ARKA BAHÇE Bülent AKARCALI
Türkiye AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı
Türk - AB İlişkilerinde Fransa’nın Tutumu
 
Nasıl yorumlandığının artık hiç bir değeri ve önemi kalmadı. AB`nin Türk ve Türkiye karşıtı iki büyük, Fransa ve Almanya, üç küçük ülkesi Avusturya - Hollanda - Danimarka, Kıbrıs Rum kesiminin arkasına sığınarak belirsiz bir süre için Türkiye`nin tam üyelik sürecini durdurdular.

2007 yılında ülkemizde ve Fransa’dakiseçimler, kısa vadede olumlu bir beklenti içine girmemize imkan da vermiyor. Seçimler Türkiye’de hükümetin oyun alanını daraltırken, Baş Karşıt SARKHOZY`nin elini güçlendirip oyun alanını genişletecek. Ülkelerinde, çoğu Fransız vatandaşı olan Mağrepliler’e kızan ve onları istemeyen ama bunu açık açık söyleyemeyen gizli Fransız ırkçıları tüm nefretlerini Türkiye üzerinden kullanarak Devlet Başkanlığı seçiminde Türkiye`yi malzeme olarak kullanacaklar.

Son başkanlık seçiminde Jacques CHIRAC ile son tura kalanın neo-nazi LE PEN olduğunu hatırlarsak Fransa`da hem ırkçılığın hem de yabancı düşmanlığının vardığı boyutları tahmin edebilirsiniz.

Toplumlarının genetik yapılarında ırkçılığın daha şiddetli bulunduğu Avusturya ve Almanya`da iktidarda bulunan sağ parti hükümetlerinin Türkiye karşıtı politikaları SARKHOZY`ye daha rahat oynama imkanı sağlıyor. Fransa`da yapılan çeşitli anketler de bu gidişatın kamuoyu ve gençler tarafından benimsendiğini ortaya koyuyor.

AB üyesi ülkeleri daha liberal ve ilerici bir yapıya kavuşturmayı amaçlayan Yeni AB Anayasası’nın Fransa tarafından reddi aslında, Fransız toplumunda var olan derin krizin bir sonucuydu.

Avrupa Parlamentosu’nda Anayasa taslağını hazırlamakla görevlendirilen ve Komisyon Başkanlığı yapan, CHIRAC ile LE PEN arasındaki sağ kesimi temsil eden Giscard d`ESTAING`in çabaları, oylamayı müspete çevirebilmek için alelacele Türkiye`nin muhtemel üyeliğinin referanduma götürüleceğinin yasalaşması dahi gittikçe içine kapanan Fransızlar’ın ilerici bir Anayasa`ya evet demelerine yetmemişti.

Yaptığı ihtilal ile dünyaya Özgürlük-Eşitlik ve Adalet getiren Fransa inanılmaz bir siyasi gerileme dönemine girmektedir. Dünya ile yaşayamayan, büyük çoğunluğu Fransızca dışında yabancı bir dil bilmeyen siyaset adamlarıyla çok uzun yıllardır adeta bir kast sistemiyle işleyen ve bir türlü gelişemeyen Fransız Siyaseti, Fransız mutfağının meşhur salyangozuna dönüştü. En ufak gürültüde korkarak kendikabuğuna çekilen ve son derece ağır hareket eden bir yaratık oldu. Bu umursamazlığın altında yatan kibir ve kendini beğenmişlik Fransız siyasetinin, siyasi partilerinin hatta Fransız basınının öz eleştiri yapmasını engellediği gibi her yaptıklarının doğru olduğuna ve herkesin de bu doğruyu kabul etmeleri gerektiğini sanmalarına yol açmakta.

Olmayan bir soykırımı inkar edenleri cezalandırmayı ön gören bir yasayı, konuyla ilgili bir tek kitap okuma zahmetine girmeden, Türk meslektaşları ya da tarihçileriyle nezaketen de olsa görüşme cesareti gösteremeden çıkarmaya çabalamaları, korkaklıkları kadarkibir ve her şeyi biz biliriz megolamanlıklarının tipik bir örneğidir.

Yirminci yüzyılın başında dünyaya yayılmış çok sayıdaki Fransız sayesinde başka ülkeleri iyi tanır konumda olan Fransa bugün bu avantajını tamamen kaybetmiştir. Yurt dışında olanlar yalnız Fransız şirketleri ve iş adamlarıdır. Onlar da ülkelerinin yürüttükleri politikalardan çok şikayetçi oldukları için ya Fransızlıklarını asgariye indirme ya da biz Fransız’ız ama bugünkü Fransa bizden değildir demek durumuna düşmüşlerdir.

Diğer ülkeler açısından ise durum tamamen değişmiştir. O ülkelerde artık Fransa’yı her yönüyle bilen, tanıyan, analiz edebilen, tüm zaaf ve eksikliklerini tespit edebilen bir zümre oluşmuştur. Bu zümre sahip oldukları bilgi ve birikim sayesinde Fransa`nın palavralarını çok iyi ortaya çıkarıp yüzlerine vurabilmektedir. Fransa`ya karşı kendi ulusal çıkarlarını koruyacak politikaları geliştirip gerekli önlemleri alabilmektedirler. Örneğin Türkiye de on binlerce kişi Fransa`yı eğitimli bir Fransız kadar öğrenecek düzeyde eğitim almış ve alırken, Fransa’da Türkiye`yi eğitimli bir Türk kadar öğrenebilecek bir eğitimden geçmiş ya da geçebilecek beş tane Fransız yoktur.

Sayısal ve niteliksel bu fark ister istemez Fransa aleyhine gelişip açılacaktır. Fransız ve Alman devlet adamları ve düşünürlerinin, AB`nin kurulmasına öncülük ettiren en büyük etken ve dürtü, İkinci Dünya Savaşında ve öncesinde faşist ve Nazi rejimlerinin yani ırkçılık ve yabancı düşmanlığının yarattığı vahşeti önlemek yatar. Aradan geçen yarım asır sonra bu iki ana kurucu ülkenin devlet ve siyaset adamlarının vardıkları noktanın Türkiye`nin önünü kesmek için ırkçı ve dini ayırımcılıklar dahil her türlü düşmanca (yabancı düşmanlığı-vize engelleri-soykırım iddialarını ve bölücüleri destekleme) tavrı takınmaları olduğunu görmek AB açısından gerçekten hüzünlü olmaktadır. Tabii ki bu ülkelerde ki tüm kesimler bu görüşleri paylaşmamaktadırlar ama seslerini çıkarmamaları, pasif kalmaları diğerlerini daha da cesaretlendirmektedir. Irkçılık-yabancı düşmanlığı konularında en duyarlı parti olan Fransız Komünist partisinin dahi gelişen bu faşizan akımlara karşı ciddi bir tepkisi görülmemektedir.

SARKHOZY Fransası’nın her yönüyle Türkiye karşıtlığınla besleneceği önümüzdeki dönemde Sosyalist Parti adayı SAGOLEN`in Türkiye hakkında ilgisizlik ve bilgisizliğinden kaynaklanan pasifliğini iyiye yorumlamak saflık olur.

AB`nin ilk kuruluş günlerinden kalan karar düzenindeki tuhaflık, bir tek hayrın tüm “evet”lerin önüne geçmesi bu noktaya gelinmesinde başlıca rolü oynadı. Başını İngiltere’nin çektiği, İtalya-İspanya-İsveç ile Portekiz ve Belçika’nın samimi destekleri ancak hasarın büyük ve kalıcı olmasını engelleyebildi.

Fransa, resmen ilan etmese de mevcut politikalarıyla Türkiye`yi tam bir hasım kabul etmekte ve ona göre davranmaktadır. Türkiye daha bu vahim tutumun bilincine erişmiş değildir. Hiçbir kalıcılığı ve etkinliği olmayan basit boykotlarla Fransa’ya cevap verilmiş olmaz.

Bir sonraki yazımda nelerin yapılabileceğini anlatmaya çalışacağım.