ALİ MİDİLLİLİ
GYİAD (Genç Yönetici ve İşadamları Derneği) Yüksek İstişare Kurulu Üyesi
Member of GYİAD's High Board of Consultation
(Young Investors and Businessmen Association)


TAM BAĞIMSIZLIK MI, KARŞILIKLI BAĞIMLILIK MI?


Bu sorunun cevabını vermek veya doğru cevabı bulmak Türkiye açısından AB bağlamında çok zor olacaktır. Bunun nedeni ise AB'nin kendi bünyesinde bu soruya net bir cevap vermemesidir.

Avrupa'nın geleceğinin FransızĞAlman ekseninde belirlenmesine, İngiltere Anglo-Saxon yaklaşımı ile karşı çıkmaktadır. AB'nin kuzey eksenini temsil eden İskandinav ülkeler ise, İngiltere'nin çizgisine yakın durmaktadırlar. İngiltere federal bir süper Avrupa devleti inşasına karşı çıkmaktadır. Hükümetler düzeyinde bir işbirliğinin olduğu, ulus-devletlerinin sağlam zeminine basan bir yapıyı desteklemektedir.

AB'nin halka daha yakın, kendini iyi anlatabilen ve hizmet sunabilen bir yapı haline gelmesi, radikal reformlar yapabilen ilerici bir güç olmasını bir ana hedef olarak saptamıştır. Ulus- devlet önceliği çerçevesinde İngiltere merkeziyetçi federal bir devlet yapısına karşı çıkmaktadır. İngiltere, üye ülke hükümetlerinin temsilcilerinden oluşan AB Bakanlar Konseyi'nin yetkilerinin azaltılmasını istemiyor. Böylece yasama yetkilerini Konsey ile paylaşan Avrupa Parlamentosu'nun daha da güçlenmesine ve icra yetkileri olan AB Komisyonu'nun bir Avrupa hükümetine dönüşmesine karşı tavır almaktadır. Bu nedenle, Komisyon başkanının seçimle göreve gelmesini gereksiz bulmakta ve Bakanlar Konseyi içinde oybirliği gerektirmeyen yetki alanlarının genişlemesi eğilimine de destek vermemektedir. Fransa'nın ileri sürdüğü "ulusal devletlerin federasyonu" önerisine karşı ortaya koyduğu İngiltere'nin "ulusal devletlerin birliği" kavramı, AB'yi daha az merkeziyetçi ve esnek yapıda tutmak amacındadır. Bu esnek yaklaşım, dileyen bazı ülkeleri AB içinde bir grup oluşturarak bütünleşme sürecinde daha ileriye gitmesine imkan sağlarken, bu merkezin dışında kalmayı tercih eden ülkeleri de Avrupa Birliği içinde merkezin etrafında muhafaza etme imkanını vermektedir. İngiltere'nin bu yaklaşımı aday ülkelerin katılımını kolaylaştırmaktadır.

Türkiye gibi Kopenhag ve Maastricht Kriterleri bağlamında Avrupa ortalamalarının gerisinde kalmış bir ülkenin İngiltere'nin ulus-devlet birliği modeli içinde, merkez grubun dışında kalarak, üyeliği daha süratle gerçekleşebilecektir. Böyle çoğulcu bir ortamda Türkiye'nin AB içinde daha fazla söz sahibi olması, inanılırlığının ve saygınlığının artması için süratle yapması gereken şey asgari olarak Kopenhag siyasi kıstaslarına uyan bir ülke olmasıdır. Halen demokrasi ve insan hakları konularında ciddi zaafları olan Türkiye, bu şekilde tam üyelik sürecindeki yükümlülüklerini hem AB üye ülkelerine hem de kendi vatandaşlarına karşı yerine getirmiş olacaktır ve burada asıl iade-i itibarı kendi vatandaşlarından alacaktır. Biz bu uyum sürecini AB istiyor diye değil, biz istiyoruz diye tamamlamalıyız. Aslında bütün bu tartışmalar bu noktada kilitlenmektedir. Burada sorulması gereken soru da şu olmalıdır: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak son 20 senedeki "sorumsuz" (hesap vermeyen ve şeffaf olmayan) bir yönetim modeli mi, yoksa "karşılıklı sorumluluklar" üzerine inşa edilmiş bir yönetim modeli mi istiyoruz? Bu yazının başlığını bu şekilde değiştirmenin ve bu açılımla konuyu değerlendirmenin yararı olacağını düşünüyorum. Burada sorumluluk Türkiye'nin hem vatandaşına hemde AB üye ülkelerine karşı olan bir yükümlülüğüdür. Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı, fırsat eşitliği, yolsuzlukların önlenmesi, sosyal güvenceler, gibi önemli konularda kendi vatandaşına karşı sorumluluklarını yerine getirememiş bir ülkenin, bunları AB'nin dayatması olarak gösterip kamuoyunu yanlış yönlendirmesi iyi yönetişim, şeffaflık, hesap verilirlik ve sorumluluk, kavramlarına karşıdır. Küresel boyutta iyi yönetişim (good governance) kavramının talep ettiği ve "best practice" olarak kabul gördüğü bir zamanda, Türkiye'nin sadece kendi imkanları ile evrensel standartlarda bir demokrasi modeli oluşturmasını beklemek veya ümit etmek bir hayal peşinde koşmaktan başka bir şey değildir. Böyle bir dönemde Türkiye'nin siyasi çıkarlardan dolayı, kendi içine kapanmasının götürüsü çok büyük olacaktır ve bunun hesabını da hiçbir siyasetçi, asker veya bürokrat veremeyecektir. çünkü bu Türkiye'nin geleceğinin inşasıdır. Türkiye'nin geleceğini inşa etmeye çalışanlar statükocu düşünceler içinde olmamalıdır.

Geleceği yaşayacak ve yaşatacak olanlar Türkiye'nin genç nüfusudur. Bu nesli temsil eden iş dünyası, siyasetçi, asker bürokrat ve sivil toplum temsilcilerinin görüşleri de çok büyük önem teşkil etmektedir. Vatandaşına daha yakın, kendini daha iyi anlatabilme arzusunda, hizmet vermek içinde görevde bulunan, şeffaf, hesap vermeye hazır, sadece Türkiye değil dünyanın da iyiliği için çalışmak isteyen insanlar Türkiye'yi yönetmedikçe, Türkiye tam bir sorumsuzluk ile yönetilmeye mahkum olacaktır. Karşılıklı sorumluluk ilkesi, evrensel bir yükümlülüktür. Bunu bağımlılık olarak kamuoyuna sunmak, ulusal egemenliğimizin tehdit altına gireceğini savunmak, bu güne kadar gelmiş olan sorumsuz ve ilkesiz bir düzenin devamını istemektir. Artık AB ile ilişkilerimizin gündemini salt kendi iç sorunlarımız ile dolduran bir ülke konumunda olmaktan çıkmalıyız. AB'ye üyeliğin gerektirdiği ortak bilinç, birlikte çalışma ve birlikte yaşama olgusudur. Kendimizi, bu bilinç ile hareket eden üyeliğe aday bir ülke olarak konumlandırmak zorundayız.

Türkiye'nin adaylığının dinamik ve proaktif bir kimliğe büründürülmesi, 2004 öncesinde üyelik müzakerelerinin açılabilmesi için çok önemlidir. Bunun için ülkemizde, AB'nin geleceğinin tartışılması zeminini oluşturabilmeliyiz. Bu, gerek üyelik bilincinin pekiştirilmesi, gerekse Türkiye'nin AB'deki imajı ve AB'nin Türkiye'deki imajı açısından önemli bir adımdır. Önümüzdeki kısa süre içinde bu doğrultudaki değerlendirme yeteneğimiz, AB ile ilişkilerimizdeki üyelik dinamiğini belirleyecek en etken unsur olacaktır.

Avrupa'nın geleceği tartışması aslında Türkiye'nin de geleceği tartışmasıdır.

Avrupa ve Türkiye'nin birbirinden ayrılamaz bir bütün olduğu kabullenilmelidir. AB üyeliğini savunurken aslında bir yandan da demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, güçlü ekonomi, gelir dağılımında eşitlik, refah düzeyinde artış gibi taleplerimizi de beyan etmekteyiz. Bizim için AB bir tercih olmalıdır.

Bu tercihi yaparken de karşılıklı sorumluluk ve yükümlülüklere sahip olmayı AB'ye verilmiş bir taviz olarak değerlendirmemeliyiz. AB üyeliği Türkiye'nin geleceğini ipotek altına almak değildir. Tam tersine, zaten sorumsuz bir yönetim modeli ile ipotek altına alınmaya başlayan geleceğimden, bu ipoteğin kaldırılması için atılacak çok önemli bir adımdır. Geleceğimize Türkiye'nin genç nesli sahip çıkmak zorundadır çünkü bundan en çok etkilenecek olan kesim onlardır. Tam üyelik ulusal egemenliğimizi zedeleyecek ve bağımlılık yaratacak bir konum olarak görülmemeli, mükemmeli isteyen ve daha iyiyi yaşamayı arzulayanların gönüllü ortaklığı olarak değerlendirilmelidir.



FULL INDEPENDENCE OR MUTUAL DEPENDENCE?


It would be very hard for Turkey to find the answer to this question in the context of the European Union (EU). The reason is that the EU has not yet come up with a clear answer, either. For example, the UK, with a prioritized nation-state agenda, objects to the idea of a federal formation within the EU. The UK advocates the notion of "union of nation states" which is in fact a more flexible approach that allows for independent groupings within the EU. That would enable a country like Turkey to have easier access to the Union by way of remaining outside of the central grouping of countries. However, before discussing these issues, we need to first of all answer the following question: As the citizens of the Republic of Turkey, do we want the "unaccountable" model of administration of the last two decades, or would we rather have a model based on "mutual accountabilities"? In this context, Turkey's accountability counts both towards its citizens and the EU. Turkey should be accountable in areas such as democracy, human rights, the rule of law, independence of jurisdiction, equal opportunities, prevention of corruption and social securities. After all, mutual accountability is a universal responsibility.



# # # # # # # #