ÖMER SABANCI

TÜSİAD Olarak Yargı Reformunu Uzun Süredir Gündemimizde Tutuyoruz.
 
TÜSİAD olarak 2005 yılında ülkenin öncelikli gündemi olarak gördüğümüz konularda meydana gelen veya gelmeyen gelişmeleri 2006 yılında da yakından ve kararlılıkla izleyeceğiz ve ülkemizi yapay gündem maddelerinden uzak tutmak için özel bir gayret sarf edeceğiz.
 
Bugün artık çok iyi biliyoruz ki, Türkiye, gelişmiş bir ekonomiye, çağdaş bir hukuk devletine sahip olmadan ve Avrupa Birliği entegrasyon sürecinde toplumsal bir seferberlik duygusuyla hızlı bir şekilde yol almadan, gelişmiş ülkeler arasında yer alma idealini yerine getiremeyecektir. Bu yönde önemli mesafeler kat etmiş olsak da, daha önümüzde uzun bir yol bulunmaktadır.

Türkiye’nin enflasyonla mücadelede gösterdiği başarı tüm dünya tarafından takdirle karşılanmaktadır. 2005’de enflasyon oranını yıllık % 7,7’ye indirmeyi başaran Türkiye için, uluslararası piyasalarda, Maastricht kriterlerini 2008’de yakalayabileceği yorumları yapılmaya başlanmıştır. Öte yandan 2005 yılında GSMH’nın % 3,1’ine gerileyen bütçe açığımız, 2006 yılında % 2,4’lük bir hedefle AB’nin % 3’lük limitinin altına düşmüş olacaktır. Kamunun iç borç stoğunun ve kısa vadeli borç oranının hala yüksek olması bir problem olma özelliğini korumakla birlikte, önümüzdeki dönemde borçlanma koşullarının yavaş da olsa iyileşmeye devam etmesi beklenmelidir.

Faizlerin Avrupa ortalamalarına yaklaşması biraz daha zaman alacaktır. İç borçlarımızın yüksekliği ve ortalama vadesinin kısalığı göz önüne alındığında faizlerde keskin düşüşler beklemek, talep etmek gerçekçi değildir. Hazinenin borçlanma gereği azaldıkça, mali disiplin ve yapısal önlemler kararlılıkla sürdürüldükçe fiyat istikrarı kalıcı hale gelecektir. İyi bir zamanlamayla Merkez Bankası tarafından uygulamaya koyulan enflasyon hedeflemesi de şeffaflığı artıracak ve risk primini azaltacaktır. Böylece Türkiye’nin iç ve dış borçlanmasında nicelik ve nitelikçe bir iyileşme sağlanması, faizlerin adım adım inmesi mümkün olabilecektir.


Türkiye ekonomisinin önündeki asıl büyük mesele, ekonominin ihtiyaç duyduğu yapısal değişimi sağlamaktır. Cari açık tartışmalarıyla, ekonomimizin, özellikle ihracat kesiminin daha fazla katma değer üretmesi gerektiği bir kez daha ortaya çıkmıştır. Büyümeye paralel olarak, ithalatın da artması ve cari açığı beklenenin çok ötesine taşıması, salt bir kur meselesine indirgenmemeli, ekonomik yapı ve sanayileşme stratejisi bağlamında da ele alınmalıdır.

Bu yapının değişmesi ilk etapta ara malı üretimini destekleyici politikaları devreye sokmayı gerekli kılmaktadır. Ancak bunun yanı sıra yapılması gereken, ekonomimizde ve ihracatımızda, imalata dayalı katma değerin değil, tasarıma, bilgiye, markaya, hizmete dayalı katma değerin ağırlığını artırabilmektir.

Bu yapısal dönüşümün kısa vadede tamamlanamayacak olması gerçeği, bu konuda, gerekli stratejileri ortaya koyarak, hemen bugün adım atmaya başlanması gereğini gölgede bırakmamalıdır.


Derneğimizin 2005 yılı içerisinde yayınladığı 6 ciltlik “TÜSİAD Büyüme Stratejileri Dizisi”, ihtiyaç duyduğumuz stratejilerin temel ilkelerini ortaya koymaktadır.

Bu stratejilerin şüphesiz, hem sanayi, hem hizmetler, hem de tarım sektörünü kapsaması şarttır. Küresel rekabet, karşılaştırmalı üstünlükler temelinde, yerel uzmanlaşma sürecini hızlandırmaktadır. Yerel aktörler dünya ile doğrudan etkileşim içine girmişlerdir. Bu süreç, esnek ve uyum yeteneği yüksek yapılarıyla KOBİ’leri, yeni sanayi odaklarını ve küçük-orta boy kentleri öne çıkarmıştır.

Bu yeni ortamın iyi anlaşılması ve ülkemizin bu ortamdan azami düzeyde yararlanması bakımından sektörel ve bölgesel düzeyde, hem sanayi hem de hizmet temelinde kapsamlı analizlerin yapılması şarttır.

“Dünya Ticaret Örgütü” bünyesinde, Kasım 2001’den beri “Doha Round” çerçevesinde malların yanı sıra, hizmetlerin de tedricen uluslararası ticarete açılması konusu tartışılmaktadır. Mart 2004’de AB iç pazarının hizmet sektörlerine genişletilmesi konusunda AB Parlamentosu ve AB Konseyi’ne sunulan “Bolkenstein” direktifi de, Lizbon Stratejisi’nin başarısı için bu sektörlerde rekabet ortamının yaratılmasına dikkati çekmektedir. AB’ye tam üyelik sürecinde büyüme ve istihdam arayışında, ülkemizin de hizmet sektörlerinde bir strateji sahibi olması gerekmektedir.

Son zamanlarda yargıya ilişkin meselelerin gündemimizi gitgide daha fazla işgal etmeye başladığı herhalde tüm kamuoyunun dikkatini çekmektedir. Kuşkusuz bunda yargı sistemimizin çok uzun süredir ihtiyaç duyduğu reformun bir türlü yapılamamış olmasının çok büyük rolü var. Yasal altyapımızı çağdaş demokrasinin gerektirdiği normlara tam anlamıyla kavuşturamamış veya sağlanan önemli değişiklikleri uygulamaya yansıtamamış olmamız da bu sıkıntıların oluşmasında önemli rol oynuyor. Mevcut durum, hem yargının siyasallaşması görünümünü veriyor, hem de Türkiye’nin uluslararası itibarını olumsuz etkiliyor.

TÜSİAD olarak yargı reformunu uzun süredir gündemimizde tutuyoruz. Bu konuda bir dizi çalışma yaptık. Doğrudan yargı reformunu ilgilendiren ve Kasım 1998 ile Aralık 2003’te yayınlanan raporlarımıza da dayanarak, hızlı, adil ve istikrarlı bir yargı sistemi için hayata geçirilmesi gereken reformun önceliklerini aşağıdaki biçimde sıralayabiliriz:

1. Yargının önündeki en büyük engel, “yargı bağımsızlığı” konusunun hala çözüme kavuşmamış olmasıdır. Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısı değiştirilmeli, Kurul’un sekretaryası Adalet Bakanlığı’ndan ayrılmalı ve atama taslakları Adalet Bakanlığı tarafından değil, Kurul tarafından hazırlanmalıdır. Bağımsız ve tarafsız mahkeme kavramının tam anlamıyla uygulamaya koyulabilmesi için hâkimleri idari olarak Adalet Bakanlığı`na bağlayan Anayasa hükmü değiştirilmeli, hakimler idari açıdan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu`na bağlı olmalıdır.

2. Kazanılmış hakların ihlali, hukuk devletinin temel özelliklerinden biri olan hukuk güvenliği ilkesinin de ihlalidir. Devletin tek taraflı olarak geçmişe yönelik sonuç doğuran işlemleri, yerli ve yabancı sermayeyi yatırımdan uzaklaştırdığı gibi, toplumda da güvensizlik duygusu yaratmaktadır. Bu bağlamda Anayasa’daki kamu yararı ilkesinin de, hukuk güvenliği ilkesini zayıflatmayacak şekilde yeniden düzenlenmesi yerinde olacaktır.

3. Türkiye’de yargılama süresinin uzunluğu, adil yargılanma hakkını ihlal eder niteliktedir. Dosya sayısının çokluğu kadar, ceza davalarında hazırlık soruşturmasının iyi yapılmamasının, hukuk davalarında ise bilirkişilik kurumunun ve tebligat sisteminin de bu süreye olumsuz etkileri vardır.

4. Kopenhag siyasi kriterlerine uyum amacıyla mevzuatta yapılan değişiklikler uygulamaya yansımadıkça amacına ulaşmayacaktır. Özellikle düşünce ve ifade özgürlüğü ile kültürel haklar gibi hassas konularda, yargının adeta kanunlar değişmemiş gibi yorum yapması, olumlu sonuçlar doğurmamaktadır.

5. Tutukluk hali ceza değil tedbirdir, bu nedenle istisnai olarak başvurulması gereken bir yöntemdir. Tutuklama kararının verilmesi ve uzatılmasında hassas davranılmalı ve bu kararlar gerekçeli olmalıdır.

6. Sanık hakları etkin olarak uygulanmalıdır. Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını ihlal etmesinin özellikle uluslararası kamuoyunda yarattığı etkiler olumsuz sonuçlar doğurmaktadır.

7. Af kanunları istisna olmalıdır. Af ve şartlı salıverme kanunları, hâkimlerin bakmakta oldukları davaların sonuçlarını etkilemekte, yargının istikrarını zedelemekte, kamu vicdanında rahatsızlık yaratmaktadır.

8. “Yargı ve infaz sürecinde hata”, soruşturulması gereken bir sistem sorunu olarak ele alınmalıdır. Gelişmiş demokrasiler, kurumların ve makamların, tüm seçilmişlerin ve atanmışların, kararları, icraatları ve varsa “hata”ları konusunda hesap vermesini ve bunun mekanizmalarının oluşturulmasını öngörür.

9. Yargının mali kaynak ve kadro sıkıntısı sonlandırılmalıdır. Hâkim ve savcıların maddi durumlarının iyileştirilmesi kadar, mahkeme kalemlerindeki personel açığının nitelikli elemanlarla doldurulması ve adliyelerin fiziki altyapı şartlarının iyileştirilmesi de gerekmektedir. Bunların yerine