DR. CAN FUAT GÜRLESEL



EURO KENDİNİ YARATAN EKONOMİYİ YOK EDİYOR!


Avrupa Ekonomik Topluluğu 1987 yılında Avrupa Topluluğu haline dönüştükten sonra, 1989 yılında Doğu Blokunun çökmesinin ardından daha ileri aşamalarda birlikteliği tartışmaya başladı.

Ortadan kalkan iki kutuplu dünya içinde Avrupa uzun vadede global bir oyuncu olabilmek için yeni entegrasyon aşamalarını şekillendirmeye başladı. 1991 yılında alınan Maastricht Kararları ile Avrupa Topluluğu Avrupa Birliği'ne dönüşürken ilk aşamada ekonomik ve parasal birliğin tamamlanması hedeflendi. Siyasi hedefler olarak ise genişleme ve siyasi bütünleşme hedefleri konuldu. Genişleme aşaması sürerken (2004'de 25 üye) çalışmalarını sürdüren Avrupa Konvansiyonu önerileri çerçevesinde 2009 yılında da siyasi birliktelik sağlanmış olacak.

Tekrar ekonomik sürece dönecek olursak; ekonomik ve parasal birliğin sağlanmasında en önemli hedef; birlik içinde o dönemde (1991) Avrupa Para sistemine dahil olan ülkelerden isteyenlerin katılımı ile tek para birimine (euro) geçiş olarak açıklanmıştı. 15 üye ülkeden 12'si aşamalar halinde tek para birimine geçiş hedeflerine katılırken, üç üye ülke (İngiltere, Danimarka, İsveç) euro alanının dışında Avrupa Para sistemi içinde kalmayı tercih etmiştir.

Ancak Maastricht Kararları içinde yer alan ekonomik ve parasal birlik hedefi çerçevesinde uyulması gereken ekonomik kriterler tüm üye ülkeler için (euro alanı içinde olsun olmasın) zorunlu kılınmıştır. Bu kriterlerin temel amacı Avrupa Birliği içinde ekonomi politikaları arasında uyum sağlamak ve böylece tek paraya geçiş için uygun ekonomik çevrenin yaratılması olmuştur. Avrupa Para Sistemi içinde ülke paralarının ağırlıklarının ve kendi aralarında değerlerinin değişmemesi gerekli ve yeterli ekonomik şartlardır. Bunun sağlanması için Maastricht Kriterleri olarak adlandırılan ekonomik göstergelere uyum zorunlu kılınmıştır.

Maastricht Kriterleri; Enflasyon ve faiz oranlarında euro alanı içindeki ülkelerin ortalama göstergeleri ile üye ülkelerin göstergeleri arasındaki fark minimum olacaktır. Kamu borç stokunun milli gelire oranı yüzde 60'ı, bütçe açıklarının GSYİH'ya oranı yüzde 3'ü geçmeyecektir. 1991 yılından itibaren bu hedeflere ulaşmak için ekonomi politikaları değiştirildi ve üye ülkelerin uygulamaya başladığı ekonomi politikaları arasında uyum sağlandı. Böylece tek paraya geçiş için uygun ekonomik şartlar yaratıldı. Bu politika uygulamaları sonucunda Avrupa ekonomik ve parasal birliği tamamlanarak 2000 yılı başında tek para birimi euroya geçildi ve 2002 başından itibaren de ülke para birimleri tedavülden kalkarak euro tedavüle çıktı.

Bu dönemde uygulanan uyumlu politikaların bazıları şunlardı; sıkı para politikası, yüksek faizler, yüksek vergiler, kamu harcamalarının sınırlandırılması, kamu yatırımlarının sınırlandırılması.

Bu ekonomi politikaları sonucu euroya geçiş için uygun şartlar oluştu. Ancak aynı politikalar Avrupa ülkeleri ekonomilerinde ağır hasar yarattı.

Avrupa ekonomileri başta Almanya olmak üzere durgunluk içine girdiler ve resesyon eşiğine geldiler. Son on yılda euroya geçiş için uygun şartlar yaratıldı, ancak bu şartlar Avrupalı yatırımcı ve girişimci için hiç uygun değildi. Avrupa'da özellikle özel sektör yatırımları durdu. Yatırımlar kendi içinde daha liberal pazar olan İngiltere ve İrlanda'ya ve birlik dışına yöneldi. Yüksek vergiler iş dünyasını olumsuz etkiledi. Azalan kamu harcamaları ve yatırımları ekonomiyi soğuttu. Bunların sonucu olarak Avrupa Birliği'nde işsizlik %10'u aştı.

Avrupa Birliği euroya geçti ama euroyu sürekli kılacak ekonomik gücünü kaybetmeye ve adeta euro kendini yaratan ekonomiyi yok etmeye başladı.

Euro'nun değeri ise Avrupa ekonomilerinin şartlarına ters hareket eder hale geldi. çünkü ABD'nin dolar politikası daha etkili olmaktadır. 2002 yılı başında euro dolara karşı 1.17 paritesi ile tedavüle çıkmıştı. Avrupa ekonomileri henüz durgunluk içinde değilken euro dolar karşısında 0.85 paritesine kadar geriledi. Burada etkili olan ABD idi. Asya Pasifik krizi sonrası güçlü dolar politikası uygulayarak ABD satın alma gücünü arttırdı ve global talep yarattı. Ancak ABD çok yüksek cari işlemler açığı verince doların değerini düşürmeye başladı. Dolar durgunluk içinde ve resesyon eşiğinde olan Avrupa'nın para birimi euro karşısında 1.19 paritesine kadar geriledi. Ardından yine ABD'deki ekonomik iyileşme sinyalleri ile dolar Ğ euro paritesi 2003 yılı yaz ortasında tekrar 1.12'ye kadar yükseldi. Dolar Ğ euro paritesi üzerinde etkili olan ABD ve ekonomisidir.

Zayıflayan Avrupa ekonomisine rağmen euro, dolar karşısında ABD'nin konjoktürel zayıf dolar politikası tercihi ile değer kazanabilmektedir. ABD 2003 yılının geri kalanında kendi cari işlemler açığını daraltmak ve AB ekonomilerini canlandırmaya teşvik etmek için yine konjonktürel olarak zayıf dolar politikasını tercih edecektir. Bu da zayıf Avrupa ekonomisine rağmen euronun dolar karşısında değer kazanması anlamına gelmektedir. Ancak zayıf ekonomiye dayalı konjonktürel güçlü euro Avrupa ekonomileri için en önemli tehdit olacaktır.

Avrupa'nın bu süreçten çıkışı birkaç yıl alacaktır. çünkü Avrupa 1991'den bu yana ilk kez böyle bir kriz yaşamaktadır. Ve Maastricht politikaları nedeni ile ekonomiyi bu krizden çıkartmak için ihtiyaç duyulan klasik para ve maliye politikaları da uygulanamamaktadır. Para politikası gevşetilememekte, faiz oranları yeterince indirilememekte, yine vergi yükleri azaltılamazken, ekonomileri canlandırmak için kamu harcamaları arttırılamamaktadır.

Çözüm Avrupa'nın kendi içinde yapısal reformlar yapmasıdır. Bu da zaman alacaktır. Yapısal reformların gecikmesi veya yapılmaması halinde ise euro belki de Avrupa ekonomilerini tamamen yıkmış olabilecektir. Acaba böyle bir tehdit karşısında euro terk edilebilir mi.

Son not; İngiltere, Avrupa'nın bu hastalığından en az etkilenen ülke, çünkü çok liberal piyasaları var, ayrıca euroya geçişte çekingen ve isteksiz. İngiltere galiba Kıta Avrupa'sından daha akıllı tercihlerde bulunmaktadır.



THE EURO IS DISINTEGRATING THE ECONOMY THAT CREATED IT


12 of the 15 members of the European Union have adopted the single currency; the three other countries (UK, Denmark and Sweden) have remained outside the euro zone but in the European monetary system. The member states comply by the Maastricht Criteria which envisage economic and fiscal objectives with the aim of harmonizing the economic policies within the Union. These criteria also aim at minimizing the differences between the average inflation and interest rate indices in the euro zone and the indices in each member state.

During the transition period to the single currency, the member states adopted a tight fiscal policy, high interest rates, high taxes, limitations on public spending and public investments. Although such policies created the necessary conditions for the single currency, they also damaged the economies of these countries significantly. European countries, especially Germany, entered a period of recession. Private sector investments came to a halt and they moved to more liberal markets in the UK, Ireland and outside the Union. High taxes hurt the business world; the deceleration in public spending and investments slowed down the economy. As a result, the unemployment rate in the European Union increased to over 10%. So the Union adopted the euro but the euro started to disintegrate the economy that created it in the first place. Since this is the first crisis of its kind that Europe has experienced since 1991, it will take it a while to overcome it. The classical fiscal and financial policies that are needed to carry the economy out of the crisis cannot be implemented due to the Maastricht Criteria. The Union cannot loosen its tight fiscal policies, decrease the interest rates sufficiently, decrease the tax burden and increase public spending to revitalize the economy. The solution lies in structural reforms in Europe.



# # # # # # # #