MAVİ YOL Dr. Can Fuat GÜRLESEL
Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Başkanı
Bu Anlayış İle Nereye Kadar?
 
Türkiye 2001 ekonomik kriz sonrası 2002 seçimleri ile ulaşılan tek parti iktidarının iyimserliği içinde siyasetin iyileştirilmesi ve yenilenmesi ihtiyacını göz ardı etmiştir. Ekonomik alandaki göreceli iyileşme ve tek parti hükümetinin getirdiği siyasi iklim siyasetteki yenilenme ve değişim ihtiyacını adeta örtmüştür.

Bu noktada siyasi istikrarı sadece tek partili bir hükümetin varlığı olarak algılamak ve bununla sınırlamak doğru değildir. Nitekim tek partili bir hükümetin dayatmacı, baskıcı ve uzlaşmaz tutumu ile siyasi istikrar kısa sürede bozulabilmektedir.

AKP, 2002 seçimleri ile elde ettiği tek başına iktidar döneminde Türkiye’deki siyaset etme anlayışını değiştirme fırsatını da kaçırmıştır.

1980 sonrasında yaşanan siyasi ve ekonomik dalgalanmalar ile birlikte siyaset kurumu yıpranmış, halkın mevcut siyasi kurumlara ve siyasetçilere güveni ve desteği en aza inmiştir. 2001 ekonomik kriz sonrasında toplumun geniş bir kesimi, krizlerin sorumlusu olarak gördükleri merkez partileri siyaset sahnesinden adeta silmiştir. Yine aynı seçimlerde önceden öngörülebildiği gibiyoksulluk ve yoksunluk içinde olangeniş bir kesimin tepki oyları ile birlikte bir çevre partisi olan AKP tek başına ve anayasayı değiştirecek çoğunlukla iktidara gelmiştir. Aynı seçimde toplum ile siyaset arasında büyük bir kopma yaşanmış ve dokuz milyon seçmen sandığa gitmemiş ve oy kullanmamıştır.

2002 seçim sonuçları görünüşte tek partili bir iktidarı ve böylece siyasi istikrarı ortaya çıkarmıştır ama 2002 seçimlerinin esas sonucu toplumun geniş kesiminin dönemin siyasetini darmadağın etmesi ve siyasi partileri ve onların siyasi anlayışlarını tasfiye etmesidir.

2002 seçimleri sonrasında siyasi olarak ilk beklenilen“yoksullar iktidarı” olarak tek başına hükümet olan AKP’nin bir merkez parti haline dönüşme fırsatını kullanması ve bunun için çaba sarf etmesi olmuştur.

Ancak, AKP beş yıllık icraatı sonrasında bir merkez parti olma şansını Türkiye adına kaçırmış ve ideolojik temellerine daha çok bağlanarak ideolojik beklentilerini ve hedeflerini karşılama seçeneğini tercih etmiştir. Dayatmacı ve baskıcı anlayışına ilave, son olarak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde uzlaşmaz tavrını da tescil ettirmiştir.

AKP’nin milli görüş çizgisinden gelen İslam referanslarına dayalı siyasi anlayıştan kopamadığı açıktır. Başbakan, AİHM’nin türban ile ilgili kararı sonrası bu konuda yetkili olan ulemadır, ulemaya danışılmalıdır diyebilmiştir. Meclis Başkanı 23 Nisan törenlerinde Cumhuriyetin ve rejimin temel ilkesi laiklik değiştirilmelidir görüşünü açıkça ortaya koyabilmiş ve dindar cumhurbaşkanı tercihi açıklayabilmiştir. AKP’nin Cumhurbaşkanı adayı ve Dışişleri Bakanı da eşinin türbanı nedeni ile T.C. Devleti aleyhine AİHM’de dava açabilmiştir.

Bu üç örnek dahi AKP’nin maalesef ideolojik köklerinden kopamadığını ve bir merkez parti olamayacağını göstermektedir. AKP’ninCumhuriyetin temel değerlerini kabul ederek merkeze gelme niyeti yoktur. Niyetleri İslam referanslı tabanını Türkiye’nin merkezi olarak kabul ettirebilmektir. Nitekim yine Başbakan Ankara Tandoğan’da toplanan 1 milyon kişi “millet bunları nefretle kınıyor” diyebilmektedir. Başbakan kendi tanımladığı ve sahiplendiği “millet” ile Tandoğan’da toplanan yine kendi tanımı ile “bunlar” arasında önemli bir ayrımcılık ve kutuplaşma yaratmakta, esasında Anayasa’da tanımlanan Başbakanlık görev ve yetkilerini kötüye kullanmaktadır.

AKP’nin AB süreci veABD yakınlaşması ile IMF ekonomi programına uyumu da meşruiyet ve muktedir olma arayışları olarak görülmelidir. AB ve IMF çapaları Türkiye’nin istikrarı için iki önemli çapa olmakla birlikte, AKP için esas olarak kendilerini Türk siyasetinde tutan iki çapadır.

Son olarak Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki tutumları ve meydan okumaları ile AKP’nin Türk siyasetinde kalıcı bir istikrar sağlayamayacağı ve niyetlerinin de bu olmadığı açığa çıkmıştır.

Bu nedenle Türkiye’nin önceliğimevcut zihniyetlerini değiştirmeyecekleri anlaşılan mevcut iktidarı değiştirmek olmalıdır.

Bununla birlikte 2002 seçimleri sonrasında geçen beş yıl içinde Türkiye’de halen tek başına ve büyük çoğunlukla iktidarı hedefleyen ve uzlaşmacı bir siyasi alternatif oluşturmakta da sıkıntılar yaşanmıştır.

Bu sonuca yol açan nedenler de iyi analiz edilmelidir. Siyasetteki bu alternatifin oluşmamasının sebebi siyasi partiler mi, yoksa toplum mudur. Muhtemelen bu sonuç toplumun bölünmüşlüğünden çok siyasetteki mevcut kurumların toplumun geniş bir kesimi için halen kucaklayıcı olamamasından kaynaklanmaktadır.

Bununla birlikte toplum da siyasete yeterince sahip çıkmalı, siyasete katılımcı olmalıdır. Siyasi partileri istenilen siyasi anlayıştan uzaklaştıran biraz da toplum ile siyasi kurumlar arasındaki kopmadır. Bu kopmanın önemli bir nedeni de mevcut siyasi partiler kanunu ile siyaset yapmanın zorlaştırılmasıdır. Diğer bir neden de toplumun önemli dinamiklerinin kolaycılığa kaçması ve AB sürecini Türk siyasetinin yerine ikame etme çabası ve tercihidir.

Sonuç olarak Türkiye’de siyasi istikrarın kalıcı olarak sağlanması için bugünkü mevcut siyasi anlayışın, siyaset etme şeklinin ve alışkanlıklarının değişmesi kaçınılmazdır. Türkiye’nin geleceğini öngören, planlayan, bilgiye dayalı siyaset yapan, dünya gerçeklerini iyi kavramış, halkın önceliklerini programı haline getiren ve en önemlisi Cumhuriyetin temel değerleri ile barışık siyasi partiler olmalıdır.

Türkiye’de demokrasi ancak bu nitelikteki partilerin varlığı ile güçlenecek ve siyasi istikrar ile toplumsal huzur kalıcı olacaktır. 2007 yılı seçimleri öncesinde mevcut siyasi partiler için bu şansı kullanma olasılığı halen bulunmaktadır. Öngörülen siyasi yapı ve siyaset anlayışı belki de bu seçimler sonrasında kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktır.