AV. TALAT METE

TOPLUMSAL DUYARSIZLIĞIMIZ


Toplumumuzun uzun zamandan bu yana "duyarsızlık" sendromu yaşadığını görmek doğrusu ürküntü verici ve geleceğe ilişkin moral kırıcı. Özellikle 12 Eylül 1980 sonrası, yaratılmak istenen toplumun yavaş yavaş kendini göstermeye başlaması moral bozucu. "Ne me lazımcı", "gemisini kurtaran kaptan", "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" felsefesi toplumumuzun her kesimine hakim olmuş durumda. Tek bireyden, sivil toplum örgütlerine, meslek kuruluşlarından parlamentoya, kadınından erkeğine, her kesim duyarsızlık sendromunu yaşıyor.

Ulusal, sosyal, eğitim, kültür, ekonomi alanlarında yaşadığımız yozlaşmalara toplumsal reaksiyon gösterilememesi, sendromun ne derece ağır olduğunun işaretini vermektedir.

Kuzey Irak'ta ulusal onurumuza ağır saldırı olan Amerikan pervasızlığı karşısında, toplumumuzun suskunluğu ister istemez, kurtuluş savaşımızdaki duyarlı insanlarımızı aratır duruma getirmiştir. Ne oldu Halide ADIVAR'ın torunlarına. O günün koşullarında "ya istiklal ya ölüm diyen" Sultanahmet meydanında toplanan milyonların çocuklarına, torunlarına ne oldu? Topu, tüfeği, mermisi dahi olmadan ölüm bahasına, topyekün ulusal kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesi veren Mustafa KEMAL'in ülkesinin insanları nerede? Nerede onuru kırılan toplum refleksi? Yine Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tepkisi, cılız bir iki yazılı medya tepkisi dışında toplumda tık yok. Ölü toprağı serilmiş gibi. Bu kadar mı günü birlik ve çıkarcı yaşama dalmışız? Yazıklar olsun.... Hani biz çok namuslu, iffetli bir toplumduk. Herkesin, kendisini korumakla yükümlü sayması gereken 13 yaşındaki "N.ç. isimli" kızımıza ahlaksızca, canice tecavüz edenlere karşı toplumsal refleksle, protesto gösteremememiz acaba, gizli bir haz ve zevk almamızdan mı kaynaklanıyor? Nerede çocuk koruma derneklerimiz, nerede çocukları bu yaşlarda olan ailelerimiz, nerede sivil toplum kuruluşlarımız. Nerede?

Yine birkaç cılız basın haberi.

Ankara'da YÖK etrafında fırtınalar kopuyor, ancak konunun ilgilileri öğretim üyeleri ve öğrencilerden hiçbir tepki yok. Sadece YÖK başkanının uyarıcı birkaç konuşması özetle basında satır aralarında. Hiç kimse gelecek için kurulmaya çalışılan gerici tuzakları hissedemiyor. Elbette ki YÖK bu haliyle de çağdışı ve bilimsellikten uzak ancak tuzaksız, bilimsel ağırlıklı bağımsız bir YÖK için çocuklarımız adına çağdaş tepki ve istek neden koyamıyoruz acaba? Sindirilmiş, ilgisiz bir toplum yaratmada bu kadar beceri herhalde bize has bir durum...

Siz özel radyolarda program sunan kadın veya erkek sunucuların Türkçe'lerine hiç dikkat ediyor musunuz? Güzelim dilimizi katleden, bilgisiz ve düzeysiz konuşmaların onları dinleyen çoluk çocuğun üzerindeki etkisini düşünebiliyor musunuz? Hele yarı Türkçe, yarı İngilizce konuşan sözde eğitimlilerimizin kültür yozlaşmasına katkılarını hiç düşündünüz mü? Ekonomik alanda ülkemizde, götüreni! götürdüğünün yanına kar kaldığı ve bu kişilerin toplumumuzun gözünün içine baka baka aynı tantanalı yaşamlarına devam etmelerine hep birlikte seyirci olduğumuz sürece bu işin daha uzun süre devam edeceğini kabul etmek gerekiyor galiba...

Bir şarkıcı çıkmış, karısını dize getiremediği için kocayı yumuşak sayıp bir kalori dahi etmediğini bağıra bağıra söylüyor. Tüm radyolar da bu avazı devamlı yayıyor.

Hem de çoğunluğu hanım sunucularla. Kahkahalarla kadını bu kadar aşağılayan sözde şarkıya ve onu söyleyene tek bir tepki yok. Doğrusu ben bunca yaşıma kadar kadınını bu kadar aşağılayan bir toplum görmedim.

Nerede kadınlarımız, nerede kadın hakları derneklerimiz, nerede mor çatı mensupları. Neredesiniz? Sadece fiziki, yani dayak olursa mı bir iki laf edeceksiniz? Tabi haklısınız ne zaman iki evliliğe topyekün tepki koydunuz ki? Hatta parlamentomuzda bile iki evliler varken, toplumsal refleksle çağdaş protesto koyamadığınız durumda bunu istemek gülünç gelir...

Siz istediğiniz kadar AB uyum paketleri hazırlayınız, omuzlarınız üzerinde, kafa yerine paket taşıyorsanız tüm bu olayları nefretle kınayacağımıza, kim bilir belki de gizli gizli bastırılmış haz duyuyor ve orgazm oluyoruzdur. Kim bilir...

Yönetimlere Duyarsızlık

Toplumsal duyarsızlığımız sadece yukarıda bir kısmını saydığımız konularda değil elbette. Yönetimlere de alabildiğine duyarsız davranıyoruz. Basına sızdığı kadar siyasal partilerimizin içerisinde yakında yapılacak yerel yönetim seçimlerine ilgi yoğun. Bu yoğun ilginin altında bireysel çıkarlar, hesaplar ön planda.

Topluma döndüğümüzde, partilerin içindeki bu yoğun ilgi ve arayışı görememekteyiz. Kendisini yönetmeye seçeceği kişileri tamamen başkalarının iradesine bırakan düşünce, sonradan kafasını taştan taşa vurarak vahlanmayı alışkanlık haline getirmiş bir durumda. Bu tarz davranış alışkanlığı tehlikeli ve ayrı bir sorun olarak duruyor karşımızda.

İşsiz güçsüz, öncesinde neleri başardığı, hangi eserleri ortaya koyduğu belli olmayan, hatta yöneticilik alışkanlıkları ve deneyimleri bulunmayan, sadece birilerinin yönlendirebileceği kişiler, küçük toplum birimlerinde önümüzdeki yerel yönetim seçimlerinde yönetici olarak çıkacaktır karşımıza. Sonrası...

Sonrası aynı senaryo. Yine basından alalım; yolsuzlukları nedeniyle tutuklanan belediye başkanları ve yardakçıları, hortumlanan kamu malları ve vatandaş hakları vs...

Bu senaryoları azaltarak beş yılda bir tamamen gündem dışına atabilmenin şansını iyi kullanmalıyız. Siyasi partilere ve seçim yapılacak yerel toplumlara önemli görev düşmektedir. Partiler yerel halkın eğilimlerini gözlemeli ve nabzını iyi tutmalı, yerel halk da yönetici adaylarını iyi tesbit edip kendi çıkarlarını öne alıp bu adayları dillendirip partilere sunmalıdır. Başkaca demokratik bir yol bilen varsa ayrıca söylesin lütfen...









# # # # # # # #