HALUK ÖNEN

Yeni Bir Düzen İçin Yeni Bir Örgüt mü?
 
Birleşmiş Milletler küreselleşmiş dünyanın gereklerine cevap verebiliyor mu? Kurum içinde çıkan yolsuzluk iddiaları, dünyada değerlere öncülük yapması gereken bir yapının ilkelerini ve çalışma prensiplerini yeniden gözden geçirmesi gerektiğinin altını çiziyor.
 
Birleşmiş Milletler, dünyanın şimdiye kadar gördüğü en büyük toplu yıkım olan II. Dünya Savaşı sonrasında çok büyük hedeflerle kuruldu. Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan ve büyük bir başarısızlık olan Milletler Cemiyeti deneyiminden sonra tüm devletlerin üye olacağı, temel misyonu dünya barışını korumak ve ülkeler arasında ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda işbirliğini sağlamak olan yeni örgüt kurma ihtiyacı 1945 yılında San Francisco’da toplanan 50 ülke tarafından kabul edildi. Bu ihtiyaç doğrultusunda Birleşmiş Milletler 24 Ekim 1945’de New York’da kuruldu ve o günden bu güne dünya diplomasisinin en üst örgütü olarak faaliyetlerine devam ediyor. Birleşmiş Milletler bugüne kadar dünyanın pek çok yerinde meydana gelen çatışmaları önledi; savaşları sona erdirdi ve dünya barışının sağlanması yönündeki çalışmalara öncülük etti. Dünya barışına sadece savaşları sona erdirerek ya da anlaşmazlıklara çözümler bularak değil aynı zamanda ekonomik, bilimsel ve insani kalkınma konularında bünyesinde faaliyet gösteren çeşitli kurumlar aracılığıyla da katkıda bulundu.

Kurumun bünyesinde faaliyet gösteren UNICEF, UNESCO, FAO, WHO ve UNDP gibi kuruluşlar insanlığın kültürel, ekonomik alanlarda gelişmesini; insanların daha temiz, sağlıklı ve mutlu bir dünyada yaşaması için gerekli olan şartlara kavuşmasını sağlamak adına çok önemli çalışmalar yaptılar.

Tüm bu başarılarına rağmen Birleşmiş Milletler kurulduğu günden beri büyük eleştirilerden de kurtulamadı. Her dönemde kurumun başındaki genel sekreterler üzerinde tartışmalar yaşandı. Özellikle de kurumun uluslararası ilişkilerdeki en üst karar organı olan Güvenlik Konseyi’nin kararları bu tartışmaların odak noktası haline geldi. Aldığı kararlar; gerçekleştirdikleri veya gerçekleştiremedikleriyle; aldığı veya alamadığı inisiyatifleriyle ve iç işleyişiyle her daim tartışılan kurum hakkındaki tartışmalara son zamanlarda bir başka boyut eklendi: yolsuzluklar.

Özellikle Irak’a ambargo ve ilaç karşılığı petrol satışı ile ilgili olarak ortaya çıkan yolsuzluk iddiaları kurum içinde meydana gelen ve örnekleri pek çok ulusal ve uluslararası kurumda görülen olayların çok ötesinde algılanmış; iddialar BM sisteminin bir kez daha sorgulamasına neden olmuştur.

Bugün Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın tartışılmasının altında yatan temel neden örgütün içtihatlar ve anlaşmalarla oluşmuş uluslararası hukuk ve uluslararası kurumlar aracılığıyla dünyanın vardığı noktada dünyayı yönetmekte yetersiz kalmasıdır gerçekte. Örgüt, özellikle iki kutuplu dünyanın ortadan kalkmasıyla birlikte doğan yeni dünya düzenine; uluslararası ilişkilerdeki yeni parametrelere uygun olarak bir değişim sürecinden geçememiştir. Kurulduğu 1945 yılından beri her zaman tartışmalara sahne olan kurumun meşruiyetiilk kez bu kadar ciddi ve yoğun biçimde sorgulanmakta. Özellikle İki kutuplu dünyada uluslararası dinamikleri dengelemede o dönemim şartlarında işe yarayan Güvenlik Konseyi ve daimi üyelik sistemi, küreselleşmenin getirdiği ekonomik rekabetin gerektirdiği esnekliğe ve uluslararası değil uluslar ötesi yeni sisteme uygun değildir.

İkinci Dünya Savaşı’nın beş galip ülkesi tarafından kurulan ve o zamanki güç ilişkilerine göre çerçevesi çizilen teşkilatın özellikle Irak Savaşı ve kurumsal işleyişindeki sorunlar nedeniyle meşruiyeti sorgulanır hale gelmiştir.

Özellikle son yıllarda örgütün büyük uluslar arası sorunlardaki basiretsizliği bu tartışmanın odak noktasını oluşturmaktadır. Siyasi ve hukuki meşruiyeti sorun yaratmayan Birinci Körfez Savaşı ve NATO’nun Bosna Operasyonu gibi konularda olmasa da daha çetrefilli bir konu olan Irak Savaşı’nda örgütün yaşadığı kimlik, misyon ve idari sorunlar gün yüzüne çıkmaktadır.

Başında ABD’nin bulunduğu askeri koalisyon yapısını Birinci Körfez Savaşı ve Balkanlar’da gerçekleştirilen operasyonlarda de facto bir durum olarak kabul eden BM sistemi özellikle İkinci Körfez Savaşı sırasında dünya barışını korumada yetersiz kalmıştır. Kurum, dünyanın büyük çoğunluluğunun karşı olduğu bu sorunda uluslararası topluluğun örgütlenmesi ve ortak tavır geliştirmesinde başarısız olmuştur. Uluslararası Hukuk iyi, arzu edilir ilkeler, içtihatlar ve anlaşmalar bütünüdür ve uygulandıklarında anlam kazanırlar. Bunun uygulanması için de uluslararası toplumun rızası gerekmektedir.Birleşmiş Milletler işte bu uygulamayı sahaya yansıtacak ve uluslararası toplumun rızasını kazanmak amacıyla en uygun çözümü ortaya koyacak olan kurumdur.

ARI Hareketi olarak dünya barışını koruyacak, insanlığı yönetecek yeni bir sisteme ihtiyaç olduğuna inanmaktayız. Bu sistemi yönetecek ve yönlendirecek olan örgütün de daha dengeli daha gerçekçi, etik, daha şeffaf, daha hesap verebilen ve her şeyin ötesinde daha katılımcı olması insanlığın geleceğe daha bir umutla bakmasına neden olacaktır.