SİYASİ VİZYON Ural AKÜZÜM
ARI Hareketi Başkanı
Birleşmiş Milletler, Güç İlişkileri ve Türkiye
 
“Gerçeklerin gücü, o gerçekler doğrultusundagirişilen eylemlerin meşruiyetini hazırlar” Jurgen Habermas

Irak`ta savaş öncesi yürütülen Gıda Karşılığı Petrol programı sırasında yaşanan yolsuzluk iddialarının artmasının ardından BM Güvenlik Konseyi soruşturma başlatma kararı almıştı. Aralarında Türk işadamlarının da bulunduğu 22 ülkeden 300 işadamı, BM Genel Sekreteri Kofi Annan, proje denetçisi firmada çalışan Annan’ın oğlu Kojo Annan, programın başındaki bazı diplomatlar gibi bir çok aktörü olan bu yolsuzluk iddiası BM sisteminin kimi kesimlerce sorgulanmasına yol açtı. BM’de Genel Sekreter değişikliğinden sonra örnek bir devlet adamı olarak Kofi Annan ARI Hareketi’nin de Türkiye’de ilk imza atan kurumlardan olduğu Küresel İlkeler İnsiyatifi’ni başlattı. Kalder’e ve bu işe liderlik eden Sayın Çetin Nuhoğlu’na da buradan teşekkür etmek gerekir. BM sisteminin sorgulanmasına yol açan tek şey bu yolsuzluk iddiaları değildi. Artık içtihatlar ve anlaşmalarla oluşmuş uluslararası hukuk kuralları ve uluslararası kurumlar dünyanın vardığı noktada dünyayı yönetmekte yetersiz kalıyorlar. Çünkü yeni parametrelere uygun olarak bir değişim sürecinden geçmediler. 1945 yılında kurulan Milletler Cemiyeti ve Güvenlik Konseyi sisteminin meşruiyeti artık sorgulanacak bir duruma geldi. İki kutuplu dünyada dengeleme açısından işe yarayan bu sistem küreselleşmenin getirdiği ekonomik rekabetin gerektirdiği esnekliğe izin vermiyor. İkinci dünya savaşının beş galip ülkesi tarafından kurulan ve o zamanki güç ilişkilerine göre dizayn edilen BM’nin özellikle Irak Savaşı ve kurumsal işleyişindeki sorunlar nedeniyle meşruiyeti sorgulanır hale geldi.

Biraz daha ayrıntıya girmek gerekirse; ABD başkanlık seçiminde Bush, Demokrat Parti’ye karşı “İzole, kendisi için yaşayan, bütçe fazlasını kendi refahı için harcayan Amerika, bu doğru değil” mesajını içeren bir kampanya yaptı ve Amerikan halkının bu yöndeki beklentileriyle seçildi. 11 Eylül’de olanlar Amerika’nın bu politikayı uygulamasını imkansız hale getirdi. Bush yönetimi uluslararası terörizme karşı savaşmak ve kitle imha silahlarını yok etmek için “caydırıcı savaş” doktrinini ortaya koydu ve bunun hukuki meşruiyetini “meşru müdafaa” ile sağlamaya çalıştı. Bu doktrin doğrultusunda yapılan Afganistan ve Irak operasyonları Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” tezini doğrular nitelikte ABD’ye karşı küresel anlamda nefret ve antipati yarattı.

BM’nin Çöküşü Irak savaşı zaten Filistin-İsrail savaşı ile çok karmaşık bir yapı arz eden Ortadoğu Bölgesi’ni daha da içinden çıkılmaz ve kaotik hale getirdi. Arap dünyası bu iki konuda çok duyarlı ve bölgedeki batı karşıtlığının temelinde bu iki savaş var. BM Irak Savaşı’nda uluslararası toplumun vicdanını rahatlatacak bir çözüm bulamadı ve “güç” ile oluşan bir fiili durumu engelleyemedi. Dolayısıyla hukuki ve siyasi gücü ile ilgili soru işaretlerinin oluşmasına yol açtı. Öte yandan Avrupa Birliği Irak Savaşı sürecinde siyasi bir birlik olmadığını kanıtlarcasına ortak bir söylem geliştiremedi. Donald Rumsfeld’in “yaşlı-genç Avrupa” analojisiyle iyice ortaya çıkan bu gerilimde İngiltere-İspanya-İtalya Polonya Irak operasyonunda ABD’yi desteklerken Fransa ve Almanya, Rusya ve Çin’in de içinde olduğu, yine güce dayalı bir muhalefet gösterisi yaptılar. Bu kutuplar arasındaki psikolojik savaş “güç ve hukuk” arasındaki mücadele gibi görünse de daha güçlü ile daha güçsüz arasındaki bir diplomasiydi. BM Güvenlik Konseyi daha ziyade hukuki gerekçelerle argümanlarını zayıf bulduğu Amerika’nın ardından dünyayı bu savaşa sürüklemedi.Oysa daha önce 1. Körfez Savaşı, Bosna Savaşı, Somali ve Afganistan Savaşı’nda bu yönde bir tavır alınmamıştı. ABD’nin öncülüğünde “insanlık için” yapılan bu savaşlara uluslar arası toplu rıza göstermişti.

Uluslararası Hukuk İdeal ve doğal hukuk doktrinini bir kenara bırakırsak hukuk güç ilişkilerinin bir ürünüdür. 2. Dünya Savaşı’nın beş galibi bir süre savaşa karşı emniyet sübabı olacak Birleşmiş Milletler’in Demir Perde sonrası gerçeklerine uyarlanmasında geç kaldılar. Siyasi ve hukuki meşruiyeti sorun yaratmayan 1. Körfez Savaşı, Bosna Savaşı gibi konularda sorun çıkmasa da daha çetrefilli bir konu olan Irak Savaşı’nda sorun çıktı. Başında ABD’nin bulunduğu askeri koalisyon yapısını üç savaştır benimseyen BM sistemi dünya barışını korumada yetersiz kaldı. Uluslararası Toplum’un örgütlenmesi ve ortak tavır geliştirmesinde isabetsizlikler oldu. Uluslararası Hukuk iyi, arzu edilir ilkeler, içtihatlar ve anlaşmalar bütünüdür. Fakat bütün bunlar uygulandıklarında anlam kazanırlar. Uygulanması da uluslararası toplumun bunları uygulamaya kendi çıkarları ve dünya barışı karşılığı rıza göstermesi ile olur. BM güvenlik konularında karar alıp uygulayan bir organ değildir. Bu sistemi kurup işletenler devletlerdir. Ulusüstü böyle bir denetleme organının arkasında bir kuvvete ihtiyacı vardır. Bu kuvvet şu anda Amerika’dır. Tarihin geçmiş dönemlerinde bu güç Roma İmparatorluğu, “Güneş Batmayan” Birleşik Krallık-İngiltere ve bir dönem Osmanlı İmparatorluğu olmuştur. Rusya komünizm sonrası hala kendi gerçekleriyle baş ederken, Çin kapitalistleşme sürecinin henüz başındadır. AB ise askeri gücünü konsolide etmeye çalışan bir siyasi birlik adayıdır. İşte bu noktada 2008 yılının Kasım ayında yapılacak oylamada Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliği adaylığı daha da önem kazanmaktadır. Türkiye’nin BM’ye üye tüm devletler tarafından yapılacak oylamadaki rakipleri Avusturya ve İzlanda’dır. Türkiye dış politikasını bu oylamaya göre yeniden dizayn etmeli ve gereken diplomatik hamleleri yapmalı, dünyanın her yerindeki sorunlarla ilgili sivil toplumuyla, kamu yönetimiyle politikalar geliştirmelidir.