĞİL, DEĞİŞİMİ GERÇEKLEŞTİRENLERİ HATIRLAR


Türk iş aleminin en büyük temsilcisi olan Odalar Birliği'nin tek amacı, Türk halkının demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve rekabetçi piyasa ekonomisini tüm kurum ve kuralları ile tesis ederek, istikrarlı bir güven ortamı içinde muasır medeniyetler seviyesine ulaşmasıdır. Bu yönde atılacak her adımın daima yanında ve destekçisi olacağımızı, buna karşılık aksi yönde yapılacak her hareketin de, tüm gücümüzle karşısında olacağımızdan emin olmalısınız.

Hepimizin şu gerçeğin farkında olduğuna inanıyorum. Mevcut siyasal ve ekonomik sistemimiz, bizi kısır bir döngü içine alarak, aynı sorunlarla oyalamaktadır. Bunun sonucunda da; toplum kesimleri birbiriyle zıtlaşmakta, toplumsal gerginlik artmakta, kültürümüze özgü hoşgörü ortadan kalkmakta ve herkes kendisini kurtarmanın kestirme yollarını aramaktadır.

Böyle bir ortamda gelecekten umudunu kesen genç kuşaklar, iş bulamayan insanlar ve dar gelirli gruplar, ister istemez, antidemokratik sistemler peşinde koşmakta ya da yıkıcı-bölücü faaliyetlerin kucağına itilmektedir.

Mevcut sistem, çözemediği, ertelediği ya da yeni yarattığı sorunların tüm faturasını da, enflasyon ve çeşitli vergiler adı altında, toplumun ve iş aleminin önüne koymaktadır. Bu çarpık siyasal ve ekonomik sistemi düzeltmek için, hayali düzenler ya da yeni sistemler keşfetmeye gerek yoktur. Yapılacak şey çok açıkça bellidir: Hukukun üstünlüğünü, çağdaş demokrasiyi ve rekabetçi piyasa ekonomisini, gerekli tüm kurum ve kuralları ile yerleştirmek ve şeffaflık içinde işletmek zorundayız. Belirttiğim bu çerçeve bizim temel vizyonumuz ve inancımızdır. Hangi hükümet döneminde olursa olsun, doğru bildiğimiz bu gerçeği ifade etmek mecburiyetindeyiz. Ne kimseye yaranmak, ne de kimseye karşı olmak gibi bir duruş içinde değiliz.

Muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak için bu hedefler doğrultusunda adım atanların her zaman yanında, ancak bu yönde adım atmayanların ya da bu hedeflerden sapanların da, daima karşısında olacağımızın bilinmesini isterim. Mevcut ekonomik ortama baktığımızda, sevindirici gelişmeler de görmekteyiz.

Nitekim faiz dışı fazla konusundaki tartışmalara son verilmesi ve özellikle Irak savaşının bitmesinden sonra, "borçların çevrilmesi" konusundaki kuşkular dağılmıştır.

Enflasyon yeniden inişe geçmiş ve yüzde 30'un altına gerilemiştir. Aylık enflasyon, son 18 yılda ilk defa, iki ay üst üste eksi çıkmıştır. Kapasite kullanım oranı yükselmektedir. İlk üç aylık büyüme verileri, ekonomide doğru yolda olduğumuzu, 2001 yılındaki ekonomik krizi atlatmaya başladığımızı göstermektedir. 1998'den beri ilk defa iki yıl üste üste büyüme yaşanmaktadır. Ayrıca bu yılın ilk 3 ayı itibariyle Türkiye, Çin'den sonra dünyanın en hızlı büyüyen ülkesi olmuştur. Bu yılın ilk 6 ayında açılan şirket sayısı, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 15 artarken, kapanan şirket sayısı yüzde 7 azalmıştır. Kur avantajı olmamasına rağmen ihracat artmaya devam etmektedir. Bu da Türk iş aleminin ihracatı, artık bir alternatif olarak değil, kalıcı bir iş alanı olarak benimsediğini göstermektedir.

Ayrıca şunu da unutmamalıyız, sadece kur avantajına dayanan bir ihracat sağlıklı değildir. İhracatımızın yapısı değişmekte ve katma değeri yüksek ürünlere kaymaktadır. Böylece Türkiye, döviz kuruna bağlı ihracata mahkum olmaktan kurtulacaktır. Özel tüketim harcamaları bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 6.5 artmıştır. Diğer taraftan aynı dönemde kamu tüketiminin yüzde 3 azalmış olması da, mali disiplinin sağlanması açısından iyi bir haber olarak görülmektedir. Geçmişte, kamu harcamalarını artırmak suretiyle büyüme yaratmaya alışık olan Türkiye'de, bu kez kamu harcamaları azaldığı halde yüzde 8 oranında bir büyüme yakalanmış olması da, sağlıklı bir gelişmedir.

Sonuç olarak, 2003 yılında büyümenin yüzde 5'i geçmesini bekliyor ve kriz beklentisi içinde olanları sağduyu ile ve bulundukları makamlara yakışır sorumluluk duygusu içinde hareket etmeye davet ediyoruz. Kamuoyunda "krizkolik"lik şeklinde algılanan bu tür yaklaşımlar, insanları tedbir almaya yöneltmek yerine, tedirgin ve huzursuz olmalarına yol açmaktadırlar. Unutmayalım ki, kriz olgusunu kendi kafamızdan atmadığımız sürece, ekonomik krizden kurtulmak mümkün olmaz.

İnsan zihninin düşünme sistemi de, uzun vadede pozitif sonuçlara ulaşmak için, önce pozitif düşünmeye başlanmasını gerektirmektedir. 2003 ilk çeyrek büyümesine ilişkin sonuçlardan çıkan önemli dersler de var.

Birincisi, 2001 sonrasında alınan tedbirlerin, istikrarlı büyümeye katkısı, açık bir biçimde görülmektedir...

İkincisi, kamudaki mali disiplin, ekonomiyi küçültmemekte, aksine istikrarlı büyümeye destek vermektedir.

Üçüncüsü ise, fiyat istikrarı için uğraş veren Merkez Bankası'nın izlediği para politikası, büyümeye olumsuz değil, tersine olumlu katkı sağlamaktadır. Umuyoruz ki hükümetimiz de, bu değişim sürecine ve reformlara sahip çıkacak ve sürdürecektir.

Gördüğünüz gibi, iyimser olmak için epey nedenimiz var. Ancak tüm bu iyimserliğe rağmen, ekonomimizin düzlüğe çıktığını söylemek mümkün değildir.

Elbette ki, krizlerden beli kırılmış ekonomimizin kısa sürede düzelmesini ve birikmiş devasa sorunlarımızın hemen çözülmesini beklemiyoruz. Ancak yaşadığımız krizlerin esas kaynağı olan büyük borç stoku ve bunun sonucu olan yüksek reel faizler olduğu gibi karşımızda durmaktadır.

İç ve dış borçlar, çektiğimiz sıkıntılara karşılık azalacağına, artmaktadır. 2002 yılı sonunda 150 katrilyon TL olan iç borçlar, Haziran ayı başı itibariyle 174 katrilyona yükselmiştir (2002 Mayıs: 123 Ktrl.TL, 1 yılık artış yüzde 42). 2002 sonunda 131 milyar dolar olan kamu ve özel sektörün toplam dış borcu ise, 134 milyar dolara ulaşmıştır. Türk lirası borçların reel faizleri yüzde 20 civarındadır. Bu, hiçbir ekonominin uzun süre taşımayacağı bir yüktür.

Makro ekonomik dengelerde iyileşme gözükmesine rağmen kamu bütçesinde hala bir düzelme sağlanamamıştır. İlk 5 ayda reel bazda bütçe gelirleri yüzde 7 azalırken, giderlerdeki azalma sadece yüzde 3'de kalmıştır.

Bunun sonucunda bütçe açığı daha Mayıs sonunda 22 katrilyon Lira'ya ulaşmıştır. İşte yıllardır Türkiye Ekonomisinin üstüne çöken kabus, bu iki maddede, yani bozuk kamu maliyesi ve bunun sonucu büyüyen borç stokunda düğümlenmektedir. Geçici iyileşmelerle rehavete kapılmamalıyız. Aynı hatalara tekrar tekrar düşmemeliyiz. Bunun örneklerini geçmişte defalarca gördük. Ekonomik büyüme ve kalkınma, destekten ve yardımdan önce, ticaretin ve sanayiinin gelişip büyüyeceği, uygun bir siyasal ve ekonomik ortam ister.

Bu ortamı sağlamak zorundayız. Aksi durumda, bu sistemin çarpıklığının faturası, her seferinde büyüyerek bizim önümüze konulur. Ekonomideki uzun vadeli güven, istikrar ve büyümenin temel şartı, ülkenin her alanında yapısal değişim ve dönüşümün sağlanmasıdır.

Bu çerçevede; siyasi partiler ve seçim kanunlarının demokratik hale getirilmesi, kamu yönetimin etkin, verimli ve hesap verebilir bir yapıya kavuşturulması, yerel yönetimler reformunun gerçekleştirilmesi, kamuyu israfçı yapısından kurtaracak kamu mali yönetimi kanununun çıkarılması, ticari işlemlerin hukuksal çerçevesini düzenleyen ticaret kanununun, çağdaş standartlara kavuşturulması, adalet mekanizmasını hızlı ve hakkaniyete uygun karar üretecek yargı reformunun yapılması, mevzuatın azaltılması ve basitleştirilmesi, vergi yükünü azaltarak tabana yayacak ve enflasyon muhasebesine geçişi sağlayacak tedbirlerin alınması gibi radikal değişikliklerin yapılmaması durumunda, şu an elde ettiğimiz kazanımlar bir geçici bahar havasına dönüşecektir.

Kuşkusuz, büyümeyi hızlandırmak için, doğrudan yabancı yatırımların önündeki bürokratik engellerin kaldırılması, sanayiinin ve özellikle de Kobi'lerin gelişip büyümesi için, bazı özel destek ve teşviklerin sağlanması gerekir.

Ancak unutulmamalıdır ki, teşvikler belli amaçlara yönelik olarak "selektif" yani seçici olmalı ve ekonomide "rekabeti" de bozmamalıdır. Herkese teşvik, kimseyi teşvik etmemek demektir.

Çünkü yaygın ve genel teşvikler "sübvansiyona" dönüşür. Sübvansiyon da, sanayide "afyon" etkisi yaratır, yani uyuşukluğa sevk eder.

Bu bakımdan teşviklerde çok dikkatli olmak zorundayız. Bu noktada Sanayi Envanteri'nin gereği de çok açık ortaya çıkmaktadır. Bir ordu düşünün, savaşa gidiyor ama asker mevcudunun cephanesinin, malzemesinin ne sayısını ne de nerede olduğunu biliyor. Bu envanter yapılmadan, teşviklerin, amacına ulaşması beklenemez.

Sanayi envanteri yapıldıktan sonrada, hangi bölge de, hangi sektörün, ne şekilde teşvik edileceği belirlenmelidir. Öte yandan, Kobi'lerin kronikleşmiş finansal sorunlarına, dikkati tekrar çekmek isterim. Kobi'lerin tek önemli finans Kaynağı olan Türkiye Halk Bankası'nın, özelleştirme süreci hızlanmıştır.

Bu sevindirici bir gelişmedir. Ancak, tüm ülkelerde Kobi'lerin ticari bankalardan kredi bulmada, özellikleri gereği önemli engellerle karşı karşıya olduğu da bilinen bir gerçektir. Bu nedenle, tüm gelişmiş ülkeler kendi koşullarına göre Kobi'lere özgün özel finans kurumları oluşturmaktadırlar. Biz de ABD ve Almanya modellerinden esinlenerek, bir Kobi finans modeli hazırladık. Kobi'lerin tek önemli finans kaynağı olan Halk Bankası'nın, yine Kobi'lere hizmet edecek bir şekilde özelleştirilmesinden yanayız...

Kobi'ler konusunda hükümete bir önerim de; Kosgeb'in yeniden örgütlenmesidir. Bu amaçla, ayrı ayrı bakanlıklara bağlı olan, fakat aynı amaca hizmet eden milli prodüktivite merkezi, ihracatı geliştirme merkezi ve Kosgeb, bu model çerçevesinde birleştirilmelidir. Bu yapılaşma, kamudaki özlediğimiz küçülmenin ve etkin bir kamu yönetimi oluşturmanın da ilk adımı olmalıdır. Türkiye büyümesine rağmen işsizlik sorununu hala çözemiyor çünkü istihdam yaratma kapasitesi en yüksek olan inşaat sektörü canlanmak bir yana, yüzde 17 gibi rekor bir oranda küçülmeye de devam etmektedir. Bugün ülkemizde işsizlik sorununun vahameti konusunda bir görüş birliği sağlanmış görünüyor. Bu yüzden de hükümet, özel inşaat sektörünü ve özellikle de kooperatifleri canlandıracak tedbirleri bir an önce almak durumundadır. İşsizlik sorununun çözümlenmesi için, Türkiye ekonomisinin çok daha hızlı büyümesi ve bunu sürdürmesi gerekiyor. Ancak unutmamalıyız ki, ekonomiyi sağlam bir temele oturtmadan, taşıma suyla hızlı büyüme sağlama telaşı, enflasyonu küçümseyen anlayışla birleşince bugün yaşanan çıkmazın da şartları yaratılmıştır. Tarih bize, enflasyon ile büyüme arasında uzun vadede tersine bir ilişki olduğunu; istikrarlı ve yüksek bir büyüme için mutlaka düşük enflasyon olması gerektiğini göstermektedir. Toplumdan gelen hızlı kalkınma isteklerinin cevabı, istikrardan vazgeçmek olmamalıdır. Bu yüzden de halkı kandırmadan gerçekler anlatılmalıdır.

Son 20 yıla damgasını vuran enflasyonla büyüme telaşının yerine, bu anlayışı geçiremezsek ne işsizlik ne de büyüme sorununu çözemeyiz. Ülkemizin temel eksikliklerinden biri de, strateji üreten bir merkezimizin olmayışıdır. Bu yüzden de hep olayların arkasından gidiyor ve olaylara seyirci kalıyoruz. İşte bu noktadan hareketle TOBB olarak, Amerika'nın başlıca düşünce merkezleri olan "Brookings Institutıon" ve "CSIS" ile ortak çalışmalar başlattık. Kuracağımız bu strateji ve düşünce merkezi sayesinde, TOBB olarak Gerek Avrupa ve gerekse de ABD ile ilişkilerimizin derinleştirilmesi yönünde mevcut çabalara katkıda bulunmayı amaçlıyoruz. Ayrıca ABD ile yetersiz gördüğümüz ticaret hacmimizin artırılmasına destek vermek üzere, Washington'da bir ticaret ve yatırım merkezi açma hazırlıklarımız da son aşamadadır. Irak'a yönelik 13 yıllık ambargo kalkmıştır. 1991'deki Körfez Savaşı Öncesinde Almanya'dan sonra dış ticaretimizde 2. sırada yer alan Irak'la yeniden ticarete başlanacak olması da olumlu bir gelişmedir. Yakın zamanda bu ülke ile serbest hale gelecek ticaretin yeniden gelişmesi için birliğimiz öncü bir rol üstlenmiştir. Bu kapsamda, birliğimiz liderliğinde Habur Sınır Kapısı'nın yap-işlet-devret sistemi ile işletilmesi için teklif veriyoruz. Ayrıca Dereköy, Cilvegözü, Karkamış, Sarp Gümrük Kapıları ile Halkalı Gümrükleri yine yap-işlet-devret formülüyle ve birliğimiz önderliğinde özelleşecektir.

Öte yandan ekonomik sorunları değerlendirme kurulu toplantılarına da devam ediyoruz. Haziran ayında enerji sektöründe yaşanan sıkıntıların görüşüldüğü iki toplantı düzenledik.

Özellikle Kobi'lerimize ilave ve gereksiz yük getirmiş olan, "Elektrik Mühendisi çalıştırma zorunluluğu" toplantıda ele alınmış ve bu konudaki uygulamaya esneklik getirilmiştir. OSB'lerdeki yüzde 5'lik elektrik indiriminin kalkmasına karşılık, serbest tüketici kapsamına giren OSB'lerin, ikili anlaşmalar yaparak daha da avantajlı elektrik temini mümkün olacaktır. Ayrıca yine malumunuz olduğu üzere, elektrik fiyatlarına yapılmış olan zam, birliğimizin yoğun girişimleri sonucunda büyük ölçüde geri alınmış ve doğalgaz fiyatlarında indirime gidilmeye başlanmıştır. TOBB olarak kurmayı düşündüğümüz üniversite ile ilgili kanun Meclis'ten geçmiş ve Cumhurbaşkanı'nca da onaylanmıştır. Üniversitemiz sadece bir yüksek öğrenim kurumu olarak kalmayacak, eksikliğini hep vurguladığımız sanayi-üniversite bağının kurulması için de uğraş verecektir.

Türk iş aleminin en büyük temsilcisi olan Odalar Birliği'nin tek amacı, Türk halkının demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve rekabetçi piyasa ekonomisini tüm kurum ve kuralları ile tesis ederek, istikrarlı bir güven ortamı içinde muasır medeniyetler seviyesine ulaşmasıdır.

Bu yönde atılacak her adımın daima yanında ve destekçisi olacağımızı, buna karşılık aksi yönde yapılacak her hareketin de, tüm gücümüzle karşısında olacağımızdan emin olmalısınız. Biz kurum olarak hiçbir siyasi iktidarın yandaşı olamayız. Çünkü biz sadece Türkiye'nin ve Türk ekonomisinin cefakar neferleriyiz. Bizler aynı zamanda değişimin de öncüleri olmak durumundayız. Şunu unutmayalım ki, tarih statükoyu savunanları değil, değişimi gerçekleştirenleri hatırlar.

Başta cumhuriyetimizin kurucusu olmak üzere, geçmiş 58 hükümetten bugün hangilerini hatırladığımıza bir bakarsak, bu gerçeği daha iyi kavrayacağız. Bugün dünya, doğu-batı arasındaki duvarların yıkılmasından beri yeni bir yapılanmanın sancılarını yaşamaktadır.

Son 10 yılda hızla globalleşen dünyanın global bir gücü mevcuttur. Türkiye'de, askeri, ekonomik ve siyasi olarak, bölgesinin süper gücüdür. Bu konumumuzun farkında olmalıyız. Çevremizdeki olaylara seyirci kalamayız. Bu gücün getirdiği sorumluluk bilinci ile hareket etmeliyiz.



HISTORY REMEMBERS THOSE WHO MAKE CHANGE, NOT THOSE WHO DEFEND THE STATUS QUO


The current political and economic system in Turkey puts the country in a vicious circle and keeps it busy with the same issues. The society and the business world have to pay for the problems created, delayed or not solved by the system in the form of inflation and various taxes. Therefore, the young, the unemployed and the low-income groups lose hope in the future and pursue undemocratic systems. The solution lies in implementing a system where the legal system, modern democracy and competitive market economy are fully functional in a transparent environment.

There are some positive economic developments: The inflation rate is decreasing, the capacity utilization rate is increasing, the growth figures for the first quarter indicate that the economy is on the right track, exports continue to increase, and the country is growing. There are some lessons to be learned from these growth figures. First, the measures taken after 2001 have contributed to a stable growth trend. Second, the financial discipline in the public sector has supported the growth rate. Third, the fiscal policy adopted by the Central Bank to ensure price stability has made a positive contribution to growth.

However, the real reason behind the economic crises Turkey experienced is the public debt stock and high real interest rates. These factors remain valid and Turkey's domestic and foreign debts continue to increase. Turkey needs to make structural reforms and changes in order to ensure confidence, stability and growth in the economy. To reach this objective, the laws on political parties and elections should become more democratic; public administrations should become effective, productive and accountable; the Commercial Code should be modernized; the judicial system should be reformed to make the justice system more speedy and equitable; the tax burden should be decreased and expanded over a larger base; an inflationary accounting system should be adopted.

Moreover, bureaucratic obstacles against foreign direct investments should be removed in order to accelerate growth. Special support programs and incentives should be adopted to ensure the growth of various industries and especially SMEs. However, such incentives should be selective and should not harm competition. An industrial inventory can be created in order to decide which sectors should be given incentives in each region.



# # # # # # # #