YAZDIK DA NE OLDU! Hadi Neşet TÜRKMEN
Ekonomik ve Siyasi Danışman
Hormonlu İhracat-İthalat ve Obez YTL
 
Yüz milyar Dolar’lık rekor ihracat sonrası basında çıkan değerlendirmeler: Türkiye Cumhuriyeti 84 yıllık tarihinde ihracat hacmini yüzde 197 bin 151 (1972 kat) artırarak, 50.8 milyon Dolar’dan 100 milyar Dolar’ın üzerine çıkardı. Yani İhracat 84 yılda 1972 kat arttı. Türkiye’nin ihracatı cumhuriyetin kurulduğu 1923’te yılda 50 milyon 790 bin Dolar iken, Eylül 2007 sonu itibariyle son bir yıllık dönemde 100 milyar 184 milyon Dolar oldu. Yıllık ihracat ilk kez 1973’de 1 milyar Dolar’ı aştı. İhracatta liberal ekonomiyle başlayan ilk hamleler Turgut ÖZAL döneminde belirginleşti. “Özal’lı yıllar” olarak bilinen dönemde ilk kez 1987’de ihracat 10 milyar Dolar’ı geçti. 1990’da 13 milyar Dolar’a yaklaşan ihracat, 2000’de 27 milyar Dolar’ı aştı. İhracat 2001’de 31.3 milyar, 2002’de 36 milyar, 2003’te 47.2 milyar, 2004’te 63.1 milyar, 2005’te 73.4 milyar ve 2006’da 85.5 milyar Dolar’a yükseldi. İhracat bu yılın ilk dokuz ayında 75 milyar Dolar’ı aştı. Devlet Bakanı Kürşat TÜZMEN “Aşırı değerli YTL’ye rağmen 100 milyar hedefine ulaştık. YTL’nin her yüzde on değer kazanması ithalatı yüzde 5 artırıyor. Bunun da 6 milyar Dolar maliyeti var. Bu da ithalat patlamasına neden oluyor” dedi. TÜZMEN, Merkez Bankası’nın ne yapması gerektiği sorusuna ise şöyle cevap verdi: “Kur politikasında değişikliğe gidilmesini beklememek lazım. Hiçbir kuruluş, benim vazifem budur, diğer işlere bakmam deyip sorumluluktan kaçmamalı. Türkiye’nin tek problemi fiyat istikrarı ve enflasyonu aşağı çekmek değil. Biraz daha akıllı hareket etmek lazım. Türkiye’nin ihracattan başka çıkışı yoktur. YTL 4 yıl öncesine göre yüzde 58 değerli” derken, aslında belli ki şikayetlerini dile getirememekten şikayetçidir. TİM Başkanı Oğuz SATICI ise, yüksek faiz düşük kur politikalarının üreticileri mahvettiğini ifade ederek faiz lobisinin kontrol edilemeyen hırslarının büyük ihtirasa dönüştüğünü söyledi. Ekonomik sistemin “faiz ve rant” kazancı üzerine kurulmaya başladığını dile getiren SATICI “Merkez Bankası da bu faiz lobisinin etkisi altındadır. Önce Merkez Bankası’nın bu lobiden kurtulması gerekiyor. Hem hükümetin hem de ekonominin önünün açılması için bu lobinin önünün kesilmesi gerekiyor” derken, kendi lobilerinin yetersizliğini de dile getirmektedir. Yaman TÖRÜNER ise diyor ki: “Dünya ekonomilerinde süreklilik ve kalıcılık anlamındaki istikrar bozuluyor. Piyasalara bağlı iniş çıkışlar ve bunların derinliği artıyor. Dolayısıyla ‘fiyat istikrarı’ artık kolayca sağlanabilir olmaktan çıkıyor. Bu nedenle de Merkez Bankaları artık politikalarını sadece ‘fiyat istikrarı’ üzerine kurgulamıyorlar. Merkez Bankamızın da “enflasyon hedeflemesi” yaparak parasal büyüklüklere fazla aldırış etmemesi ve IMF’nin de aynı paralelde, parasal büyüklükler yerine döviz büyüklükleri üzerinde durmaya başlaması bu gelişmelerin bir parçası. İMKB’deki yatırımcıların yüzde 71’i yabancı. Devlet tahvillerinin de yüzde 38’ini yabancılar almış. Bu oranlara vergi vermemek için dışarıdan yatırım yapan Türk yatırımcıları dahil; ama Türk’lerin toplam içindeki oranını kestirmek zor. Ancak gerçek yabancıların payının oldukça büyük olduğu söylenebilir. Bu gelişme son 3 yılda gerçekleşti. Daha önceleri hem İMKB hem de devlet tahvillerindeki yabancı yatırımların payı oldukça az idi. Örneğin 2004 yılında yabancı yatırımcı payı İMKB’de yüzde 15 ve devlet tahvillerinde yüzde 13 idi. Sonuç olarak Türk piyasaları ve ekonomisinin son 3 yılda giderek daha fazla dışarıya bağımlı hale geldiğini söyleyebiliriz. Türk insanı hala tedirgin. Halen vatandaş mevduatının yüzde 62.1’i dövizde. Bu oran işletmelerde yüzde 27.8’e düşüyor. Geçen yıl Mayıs ayındaki dalgalanmadan önce bu oranlar sırasıyla yüzde 43.1 ve yüzde 18.5 idi. Döviz fiyatlarında bir artış olması halinde döviz mevduatlarının bir bölümünün Türk Lirası’na çevrildiğini görüyoruz. Bu da, döviz fiyatlarının artışını engelleyen ve ani hareketlenmeleri sınırlayan bir olgu. Sonuçta para politikasını yönetenlerin işi, öncesine göre çok daha kolaylaşıyor. Doğal olarak, yüksek döviz rezervleri de Merkez Bankası’nın elini güçlendiriyor. Son yıllarda döviz fiyatlarının düşük seyretmesi ve döviz faizinin Türk Lirası faizinden çok düşük olması nedeniyle Türk şirketleri giderek dışarıdan çok daha yoğun biçimde borçlanıyorlar. Buna karşılık bankaların dışardan yaptıkları borçlanmalar sanıldığının aksine azalıyor.” Bütün bu somut değerlendirmelerin sonucunda, 100 milyar Dolar ihracat rakamına ulaşan rekortmen ihracatçılarımız, üreticileri mahveden politikalardan kurtulmak için özetle aşağıdaki andı içiyorlar: “Türküm. Üreticiyim. İhracatçıyım. Dünyalıyım. Akılcı, rekabetçi, yaratıcıyım. İlkem; en yüksek kaliteyi en doğru fiyatla satmak. Ey büyük Atatürk. Açtığın muasır medeniyetler yolunda yürüyerek, gösterdiğin hedef için yılmadan, yorulmadan çalışıyorum. Bu gayretimi artarak sürdüreceğime, yolunda yürümeye devam edeceğime namusum ve şerefim üzerine ant içerim. Ne mutlu Türküm diyene” Ne yazık ki, Türk Lirası değerlensin diye yıllardır çırpınanlar, bu gidişle yarın eve nasıl ekmek götüreceklerinin ve andın yükünün sıkıntısını çekmezler. Belki motivasyon sağlamak açısından bu tip antlar yararlı olabilir. Fakat küresel yarışmada, acımasız rekabet şartları, diplomasinin, politikanın, uluslararası iletişim ve ekonomik dengelerin etkisi, verilecek her türlü yeminin ve andın önüne geçmektedir. Bahsi geçen konularda her gün tereddütleri artan iş dünyamızın bizce daha başka motivasyonlara ihtiyacı vardır. Hormonlu ithalat ve obez YTL nedeniyle yarı mamül cenneti haline gelen ülkemizde yabancı markaların da piyasaları istila etmesi sonucunda yerli üreticilerimiz son ütücü konumuna gelmişlerdir. Kur fiyatlarının yükselmesini bekleyerek ihracat ümidi olanlar, artık bu düzenin iflas ettiğini ezberlemelidirler. Bu yeni düzene göre strateji geliştiren sanayi ve ihracat vizyonu ülkemizin bir numaralı sorunu olarak ekonomik gündemi oluşturmaktadır. Ant içelim de lütfen bunları da göz ardı etmeyelim.