STRATEJİ
DR. EROL MÜTERCİMLER

STAM Stratejik Araştırmalar Merkezi Genel Koordinatörü / TGAV Türk Gelecek Araştırma Vakfı Genel Koordinatörü
General Coordinator of STAM and TGAV


Satranç Tahtasında Dama Oynamak


Nereden baktığınıza bağlı olarak adlandırılan Kıbrıs sorunu ya da probleminin anlatımı aslında Türkiye’nin son 50 yıllık tarihinin de analizi demektir. Kıbrıs’ın 6/7 Eylül 1955 olaylarıyla birlikte iç politikada bir provokasyon ve strateji parametresi olacağı ortaya çıkmış aynı zamanda da bu olayın tertipçilerinin ne düşündüğü bilinmez ancak dış politikada da kullanıcılar açısından etkili bir baskı aracı olacağı sonradan anlaşılacaktır.

Bu olay özelinde bakıldığında strateji belirleme bir satranç oyunudur; ya da satranç stratejinin özüdür. Neden? Çünkü satranç hamleler savaşıdır. Stratejiyle taktiğin farklı olgular oluşu burada net biçimde karşımıza çıkmaktadır. Uluslararası ilişkilerde sorun ya da sorunları tartışmak usta satranç oyuncusu yeteneklerine sahip olmayı gerektirir. Eğer bu yeteneklerle donanımlı değilseniz bile eğitimle ve iyi yetişmiş kadroyla "usta müzakerecilere" tartışma masasını dar getirirsiniz. Strateji her zaman atak olmayı anlatmaz yeri geldiğinde çekilmeyi bilmek de bir strateji başarısıdır. Çoğu stratejiye göre de ilkine kıyasla deha olmayı gerekli kılar. İçinde bulunduğumuz sürecin karar alıcı aktörlerin senaryolarının ortaya çıkıp uygulamalarında nelerle karşılaşacağımızın belli olması açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü ortalık, "Kıbrıs’ın satıldığı", "kimin hain olduğu", "hele AB’yle ilişkide yeşil ışık yanmazsa Kıbrıs’ı satanların canlarının fena yanacağı" gibi pek çok doğruluk derecesi ve yanıtı belli olmayan sorulardan geçilmiyor. Her ciddi sorunda olduğu gibi bu konuda da eskilerin deyimiyle ifrat ve tefrite kaçarak tartışıyoruz. TV’lerde boy gösteren kimi konuşmacılar bugünkü AKEL partisini Soğuk Savaş döneminin AKEL’i ile karıştırıyor daha doğrusu hâlâ daha "Moskova"nın güdümünde diyebiliyor! Kilisenin rolünü açıklarken de son iki yıldır, orada dönen yolsuzlukları ve "sex" ilişkilerini ortaya sürüp, artık kilisenin eski gücü yoktur diyebiliyor. Tüm bunlar tezlerini güçlendirmek için söyleniyor ancak kime ne yarar sağlar sorusunu sormaya da gerek görmüyorlar.

Kısacası, ortada olan belge, bilgi, olaylara karşın bilgi kirlenmesini sürdürmeyi de beceriyorlar.

"Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 30. yıldönümü" gerçek anlamda tarihi bir döneme rastladı. İlk olarak; Türkiye’de yoğun tartışmalara neden olan, ABD’nin Irak’a önce, asker gönderin; ardından göndermeyin; istemiyorum (7 Kasım 2003) direktifi, emir ve ricası ile ikincisi; ‘İlerleme Raporu’ sunuşunu yaparken VERHEUGEN’in: "Kıbrıs’ı bilinçli koyduk" yorumu ve AB ‘Kıbrıs şart değil’ güvencesini kaldırdığını ilan edişi (5 Kasım 2003) aynı günlere denk geldi. Bu da gösteriyor ki, Kıbrıs 44 yıl önceki Londra-Zürih antlaşma görüşmelerindeki önemini yine koruyor!

Üçüncü önemli olay da, Kıbrıs’ta seçimler 14 Aralık 2003 tarihinde yapıldı ve sonucunun yorumuna göre, adanın Türk kesimi ikiye ayrılmış durumda ama hangi taraf çoğunluğu oluşturuyor şu anda bilmiyoruz. "Annan Planı" ve AB konusunda bölünmüşlük öyle bir noktaya geldi ki, suçlamalar "hainler" ve "satılmışlar" boyutuna ulaştı! Kuzey Kıbrıs’ta bu gelişmeler olurken AB Komisyonu, "2003 Türkiye İlerleme Raporu’nu" 5 Kasım 2003’te onayladı.

Annan Planı

İlk olarak karışıklığa neden olan ve dördüncüsü açıklanan Annan belgesi üzerinde durmak istiyorum, İlerleme Raporu ve Strateji Belgesi’ne de döneceğim.

Hem Türkiye’de hem de Kıbrıs’ta ikiye bölünmeye neden olan Kıbrıs sorununda uyuşmazlığın giderilmesi amacı ile DENKTAŞ ve KLERIDES’e Kofi ANNAN tarafından sunulan belgede neler var? Türk tarafı için ortaya çıkan büyük sakıncalar neler?

1.Türk tarafının ayrı egemenliği, ayrı bir kimliği bulunmuyor. AB içinde ve uluslararası ilişkilerde, ileride bir sorun çıktığı zaman "ayrılma, bağımsız hareket etme olanağı yok".

2.Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran iki devletten biri olarak tanımlanmamaktadır. "Parça devlet" tanımı ayrı bir kimliği, kurarken bağımsız olan ve tanınmış bir yapılanmayı ortaya koymamaktadır.

3.Mevcut Rum Cumhuriyeti’nin devamı niteliğinde bir yapılanma vardır. Sadece "biçimsel öğelerde" farklılık ifadeleri bulunmasına karşılık, hukuki ve siyasi yapılanmada mevcut Rum Cumhuriyeti’nin devamı olduğu yorumunu güçlendiren bir durum vardır.

4.Orta vadede Rum nüfusun Kuzey’e geçme serbestliği seçme, seçilme haklarının kazanılması, "adanın zamanla Rum çoğunluğun yönetimi altına girmesi sonucunu, kesinlikle doğurmaktadır". Ada, bir Rum adası haline gelecektir.

5.Ortak yönetimde, zamanla Türkler’in haklarının ortadan kalkmasına götürecek bir yapı görülüyor. Türkler Kıbrıs Cumhuriyeti içinde, Rum çoğunluğun kararlarına bağlı hale geleceklerdir.

6.Türkiye’ye verilen güvence boşlukta kalmaktadır. Birleşmiş Milletler askeri gücü, inisiyatifi ele geçirmektedir.

7.Türkiye AB dışında olduğu için, bir süre sonra ada ile Türkiye’nin ilişkisi tamamen kesilmiş olacaktır. Ada, herhangi bir AB bölgesi gibi olacak ve vize ile gidilecektir. Batı Trakya’ya gidildiği gibi.

8.Bölgedeki Rum yerleşimi ve toprak ödünü, Türkler’i coğrafi ve fiili olarak Rum işgali altına sokmaktadır. 70.000 Rum’un Türklerin yaşadığı bölgeye girmesi, orta vadede kesinleşmiş olacaktır. Bırakılacak topraklara da 50-60.000 Rum’un yerleşmesi söz konusudur.

Ana maddeler halinde toplanan bu karşı çıkış şunu ifade ediyor; Kıbrıs Türkler’i herhangi bir azınlık konumuna fiilen gelmiş olacaktır.

O halde Kofi ANNAN belgesi ile ne yapılmak isteniyor?

AB, Soğuk Savaş sonrasında Akdeniz’i kendi iç denizi olarak görmek istiyor. Türkiye’yi ileride de almayacağına göre, "suyu bulandıran bu ülkenin askerlerinin" adadan çekilmesi gerekiyor. Türk askerleri gidince BM askerlerine de gerek kalmayacak: Orası AB toprağı olduğuna göre Alman, Fransız, İtalyan askerleri başta olmak üzere Avrupa Ordusu adaya yerleşmeye başlayacak. Ve böylelikle AB’nin "Kıta Avrupası"da, Doğu Akdeniz’deki stratejik konumunu almış olacak.

Annan Planı’na KKTC muhalefetinin yaklaşımı daha farklı oldu. Onlara göre, Kıbrıs Türk halkının ve Türkiye’nin karşılaştığı en elverişli çözüm planı kaçırılmak üzere. Bu tarihi fırsat heba edilirse bir daha böyle bir olanağın elde edilemeyeceği de neredeyse kesin. Çözümsüzlükten rant elde edenlerin korkulu rüyası haline gelen Annan planı, bu nedenle, yalan yanlış bilgi bombardımanıyla gözlerden düşürülmeye çalışılıyor. Annan Plan’ında asıl tartışmalara neden olan harita konusuydu. Türkler’in şu anda yerleştikleri bölgelerden çıkarılmaları ve arazilerinin küçültülmesiydi. Güzelyurt gibi psikolojik olarak etkisi yüksek bir parçanın da Rum tarafında gösterilmesi tepkilere neden oldu. Ancak, Kıbrıs’taki muhalefetin temsilcileri bunun önemli olmadığını söylüyor.

Her iki taraf da kamuoyuna yanlış bilgi verildiğini, saptırıldığını iddia ediyor. Halbuki Annan planı ortada, sunulan öneriler ortada, yanlış bilgi nerede? Olayın keskin tarafları duygusal bakıştan kendisini kurtaramıyor. Muhalefet daha çok, kin, öfke, nefret ve devletten öç alma duygusuyla hareket ediyor. Karşı taraf ise devlete sahip çıkma adına, ‘yurtseverliği şovenizme’ dönüştürüyor. İşin içine parasal çıkarlar da girince, olan Türk kamuoyuna oluyor.

Asıl bilgi kirletilmesine birkaç örneği ben vereyim; Birincisi, Annan planı bir çok maddesiyle 1960 yılında kurulan sistemden de kötü. Ama unutulmasın ki, bu adada siyasiler beğensin ya da beğenmesin bir çözüm arzu ediliyor. Ve çözüm planı halkların onay ve kararına bırakılıyor (24 Nisan’da oylama yapılacak. Aslında bu oylama bir stratejik tercih çünkü, her iki taraf yöneticilerinin de bu plana kolay kolay evet diyemeyeceği bilindiğinden, onları "elini" rahatlatmak amacıyla düşünülmüş.)

İkincisi, yüz yüze müzakere sürecini öneren DENKTAŞ’tır. Şimdi Annan planının geri çevrilmesinden bahsediyoruz ama geçmişte DENKTAŞ tarafından kabul edilip, Rum liderler tarafından geri çevrilmiş iki plan ya da paketten ( birisi 1986 BM Genel Sekreteri CUELLAR’ın paketi ötekisi de 1992 Butros GALI’nin ‘Fikirler Dizisi’) söz etmiyoruz. Hiç kuşkusuz, sorunun gerçekten çözümünden yana olanlar ile bu ortamdan çıkar sağlamayanlar unutmuyorlar. O tarihlerde KIPRIYANU ve VASILIU çeşitli politik ya da stratejik nedenlerle bunları reddetmişlerdir. Niye kabul etmediler diye ortalık toz dumana boğulmadı. Koşullar olgunlaşsaydı her halde kabul edilirdi. Stratejinin çağdaş tanımı şudur: Koşullarla olanakların örtüştürülmesi sanatıdır. Unutulmasın ki liderler, ülkeleri adına çıkar hesapları yapıp strateji üretmek zorunda olan kimselerdir.

Üçüncüsü, planın bir çok kusuru var ama düzeltilebilir. Yeni kurulacak devletin işleyiş mekanizması kolay kolay aşılamayacak engeller getiriyor. Mal mülk mübadelesindeki zamanlamalar bunlardan birisidir. 5 yıl boyunca bazı yerlerin geri verilip verilemeyeceği belli değil. Parça devlet vatandaşı olarak kuzeye yerleşecek Rumlar’ın zaman içinde Türk parça devletinden merkezi devlete senatör olarak seçilmeleri ve orada Türk-Rum dengesini Türk tarafı aleyhine bozabilecekleri gerçeği de bir başkası. Bu riski göze almalı mı?

Kıbrıs’taki cumhurbaşkanlığı seçimi gecesi ‘Genç tv’de söylediğimi burada da yinelemekte yarar görüyorum: "Bu sorunun en can alıcı noktası toprak verilmesidir. Ve, Güzelyurt gibi bir yeri de ancak DENKTAŞ verebilir. Onun dışında bunun altına kim imza koyarsa her fırsatta hain diye damgalanacaktır!" Hatta o canlı yayında, Rumlar tek başına AB’ye alınacak dedim diye bazıları kıyameti koparmıştı. İşte Güney girdi, kıyamet falan da kopmuyor! Dış politika ucuz eşraf kafasıyla yapılamaz, bazıları bunu anladığı gün bu sorun daha kolaylıkla müzakere edilecektir.

Kıbrıs Rum tarafının taktiği yalın; Kıbrıs sorununun çözümünü AB üyesi olduktan sonraya ertelemek...Aslında DENKTAŞ’ın isteği de çok açık ve basit: Türkiye’nin AB üyesi olmasıyla birlikte Annan planının uygulanması.

Çözüm süreci ve karar mekanizmalarının işletilmesi AB’deki politika yapıcılara kalmış görünüyor. Ancak onların da karar alma süreçlerini etkileyecek pek çok öğe var. Kuzey ve Güney’in buna anlayışla bakması gerekiyor.

2003 İlerleme Raporu’nda Kıbrıs unsuru

İlerleme Raporu’nun sonuç bölümü olma özelliği taşıyan ‘Strateji Belgesi’nin 5., 6. ve 7. maddeleri’ Türkiye’ye ayrıldı. 5.maddede Kopenhag Kriterleri’nin uygulanmasıyla ilgili analiz yapıldı, 6. maddede aralık ayında üyelik müzakerelerine başlayıp başlamamasıyla ilgili kararın verileceği anımsatıldı, 7. maddede ise öne çıkan unsur Kıbrıs oldu.

·7. Madde: Kıbrıs’ın birleşmiş bir şekilde, 1 Mayıs 2004’te AB’ye katılmasını güçlü bir şekilde tercih ediyor ve istiyoruz. Kıbrıs sorununda çözümsüzlük, Türkiye’nin AB’ye katılım iradesi önünde ciddi bir engel oluşturabilir. Kıbrıs sorununa çözüm için olumlu koşullar görüyoruz. Komisyon, daha önce de belirttiği gibi, Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik çabaları desteklemenin, bariz bir şekilde, Türkiye’nin ve diğer tarafların menfaatleri icabı olduğunu düşünüyor. Türkiye’ye, Kıbrıslı Türk yöneticilere ve taraflara BM Genel Sekreteri’nin önerileri doğrultusunda müzakerelere tekrar başlamaları çağrısında bulunuyoruz.

Türkiye’nin büyük reformlar gerçekleştirdiği belirtilen raporda, uygulamada eksiklerin yaşandığına dikkat çekildi. AB Komisyonu, Kıbrıs’la ilgili "şartı" ise, Genişleme Strateji Belgesi’ne koydu. Ancak bu şartın yer aldığı cümle, Türkiye ile AB arasında yaşanan yoğun diplomatik temaslar sonucu yumuşatıldı . Strateji Belgesi’nde yer alan "Kıbrıs, Türkiye’nin üyeliğine engel teşkil edecektir" ifadesi, "Çözümsüzlük Türkiye’nin AB üyeliğine engel teşkil edebilir" olarak değiştirildi. VERHEUGEN bu madde için şu değerlendirmeyi yapıyor: "Üyelik için önkoşul değil, bir gerçeğin tespiti ve siyasi bir tercihtir."

Komisyon üyesi, Strateji Belgesi’ndeki Türkiye’nin üyeliğini Kıbrıs’ta çözüme bağlayan maddeyi değerlendirmeye devam ediyor: "Bugün komisyon, Kıbrıs konusunda yeni bir adım attı. Tartışma konusu olabilir. Türkiye’nin AB’ye katılım hedefi ile Kıbrıs sorunu arasında doğrudan bağlantı kurduk. Bu, bir önkoşul değildir, ama gerçeğe dair bir tespittir. Kıbrıs sorununda çözümsüzlük Türkiye önünde engel teşkil eder. Bu bir tespittir ve bunu belgelere, bilinçli bir şekilde, siyasi bir mesaj olarak soktuk. Türkiye, Kıbrıs sorununun çözümü için, BM Genel Sekreteri’nin planı çerçevesinde inisiyatif alsın istiyoruz.

Bu tavrımız, hükümetin, Kıbrıs’ta ilerlemeyi engelleyenlere karşı tavır belirlemesinde yardımcı olabilir. Kıbrıs Türk tarafındaki seçimlerden sonra baskıyı artırmak gerekecek. Kıbrıs konusunda, yakın gelecekte, uluslararası tartışmalar başlayacaktır. AB’ye üye olacak bir ülkenin ortasından dikenli teller geçmesi yakışıksız ve kabul edilemez bir durumdur.

Komisyon bu nedenle tepkisini açıkça ortaya koymaktadır." Alman Komiser’in açıklamaları bu yöndeyken, Avrupa Komisyonu başkanı Romano PRODI de, Komisyonun vereceği son kararlardan birinin Türkiye’ye dair olacağını söyleyip, Türkiye’den bazı sektörlerde ve uygulama alanında daha fazla çaba beklediklerini belirtip, "Birleşmiş bir Kıbrıs’ın 1 Mayıs 2004’te AB üyesi olmasını umut ediyoruz. Bu, AB’ye katılım hedefinden engelleri kaldırmak açısından Türkiye’nin de menfaatine. Türkiye’nin çözüme katkısı gerek" diyor.

Aynı raporda Hükümet’in tavrı da belirtilmiştir: Hükümet, BM Genel Sekreteri’nin yürüttüğü temasları temel alan kapsamlı bir çözüm bulunmasına yönelik desteğini bir çok kez yineledi. Hükümet, Mayıs 2004’ten önce bir anlaşmaya varılması yönündeki umudunu dile getirdi. ÇİLLER Hükümetiyle Kıbrıs’ın kuzeyi arasında imzalanan gümrük birliği anlaşması, uluslararası hukukta yeri olmadığı gibi, Türkiye’nin AB’yle gümrük birliği taahhütlerine uygun düşmüyordu. Türk hükümeti, bu anlaşmanın onaylanmayacağı ve yürürlüğe sokulmayacağını beyan etti.

Avrupa Birliği, Rum kesimini "tüm Kıbrıs’ı temsilen" tam üye olarak almaya karar verdi. Başka ülkelerle sorunlarını çözmemiş bir ülkeyi üye kabul etmeme gibi bir ilkesi bulunmasına karşın, Kıbrıs’taki sorunun çözülmediğini ve taraflardan birisinin Türkiye olduğunu bile bile bu üyeliği onayladı.

Bu tavrı şöyle okumak mümkün; Kıbrıs sorununda açıkça Rumlar’ın tarafını tutuyorlar ve Türkiye’nin AB’ye üyelik konusundaki ısrar ve çabasını olumsuz yönde kullanıyorlar (kimisi buna, haklı olarak istismar da diyebilir). Türkiye-AB ilişkisinde, Kıbrıs kilit sorun haline getirilirken, Türkiye’nin birliğe üyeliği de garanti edilmiyor ama Kıbrıs’ın Rum tarafının istekleri doğrultusunda çözümlenmesi isteniyor.

Bu noktadan itibaren de gerek Türkiye’de gerekse Kıbrıs’ta ciddi bir muhalefet oluşup, karşı tarafı "vatan hainliği" ile suçlamaya kadar götürülen tartışmalar başlıyor. KKTC muhalefetini destekleyenler olduğu gibi, ne yaptığının farkında olmamakla suçlayanlar var, bir örnek: ...Türkiye’nin Kıbrıs Türkler’ine etkin garantisini terketmeyi göze alıyorlar. Kıbrıs sorununun bu yolla çözümlenmesinin Türkiye’nin AB dışında kalmasına yol açabilecek olması, onları düşündürmüyor."

Hayatımızdaki bu en önemli soruna, biraz da farklı bir pencereden, herkesin diline persenk olan kavramla ‘stratejik.......’ bakmaya çalışsak, acaba nasıl bir değerlendirme yaparız... Kıbrıs sorunu Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde en büyük engel olduğu gibi aynı zamanda da en önemli kozdur (su, koz konusunda bir somut örnektir. Bazı uzmanlar diyor ki; Türkiye, kuzey ve güney Kıbrıs’a pekâlâ boru hatlarıyla su götürebilir ve bunu elinde koz olarak bulundurabilirdi. Ama bu işi yapamadı). AB Kıbrıs’ı üyelik için temel koşul olarak öne sürerken Türkiye Kıbrıs’ı üyelik yolunu açacak pazarlık gücü olarak AB’nin önüne sürüyor (zaman zaman ABD’nin önüne de sürdük). Bugüne kadar hep böyle oldu, bundan sonra da taraflar ‘ellerindeki kartları oyuna sürene dek’ birbirini bir süre daha oyalayacak. Türk tarafının Rum tarafını köşeye sıkıştıracak kozları her zaman vardı, şimdide var. Siyasi kozları ortaya döküp görüşmeleri kilitlemek, sorunu çözümsüzlüğe mahkum etmek marifet değil. Tüm taraflar bunu yaşayarak öğrendi. Başbakan ERDOĞAN, Dışişleri Bakanı GÜL, Genelkurmay Başkanı ÖZKÖK, farklı zeminlerde "Türkiye’nin AB üyelik sürecinin Kıbrıs’ta çözüme yardımcı olacağını" ayrı ayrı açıkladılar.

Türkiye’nin karar alıcıları açıkça şunu söylüyor; ‘AB, Türkiye’nin üyeliğe kabulünü açıklasın, Türkiye’de Annan Planı’nın adım adım uygulanacağını taahhüt ederek sorunu en kısa sürede çözecektir’. Bu çok karmaşık denklemin en kolay ve hasarsız çözümü için doğal olarak AB’de matematik akıl yürütmek için zaman kullanıyor. BM Güvenlik Konseyi’nin de AB’nin de yalnızca Rum yönetimini muhatap alması tehlikeli sonuçlar doğurur.

Uluslararası ilişkiler bir satranç oyunudur, sabır ve matematik akıl ister. Hiç kuşkusuz adım atmak önemli ama uzlaşıp kurtulamazsınız. Tabii bir de senaryoları önceden okuyup oyunları bozacak, stratejileri yazacak deneyim ister ki, bu da DENKTAŞ’da var. Düşünsenize, BM ya da AB’de DENKTAŞ’ın karşısına müzakereci olarak oturan teknisyenlerin çoğunluğu 1974 doğumlu!

Peki AB neden Kıbrıs üzerinde bu kadar ısrar ediyor? Bunun yanıtını gazeteci İbrahim KARAGÜL’den aktarıyorum, çünkü sorulacak her soruyu önümüze getiriyor ... "Yunanistan’ın ve Rumlar’ın baskısıyla mı? İşte burada Kıbrıs için asıl tartışılması gereken nokta ortaya çıkıyor. Burada AB’nin ne olduğunu, nerelere kadar genişlemeyi arzuladığını, neden böyle bir güç olma yarışına girdiğini, ABD ile AB arasında ne tür bir kavganın yaşandığını, Avrupa Savunması ve Avrupa Gücü (AGSK-AGSP) gibi tartışmaların ne olduğunu, Doğu Akdeniz üzerinde nasıl bir güçler kapışmasının yaşandığını, Kıbrıs’ın bu kapışma içinde ne tür bir işlevi olduğunu, Kıbrıs sorununun Türk-Yunan sorunu olmayıp Akdeniz’deki (özellikle Doğu Akdeniz demek gerekiyor e.m.) hakimiyet mücadelesinin bir parçası olduğunu, konunun aslında ekonomik-güvenlik içerikli bir alan olduğunu, 21.yüzyılın en önemli enerji/güvenlik kavşaklarından biri olacak Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin ne kadar varolacağının Kıbrıs’a bağlı olduğunu, AB’nin Ortadoğu’da ne kadar mevzi kazanacağının da Kıbrıs’la ilgili olduğunu tartışmamız gerekir". Bu soruları ve yanıtlarını, çözümleri tartışıyor muyuz? AB tartışıyor mu? Uluslararası arenada özellikle enerji hatları konusunda taraflar (süperler) çözüm yolları bulursa, Türkiye ulusal güvenliğini yüzde yüz garantide görürse (çünkü, bir büyük savaş sırasında dünyaya çıkabileceği tek kapı burasıdır) Doğu Akdeniz’deki bu adada sorun diye bir şey kalmayacaktır. Yeter ki taraflar eşzamanlı olarak çözüme dönük oyunu okuyabilsinler.

Satranç tahtasında dama oynayınca sorun çözülemiyor.

Aradan 30 yıl geçti ve hâlâ daha Kıbrıs konuşulmaya devam ediyor; Türkiye’nin önüne çıkarılıyor ve Türkiye’de de kamplaşmaya varacak kertede tartışmalar sürdürülüyor. Kıbrıs sorununda eleştiriler Rauf DENKTAŞ’ta düğümleniyor ya da odaklanıyor diyebiliriz. Bu eleştiriler çoğu kez suçlama boyutuna ulaşıyor. Yanıtı aranan sorular artarda sıralanıyor. Dev Türkiye tankerini çeken küçücük Kıbrıs römorkunun kaptanının ne yapmak istediğini sorgulamak isteyen yok mu? Türkiye körü körüne sürüklenip gitmeye boyun mu eğecek? İsyan eden ve kaptanını denize atma niyetini açıkça ortaya Kıbrıs Türk halkına karşın kaptan desteklenmeye devam mı edilecek? Ortak eleştiriler bilindiği için bir kez daha yazmaya gerek yok...

Sonuç: Barış Harekâtının otuzuncu yılında gelinen noktada; 1.Türkiye’nin AB üyeliği de Kıbrıs parametresine bağlanmıştır. 2. AB, Rum yönetiminin meşruluğunu sorgulamazken ve Kıbrıs Türk yönetiminin meşruluk iddialarını dikkate almayarak sorunun çözümü düğümlenmiştir.

3. Uluslararası ilişkilerde "kazan-kazan" şeklinde ifade edilecek bir strateji olmayacağı gibi ‘Uzlaş kurtul’ önerisi de yanlıştır, bununla Türk dış politikasının önü açılamaz. 4. Kıbrıs’a karşı yürütülen özellikle AB politikası Türkiye tarafından "Sevr’in hortlatılması" algılaması da yanlıştır ve her uluslararası sorunda bunu ortaya koymak da Türkiye’yi bir yere götürmez. 5. Kısa vadeli planlar ve taktiklerle günü kurtarmaya çalışmak, artık geçerliğini yitirmiştir. 6. Matematik aklın egemen olduğu stratejiler geliştirerek, Ankara kumandalı dayatmalara son verip, Kıbrıs Türk halkına da politika üretme şansı tanınmalıdır.

7. Türkiye’nin Kıbrıs’ a sürekli aylık gönderip Türk toplumunu tembelliğe, üretmemeye teşvik etmekten artık vazgeçmelidir. 8. Türkiye’nin Kıbrıs’a bakışında kendi ulusal güvenliğini ön plana çıkarması yanlış değildir ama bunu daha rasyonel hale getirmelidir ki, dışarısı da pek itiraz edemesin.

Yoksa ilkel milliyetçi damgası yemekten kurtulma şansı yoktur. 9. Türk tarafının Rum tarafını çeşitli kozları ortaya sürüp köşeye sıkıştırmayışı da doğrudur. 10. Gerçi zamanı geçti ama, AB’nin yaptığı bir stratejik yanlışı da belirtmek gerekiyor; sorunu çözülmemiş bir ada devletinin bu haliyle AB’ye kabulü kararı şimdi düzeltilmeye çalışılıyor.

Doğal olarak sancılar olacak ve buna karşı da söylenen şudur: Annan Planı bu haliyle ancak Türkiye’nin AB’ye alınışıyla birlikte Kıbrıs’ta uygulanırsa gerçekçi olur. 11. 24 Nisan oylaması dört seçenekli bir oyun. Eğer her iki halk da evet derse özellikle BM (ABD ve AB de dahil) kazanacak, özellikle Rauf DENKTAŞ kaybedecek.

İki halk da "hayır" derse mevcut durum devam edecek ama Rum kesimine olumsuz yansımaları olacak mı olmayacak mı şimdiye değin kimse açıklamadı, özellikle de AB bir tavır benimsemedi. Türk kesimi açısından avantajlı görünen ikinci en iyi seçenek "Rum tarafının hayır, Türk tarafının evet" demesi. Çünkü, bu sonuçta en azında 30 yıldır uygulanan ambargonun kaldırılacağı yönünde açıklamalar yapıldı. Galiba felaket senaryosu, Türk kesimi "hayır" Rum kesimi "evet" kararı verirse yazılacak. Falcılık olacak ancak, şu anki duruma göre her iki kesimden de "evet" çıkma olasılığı % 51.



# # # # # # # #