MÜZİK YELPAZESİ Sezen Cumhur ÖNAL
Devlet Sanatçısı
Pop Müzik Deyince
 
Bugünkü şarkı ve şarkıcı furyasının içinde kaybolup giden, geçmişe dönük gerçekleri anımsamakta yarar var. Bilir misiniz ülkemizde pop müziğinde şarkı diline Türkçe’yi kazandırmak, Radyo Günleri’nde hiç de kolay olmadı. Çok büyük engellerle karşılaştık...

O döneme tanıklık eden rahmetli Cem KARACA, 2003 yılının 12 Mayıs günü, Erol BÜYÜKBURÇ, Berkant gibi sanatçıların ve TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk AKALIN’ında hazır bulunduğu ve benim dekatıldığım Karaman’da yapılan Dil Bayramı münasebetiyle tertiplenen “Müzik Dilinde Türkçe” konulu panelde şunları söylemişti: (Türk Dili Dergisi, Nisan 2004, sayı: 628) “Sezen Cumhur ÖNAL’ı ve rahmetli Fecri EBCİOĞLU’nu burada es geçersek, bir reddi miras içinde oluruz. Sezen Cumhur ÖNAL ve rahmetli Fecri EBCİOĞLU, yabancı dilde “I love you” esas itibariyle, “Seni seviyorum” demek, yabancı dilde düşünülmüş, yabancı dilde bestelenmiş ve dolayısıyla yabancı dilde sözü yazılmış şarkılara, o kadar usturuplu Türkçe sözler bulmuş ki... Bugün baktığımızda, belki çok derin şiirsel anlamlar aramak zorunda değiliz, zaten zor olan basiti yazmaktır. Çok derin laflar etmek ille de şart değildir. Onlar, yabancı sözlü şarkılara Türkçe sözler yazarak, Türkiye’de ana dili çok olan insanın da kulağını açmasına ve kulak vermesine yol açtılar ki, bence çok önemli bir şey bu. Bugün, bu meslek bir iş kolu haline geldi, üstüne üstlük Türkçe ile. Ben bu konuda çok hassasım, duyarlıyım. Türkçe’yi bozmadan, Türkçe’yi yozlaştırmadan. Hani şiirde biraz kelimelerle oynayabilirsiniz, çünkü şiir biraz daha sınırları geniş kabul edilebilecek bir alan. Ama İtalyan yapmış, gördük. Şimdi bunun üstüne, hem müziğin ruhunu bozmadan, hem Türk insanın duygularını göz ardı etmeden sözleri oturtabilmek bir hüner değil mi? Bence bu bir hünerdir. Onun için ben, vakti zamanında epey karşı çıkmış olmamdan dolayı kendi özeleştirimi rahatlıkla yapabilecek bir insan olarak, hem sağ olduğu ve aramızda bulunduğu için sevgili Sezen’i, hem de aramızdan ayrılan sevgili Fecri ağabeyimizi sevgiyle, saygıyla, Fecri ağabey için bir de rahmet kelimesini eklememe müsaade ediniz, kendisini rahmet ve şükranla anmak istiyorum.”

Düşünüyorum da gerçekten bugün sesli ve görsel medyada, her tarafta söylenen dilimizdeki Pop Müzik şarkılarının önünü açmak hiç de öyle kolay olmadı. Radyolarımızda “İstanbul, Ankara, İzmir” disc-jokey programları hazırladığımız DJ’lik, Batı’ya özgü, çok yeni ve değişik bir yayıncılıktı. Radyolarda binbir çeşit program vardı. Geleneksel saz, türkü, sanat müziği, caz, sohbet, şiir, eğlence, haber programları arasında, DJ’lik Türkiye’nin Batı’ya açılan penceresi sayılır. Halkın zevkine uygun Batı Müziği ezgileri bulup sunmak, halkın neyi sevdiğini, neyi seveceğini, dinlemek istediğini keşfetmek zorundaydık. Bu bir önsezi meselesiydi. Bunu, toplumun her kesiminden gelen tepkiler belirliyordu. Radyolarda yaptığımız müzik programları, aslında Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hedef gösterdiği, Türk ulusunun çok sesli müziğe alışmasında önemli bir etken olmuştu.

O dönemde, zaten radyolarda bu işi yapan topu topu 3 kişiydik. En tecrübelimiz rahmetli Fecri EBCİOĞLU, Amerikan şarkılarının en güzelini bulup çıkarıyor antene. Rahmetli Aykut SPOREL caza dönük ezgileri hiç kaçırmıyor, her fırsatta dinleyicisi ile buluşturuyor. Bana gelince, Akdeniz, İspanyol armonisi taşıyan ezgiler derken, dilimin döndüğü kadar şarkıların aşk dolu dizelerini tercüme ederken ister istemez duygusallığın bulutlarında dolaşıyorum. Her sevda şarkısı bir masal meyvesi benim için. O günlerden bugünlere gelen, hala dudaklarda tebessüm uyandıran, şarkılarımın değişmeyen etiketleri var; “Sonbahar rüzgarları, dökülen yapraklar, baharın yeşeren renkleri ve tabii ki çikolata renkli şarkıcılar...” Ne günlermiş. Milli eğlencemiz Radyolarımızda, her dilde yabancı şarkıların plakları çalınıp söylenmekte, dikkatimizden kaçmadı. Türkçe’den başka ne ararsanız var. Batı müziği deyince, yalnız Radyolarda değil, sahnelerde de İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Almanca, İngilizce şarkılar dinliyor bütün Türkiye. Güzel Türkçe’miz, sınırlı bir dokunun içinde kalmış, sadece tangoların nağmelerinde gönülleri büyülemekte. İşte bu noktada, eğlence hayatımızda yeni bir zaman dilimi başlıyor. 60’lı yıllarla birlikte, genç kuşakların hedefinde olan, pop kültüründe yeşerecek Türkçe şarkıların tohumları atılıyor. Hem de kimler tarafından? Yüzü Batı’ya dönük DJ programları yapan Radyocular tarafından. “Dilim benim kimliğim” düşüncesiyle yola çıktı. “Zararın neresinden dönülse kardır” dedik...

Aklımızda popüler Batı kökenli Türk müzik evrenini, yabancı kültürle harmanlanmış yabancı dillerin egemenliğinden kurtarmak var. Ciddi bir mücadeleye girmişiz. Bir çığır açmışız. Oysa, müzikle uğraşanlar bile bunun farkında değiller. Müziğe hayat verenler, şarkıyı söyleyenler, müzik yazanlar müzik hayatımıza sanki boş vermişler. Şunu özellikle belirtmek isterim ki, Anadolu’nun bağrından kopup gelen türkülerimizi çok eski motiflerle süsleyip yorumlayanları bu sözlerimin dışında tutuyorum. İlham GENCER, Sevinç TEVS şimdilerde Paris’te yaşayan Tülay GERMAN, Ayten ALPMAN, Erol BÜYÜKBURÇ, Alpay, Barış MANÇO, Metin ERSOY ve diğerleri... Dönemin ünlü orkestraları İbrahim SOLMAZ, Faruk AKEL, İsmet SIRAL, Süheyl DENİZCİ, Müfit KİPER, Şanar YURDATAPAN, Vasfi UÇAROĞLU, Yusuf Behiç GÜNSELİ ve Doruk ONATKUT ile adını şimdi hatırlayamadığım bazı değerli orkestralar, yurtiçinde ve yurtdışında, türkülerimizden yaptıkları orkestrasyonlarla, müzik hayatımızda Türk bayrağını şerefle taşımışlardır.

Konu yabancı parçalara gelince; bu noktada çok zorlandığımızı söyleyebilirim. Yabancı parçaları, yabancılar gibi söylemek için, papağan gibi ezberleyip seslendirmenin marifet sayıldığı günlerde, Türkçe söylemek, ne demek? Üstelik o şarkıyı, meşhur eden yabancı şarkıcıya ne kadar çok benzetirseniz gazinolarda o kadar çok alkış alırdınız. Dünya şöhretlerinin şarkıları Türkçe söylemek, cesaret istiyordu. Alay konusu olabilirlerdi. Yorumcular bu nedenle isteksizdi. Direniş, dinleyiciden çok yorumcudan geliyordu. İşte çözülmesi gereken sorun buydu. Ciddi bir uğraş verdik. Madem biz yabancı şarkıların Türkçe söylenmesini istiyorduk, o zaman bu şarkıları yabancılara okutmalıydık. Yabancı şarkıcıların seslendirdikleri en sevilen şarkılarını dilimizekazandırmalıydık. Öyle de oldu. Adamo’nun sesinde, “Tombe la neige”, Fecri EBCİOĞLU’nun sözleriyle, “Her yerde kar var” olurken, İtalya’dan Peppino di CAPRI’de bana ait sözlerle, “Melankoli ne güzelsin” diyordu. Sonra da yine aynı ülkeden İtalya’dan Mina, “Un anno d’amore”yi plağa okudu “Dön bana”. Ve ona yazdığım diğer Türkçe şarkıları... Bu konuda Hey dergisinin 22 Ağustos 1982 tarihli sayısında, Doğan ŞENER, “Meçhule Doğru” adlı baş makalesinde şunları belirtmiştir. “Yabancı şarkıcıların Türkçe okumaları, yabancı parçalara yazılan Türkçe sözlerinde, Türk Pop Müziğinin doğmasında rolü büyüktür. O zamanlar, yazdıkları şarkı sözleri tartışılsa bile, Fecri EBCİOĞLU, Sezen Cumhur ÖNAL gibi kafası işleyen, müzikle ölesiye uğraşan kişilerin getirdikleri yenilikler, pop müziğin tanınmasında, sevilmesinde önemli rol oynamıştır. Bugünkü gençlere rüya gibi gelebilir”.

Şimdilerde, Mimar Sinan Üniversitesi Konservatuar Müdürü olan Prof. Dr. Mesut İKTU bu çalışmalarımız hakkında şunları söylemektedir; “Ankara Devlet Konservatuarı’nda opera eğitimi aldığım 60’lı yıllarda, “Türk Pop Müziği” diyebileceğimiz bir biçimde sadece Türkçe tangolar vardı. Klasik müzik eğitimi veren okulumuzda, yoğun geçen çalışma temposu içinde, çok da “pop” tarafından neler oluyor merak etmezdik; ilgi alanımız değildi. Ancak, müzik-söz ilişkisi beni her zaman çok ilgilendirmiştir. Öğrencilik yıllarımdan günümüze, bu konu üzerinde çok çalışmalar yaptım. O yıllarda, Radyolarda “o zaman TV’ler yoktu”, bazı şarkılar kulağımıza çarpmaya başladı. Benim için şaşırtıcıydı. Çünkü söz-müzik ilişkisi düşünülmüş, doğru aksanlar, doğru prozediler, güzel çevirilerle bazı şarkılar di