MUSTAFA AYDEMİR

Batıktan Çıkan Kahraman
 
“ 1953 yılında Antalya’da doğdum, 1972’de Antalya Lisesi’nden ve 1979’da da İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun olup, denizlerde geçen bir çocukluğun ardından 1975 yılında Caddebostan’daki Türk Balıkadamları Kulübü’nden ilk dalgıç brövemi aldım. Bunu, Tecrübeli Derinsu Balıkadamı Brövesi ve dalgıç hocalığı görevleri izledi. Aynı Kulüp’te, dalış okulu ve teknik komite başkanlığı yaptım, Sualtı Milli Takımı’nda ülkemizi temsil ettim. 1977 yılında Teksas Üniversitesi adına Prof. Georges BASS grubu ile Serçe Limanı Bizans – Fatimi Batığı kazısında çalıştım ve antik batıklara, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları batıklarına daldım. Mavi Dünya, Sualtı Dünyası ve Deniz Magazin’e denizler, batıklar ve balıklar hakkında uzun yıllar makaleler yazdım. Deniz Magazin’de 1999 – 2003 yılları arasında amforalar konulu yazı dizisini yayımladım. Bu yayınlar üniversitelerde tez konusu oldu. 1981’den bugüne dek İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne kayıtlı, dünyanın en büyük amfora koleksiyonlarından birini oluşturdum.”
 
Kemer limanının açıklarında otuz metre derinlikte yatan Birinci Dünya Savaşı`ndan kalan batık herkesi çok şaşırtmıştı. 1995 yılında bulunan bu batık buharlı bir savaş gemisine aitti. Ancak kimse hangi gemi olduğunu anlayamamıştı. Ama keşif edildiği zaman daha önce keşif edilmiş olduğu görüldü.Batığı keşif eden ben değilim.Keşif edildikten 1 gün sonra benim haberim oldu ve hemen ekibimi aldım, Antalya’ya gittik ve batığa indik. Ama Kemer’in enteresan bir tarafı var. Dalış okullarının olduğu bir yer. Dolayısı ile anında batık duyuldu ve herkes batığa indi.Biz indiğimiz zaman bile ertesi gün duyulduktan sonra aşağıda en az 50 tane balıkadam vardı ve yabancıydı bunlar. Haber duyulunca tüm dünyadan araştırmacılar gelmiş, batığa dalmışlar. Fakat herkesin kafası karışıktı. İngilizler, Amerikalılar, Fransızlar... Kimse geminin sırrını çözemiyordu. Bir batığın bulunması bir firavun mezarı bulunması veya antik bir şeyin bulunması gibidir.Mesela bir Firavun mezarını önce hırsızlar bulur dağın eder daha sonra bilim adamları bulur, girer bakarlar ki 1000 yıl önce 500 yıl önce soyulmuş. Gerçek bulma bilimsel anlamda bulmadır. Bilimsel anlamda bulan benim, çünkü onun kimliğini gelmişini geçmişini ve sırlarını çözen benim. Dolayısıyla 1995 yılında daldım fakat sırlarını 7 yıl sonra vermeye başladı. Bu 7 yıl içinde batık bütün dünya tarafından duyuldu bilindi. Bu işe kafayı takan çok araştırmacılar, tarihçiler ve dalgıçlar vardı, sadece Türkiye’den 50 tane arkadaşımı sayabilirim. Almanı, İngilizi, Fransızı, İtalyanı her milletten insan bu meçhul ve yıllarca sırrını vermeyen batığı çok önemsedi.

Çünkü biz ilk dalışımızda burunda kazılar yapmıştık ve Paris yazısı çıkmıştı. Delik deşik edilerek batırılmış bir savaş gemisiydi, buhar makineli savaş gemisi. Fransız olduğunu anladık üstünde Paris yazıyordu. Delik deşik edilerek batırılmış bir buhar makineli savaş gemisinin sırrı başta Fransızlar olmak üzere, herkesi ilgilendiriyordu. Ama bu batık çok enteresan, hiçbir taraftan sırrını vermedi… Korkunç bir savaş yaşandı o batığın üzerinde, o batık platformunda. Ve bu batık üstündeki savaş 7 yıl sürdü, uluslararası bir savaş oldu hakikaten. İçinde olduğum için biliyorum. Ben her gün bu adamlar bizim sırrımızı çözecek, bize rağmen bizim sularımızdaki bu batığın gizlerini bulacak diye hep endişe içinde yaşadım. 7 yıl, defalarca dalışım boşa gitti, araştırmalarım boşa gitti. Ama benim daha önce bir geçmişim var onu da söylemem lazım. Ben bundan önce de birçok batık araştırmaları yaptım ve yazdım. Batıklar insanları pek ilgilendirmiyor, çok özel bir konu. Buradaki amacım da bir makale yazmaktı fakat 7 yıl sonra bu savaşı biz kazandık, iyi ki biz kazandık, 7 yıl sonra şans benim yüzüme güldü.

Veya ben çok istedim, insan bir şeyi çok isteyince şansı da beraber gidiyor. Bir ipucu yakaladım ve o ipucunu çektikçe batığı batıran adamın ismine ulaştım. Batığı batıran kişinin adına ulaşınca onun ailesine de ulaştım ve kitabımda da bunun hikâyelerine yer verdim zaten. Anılarına ulaştım ve anılarına ulaşınca gözlerime ve okuduklarıma inanamadım. Çünkü gemiyi batıran Topçu Yüzbaşı Mustafa ERTUĞRUL, anılarında kısaca kendi özgeçmişini veriyor ve diyor ki; “ Ben İngilizlerin 110 metrelik efsanevi dev uçak gemisi - Ben My Chree -`yi uçaklarıyla birlikte Meis açıklarında sulara gömdüm” diyor. Birinci dünya savaşında uçak gemisi mi vardı? ki ben bunları bile bilmiyordum. “ 200’e yakın ufak tekneyi havaya uçurdum, İngilizler’in yine “Dark Torpillo” dev bir savaş gemisini yaraladım ve savaş dışı bıraktım” diyor. Antalya’ya gelip hareketli bir batarya oluşturmuş ve Paris 2’yi (benim ulaştığım batık) sulara gömmüş. 3 ay sonra da “Alexandra” yı sulara gömmüş. Anılarında anlattıkları inanılası şeyler değildi. Tabiî ki bunların tüm dünya arşivleri tarafından doğrulanması gerekiyordu ve bu defa 7 yıldan sonra son 2 yılımız bütün dünya arşivlerinin taranması şeklinde geçti. Bu benim tek başıma yapabileceğim bir iş değildi, bir ekip işiydi.Gönüllü bir ekip oluştu ve bu gönüllü ekiple biz ulaşılamayan bütün kaynaklara, Fransız askeri arşivlerine girdik. Türk Genel Kurmay, Fransız Genel Kurmay, İngiliz Genel Kurmay, Türk Deniz Kuvvetleri, bütün bu arşivler tarandı. Gemi komutanlarının anıları bulundu, Le Figaro gazetesinin arşivlerinde 1915-1920 yılları tarandı. Mustafa ERTUĞRUL’un tüm söyledikleri tek tek bu belgelerden askeri raporlardan doğrulandı ve “Ben Bir Türk Zabitiyim” kitabı böyle ortaya çıktı.

Okuduğumuz anılar ve bulduğumuz belgelerdeki bilgilerdeki Mustafa ERTUĞRUL’un kahramanlığı göz kamaştırıcıydı. Fakat beni en çok Mustafa ERTUĞRUL’un insan tarafı etkiledi, gözümü daha da çok kamaştırdı. Çünkü Mustafa ERTUĞRUL bütün esirlerine o kadar insanca davranmış ki bunlar o dönemin yayınlarında da yer almış. Mustafa ERTUĞRUL gerçek bir kahramandı. Kemer açıklarında denize döktüğü yaralı düşman askerlerini denizden toplayıp yaralarını saran, anılarında da "Zaferden mütevellit neş`emizi yaralı düşman askerlerinin acısına hürmeten izhar etmedik" diye yazacak kadar centilmen bir askerdi. Fransız esirler Mustafa ERTUĞRUL’un yaptığı şeyleri ailelerine yazmışlar. Diğer esirler de kendi ülkelerine askeri rapor olarak sunmuşlar. Bir gerçek var ki, bütün bunlar kayıtlarda var.Kitapta da yer alıyor. Savaşın en kötü en ateşli zamanında bile, insan kalabilmenin güzelliklerini göstermişler. Ne yapmışlar? Ölümü bekleyen yaralı Fransız askerleri denizden, onlar kıyıya çıkmaya çalışırken, onları kıyıya çıkartmışlar, kaputlarındaki eczaları çıkartmışlar yaralarını sarmışlar, gömleklerini yırtmışlar yaralarına bağlamışlar, kendi kaputlarını onlara giydirmişler, onları ölümden kurtarmışlar. Askeri bir şerefle, erkekçe karşılamışlar. Alman müttefiklerimizin komutanları; esirlere “işkence yapın konuşturun, hatta asın” demelerine karşın, Mustafa ERTUĞRUL böyle bir tutumu Türkler’e yakıştıramadığı için reddetmiş. Bu insanları hastaneye yatırmışlar, tedavilerini yapmışlar. Yani savaşın en korkunç döneminde bile, hem de bu ülkeye o topraklara çok büyük kötülükte bulunmuş bu insanlara bile son derece insanca yaklaşmışlar ve bunun belgeli örneklerini vermişler. Bu, benim gözümü kamaştırdı ve insanlığın en çok ihtiyaç duyduğu şeylerin başında, bunların geldiğini anladım. Mustafa ERTUĞRUL’un madalyalarını görünce çok şaşırdım. Çünkü o kadar çok madalyası vardı ki. Ben tarihe meraklıyım, bir çok komutanların madalyalarını biliyorum, sayılarını biliyorum. Sadece madalyalarının çokluğu bile Mustafa ERTUĞRUL’un ne kadar önemli bir adam olduğunu göste-riyor. Bunlar niçin bu kadar gizli kalmış? bunları tarih bilmiyordu.

Biz en son Genel Kurmay kayıtlarına ulaşabildik fakat kayıtlar çok sağlıklı tutulamamış.Bu gerçeği de gördük. Mustafa ERTUĞRUL’un kendi kişiliği de çok önemli, utangaç, mütevazi ve yaptıklarının asla konuşulmasını istemeyen bir insan. Anılarında diyor ki: “Türk, bunu bir görev olarak yapar ve tarihin karanlığına bırakır ve kenara çekilir, asla övünmez. Bu, övünmeyi bilmediğimden değil övünmeyi sevmediğimdendir” diyor. Ailesi de torunları da kızı da öyle diyor. Ailesi, “bunları anlatmaya biz de utanırız” dediler. “Ama artık bunun duyulma, duyurulma zamanı geldi, biz tüm bu belgeleri size vereceğiz ve biz de sizin yanınızda olacağız “ dediler. Bu tarih bu sularda yaşanmış, bu olaylar Kemer koyunda yaşanmış. Bu olayların geçtiği yerde öyle bir Anıt Müze yapalım ki bu insanlık meşalesini burada yakalım.

Yok olmaya yüz tutmuş bazı hasretleri yeniden kazanalım. Anıt Müze olarak, bu bölgeye gelen bütün bu dünya insanlarına sunalım. Bu Anıt Müze, denizin ortasından yükselecek ki şu anda orada bir sığlık var. Kemer koyunun tam ortasında sanki bu projeyi iten bir sığlık var. Işıl ışıl yükselecek ve bütün insanları kucaklayacak, asla hamasiyet içermeyen ama içinde minik müzesinde belgelerin sergilendiği bir Anıt Müze yapalım dedik.Bunun için yola çıktık, Hakan GİRİT diye bir arkadaşımız bunu projelendirdi ve üstlendi. Bu Anıt Müze için finansı ben bulacağım, yara