PERİSKOP Mehmet Uğur CİVELEK
Ekonomist
Ne Koşullar Bize, Ne de Biz Koşullara Uyamıyoruz!..
 
Sürüdürülebilir olmayan eğilimler nedeniyle geleneksel olmayan ekonomi politikası tercihleri zorunluluk haline geldiğinde, gidişatı değiştirmek zorlaşıyor ve aşırılılıklardan kaçınmak neredeyse imkansızlaşıyor. Bu durum 2000’li yılların başından itibaren giderek daha yoğun bir şekilde hissediliyor; sorunların ağırlaşması ve hareket yeteneğinin daralması önlenemiyor. Zaman içinde sorunlu banka, sorunlu sektör veya sorunlu ekonomi sayısının hızlanan bir şekilde artması engellenemiyor. Hal böyle olunca gelişmiş ekonomilerden sonra gelişmekte olanlarında durgunlukla tanışmasını, küresel istikrarsızlığın dalgalı bir şekilde artmasını sürpriz saymamak gerekiyor. Çoğu kez alınan önlemler ekonominin ısınması ve durgunluktan çıkmasını sağlayamıyor. Belirsizlik ve kırılganlığı arttıran bu durum hem Türkiye ekonomisi hem de küresel ölçek için geçerliliğini pekiştiriyor. Deyim yerindeyse durum frene basınca durmayan, gaza basınca gitmeyen çok sorunlu ve tehlikeli bir aracı anımsatıyor...

Hatırlanacak olursa 2000 yılında ABD ekonomisi durgunluğa girmiş, para politikasının seri bir şekilde gevşetilmesine rağmen umulan tepki alınamamıştı. Ancak 11 Eylül 2001’deki terör saldırısı sonrasında olağandışı ve geleneksel olmayan yaklaşımlar devreye girince ve durum farklılaşmıştı. Fakat 2004 yılında ekonomi iyice ısınınca bu olumsuzluğu kontrol altına almak adına devreye sokulan önlemler yeterli olmamış ancak küresel krizle ve ciddi bir kaza sonucu ekonomi dağılarak durmuştu. Aradan geçen dört yıllık süreye aşırı gevşek para ve maliye politikası uygulamasına rağmen durgunluktan çıkılamadı. İç talep ve inşaat sektörü bu süreçte daha belirleyici değişkenler olarak ön plana çıktı. Yaşananlar doğal olarak Keynes’in likidite tuzağı, tasarruf-yatırım dengesizliği ve bu olumsuzlukları besleyen sorunları hatırlattı.

Türkiye ekonomisi de 2002 yılı sonrasında benzer bir süreç yaşıyor. Küresel kriz öncesinde herşey Türk Lirası’nın değerine ve net sermaye girişinin durumuna bağımlıydı. Net giriş yüksekse Türk Lirası değerleniyor, para politikası hızla gevşiyor, iç talep artıyorsa, sonuçta ekonomi büyür ve enflasyon gerilerken bütçe açığı hızla küçülüyor fakat cari açık artıyordu. Bankaların çok para kazanmak ve risk almak zorunda oluşu bu süreci destekleyen önemli unsurlardan biriydi. Net sermaye çıkışı söz konusu olduğunda yukarıda belirttiğimiz tüm eğilimlerin yönü değişiyor ve aşırılıklardan kaçınmak pek mümkün olamıyordu. Küresel kriz sonrasında bu durum pek değişmedi fakat kaza yapmamak uğruna aşırılıkların ne pahasına olursa olsun kontrol altına alınması zorunluluğu kapıyı çaldı; yerli üreticiyi korumak, cari açığın kontrolsüz bir şekilde artmasını engellemek, bundan sonra yaşanacak dalgaların yıkıcı olmasını önlemek gerekti...

İç talepteki seri artışı kontrol altına almak, Türk Lirası’nı aşırı değerli durumdan çıkarmak ve yerli üreticiyi korumak, kredi artış hızını sınırlamak gerekti. Mali sektör bu durumdan pek hoşlanmayıp pasif bir şekilde direnince umulan sonucu almak kolay ve düşük maliyetli olamadı. 2012 yılında iç talebin, inşaat sektörünün ve kredi hızının durulmasıyla yumuşak iniş kısmen gerçekleşti. Küresel koşulların istikrarsızlığı da sonuç alınmasını zorlaştırdı. 2012 ilk yarısına ilişkin Türkiye’nin makro verileri durgunlaşma eğiliminin güçlendiğine işaret ediyor.

Fakat yeni ve şimdilik yanıtsız sorular bizi bekliyor. Para politikası gevşerse iç talep, inşaat haretketlenir, kredi hacmi yeniden artmaya başlar mı? Başlarsa cari açık ve enflasyon yeniden tırmanışa geçer mi? Türk Lirası’nın değer kaybetmesi ve iç talebi frenlemesi önlenebilir mi? Dış satım imkanlarının daralması iç dengelerde de istikrarsızlık yaratır mı? Zira para politikasını gevşetmenin yan tesiri faydasından büyük olabilir; siyasi irade bu yönde bir zorlama yapsa da iç talep veya kredi hacminde umduğu sonucu göremeyebilir. Kısacası zor bir döneme girdik: durgunluğun derinleşmesine de, cari açık ve enflasyonun yükselmesine de tahammülümüz yok. İkisinden birine katlanmak zorundayız ve biri diğerini de olumsuz yönde etkileyecek... Koşullar bize uymuyor, biz koşullara uyamıyoruz...