FAZLI KEŞMİR

Kopenhag Kriterlerinin Her Halükarda Hayata Geçirilmesi Türkiye'nin Yararınadır
 
3 Ekim’de müzakerelerin başlayabilmesi için Türkiye gerekli tüm koşulları yerine getirmiş durumda. Durumun böyle olduğu AB Komisyonu tarafından açıkça kayıtlara geçirilmiş. Şimdi görüşmeler başlasın mı başlamasın mı diye tartışma açmak isteyenler var.
 
Bir önceki görevinizde Makedonya’da bulundunuz. Oradaki görevlerinizi tanımlayabilir misiniz?
En son görevimde yurtdışında, Makedonya’da Üsküp Büyükelçisi olarak bulundum. Oraya 1997’de gittim ve 2001’de Türkiye’ye döndüm. O dönemde Balkanlar genellikle dünyanın ilgi çeken bir bölgesiydi; daha sonra bu ilgi Ortadoğu’ya yöneldi.Daha Bosna konusu tam olarak çözüm yoluna girmemişti ve Makedonya’nın da içinde bulunduğu Doğu Balkanlar dediğimiz bölge kaynamaya başlamıştı. Benim orada bulunduğum bu dört sene biraz çalkantılı bir döneme denk geldi. 1999’da Kosova’da savaş çıktı. Bunun Makedonya’ya da ciddi yansımaları oldu. İçlerinde soydaşlarımızın da bulunduğu 300.000 kişi Makedonya’ya sığındı. Türkiye bu sığınmacılardan önemli bir kısmını göçmen olarak aldı. Bunun yanı sıra Makedonya’da kalanlar içinde Türkiye kamplar kurarak yardımcı oldu.

Bu savaşın bitmesinden sonra da, 2001 yılında Makedonya’da, Makedonlarla Arnavutlar arasında bir çatışma çıktı. Böyle bir dönemde orada görev yaptım. Aslında küçükve çok güzel bir ülke, doğası muhteşem, alt yapısı gelişmiş ve de orada bizim soydaşlarımız var. Nüfusun %5’ine yakını Osmanlı’dan geriye kalmış Türkler. Üsküp, MakedonyaOsmanlılar’ın Avrupa’da ilk yerleştiği bölge. Osmanlılar’ın Üsküp’e girmesi, İstanbul’un fethedilmesinden daha önce. Aşağı yukarı 600 yılda orada kalmışlar ama bunun kötü izleri yok. Makedon halkı hem Türkiye’ye hem de Türkler’e karşı dostluk duyguları besliyor ve bu da işbirliğimize çok olumlu olarak yansımış durumda.
Çok ufak bir ülke olmasına rağmen bizim açımızdanhem konumu hem de ilişkilerimiz itibarı ile önemli bir ülke. Bu olumlu tablo içindeki dört yıllık görevimin bitişinde, 2001’de İstanbul’a döndüm ve yerleştim. Zaten uzun zamandır özlemini çektiğim, doğduğum, büyüdüğüm şehirdi burası. Daha sonra bugün bulunduğum görevi yapan arkadaşım emekli olunca onun yerine ben geçtim, emekli olana kadar da bu görevde kalacağım.

Bünyenizde farklı yapılandırmaları da bulunduruyorsunuz. D-8 ve Karadeniz Ekonomik İşbirliği (‘KEİ’)’nde canlanma süreci yaşandı ve faaliyetler devam ediyor.
Karadeniz Ekonomik İşbirliği ve D-8, Dışişleri Bakanlığı İstanbul Temsilciliği bünyesinde değildir. Sadece her üye kuruluş da aynı binada görev yapmaktadır. KEI Türkiye’nin inisiyatifi ile kurulmuş, Karadeniz havzasındaki ülkelerin ekonomik işbirliği geliştirme amacıyla kurulmuş bir uluslararası kuruluştur. Sekretaryası, yani Genel Sekreteri, yardımcıları ve diğer birimleribu binada bulunmaktadır.
Dışişleri Bakanlığı İstanbul Temsilciliği ise nevi şahsına münhasır bir kuruluş, ihtiyaç sonucu olarak zaman içinde ortaya çıkmış. Uzun yıllardan beri Türkiye’ye gelen üst düzeydeki yabancı yetkililerin, özellikle siyasi kanadın, (Dışişleri Bakanları, Başbakanlar ve Cumhurbaşkanları) ziyaret programlarında İstanbul’un da giderek daha fazla yer almasının ortaya çıkardığı bir ihtiyaç bu.
Onun dışında İstanbul bir kongre merkezi haline geldi, büyük uluslararası toplantılar İstanbul’da yapılıyor. Bütün bu nedenlerden dolayı, İstanbul’da bir temsilcilik kurulmasının yararlı olacağı düşünülmüş. Önce bir kişi ile başlamış, sonra gelişmiş ve bugünkü haline gelmiş. Burada bir büyükelçi ve 6-7 kişilik bir yardımcı kadrosu bulunuyor. Bu temsil fonksiyonuna ilaveten 2-3 yıldır da İstanbul’daki Başkonsoloslukların bazı işlerine bakıyoruz. Bu binada 3. bir kuruluş olarak, D-8’de görev yapıyor. Türkiye ile beraber 7 tane gelişmekte ve genellikle Müslüman ülkenin bir araya gelip aralarındaki ekonomik işbirliğini geliştirmek üzere kurdukları bir teşkilat. Yine inisiyatif Türkiye’den geldiği için sekreteryası Türkiye’de ve bu binada görev yapıyorlar.

Başlarında emekli bir büyükelçi görev yapıyor. Dönüşümlü olarak toplantı yapıyorlar. Her sene bir ülke başkanlığı alıyor ve toplantıyı o ülkede yapıyorlar. BM Genel Kurulu’nun toplanması münasebetiyle her yıl Eylül’de New York’ta toplantı yapıyorlar.

AB ile Türkiye arasında öngörülen 3 Ekim müzakereleri hakkında neler düşüyorsunuz?Müzakereler iptal edilir veya ertelenirse Türkiye ne yapmalı?
3 Ekim’de müzakerelerin başlayabilmesi için Türkiye gerekli tüm koşulları yerine getirmiş durumda. Durumun böyle olduğuAB Komisyonu tarafından açıkça kayıtlara geçirilmiş. Şimdi görüşmeler başlasın mı başlamasın mı diye tartışma açmak isteyenler var. Görüşmelerin başlamasını önlemek için yine oy birliği ile karar almak gerekiyor. Oysa görüşmelerin başlaması için 17 Aralık tarihinde alınmış önemli ve bütün Birlik üyelerini bağlayıcı karar var. Buna rağmen olumsuz bir karar çıkacağını düşünmüyorum.
Benim şahsi görüşüm; Kopenhag Kriterleri’nin her halükarda hayata geçirilmesi Türkiye’nin yararınadır. Türkiye’nin sosyal ekonomik ve siyasi bakımdan gelişmesi, ileri gitmesi, uygar ülkeler düzeyine çıkması için zaten yerine getirmesi, hayata geçirmesi gereken hususlardır. Çok daha ileri bir düzeye geldiğimizde zaten AB’ye girdik, giremedik konusu bir ölçüde anlamını yitirecektir. Ama ben şahsen olumsuz bir karar beklemiyorum. AB içinde de bunu ciddi bir şekilde ele alıp, iç politika kaygılarından uzak bir şekilde değerlendirenler, Türkiye’nin, Birliğe katılmasının AB’ne de yarar getireceğini, faydalı olacağını görüyorlar ve söylüyorlar. Objektif bir bakışla, bu sürecin başlayacağı sonucuna varmak daha mantıklı geliyor. Ama tabii bu kolay bir süreç olamayacaktır.

AB ile GB konusunda genel olarak neler düşünüyorsunuz? GB’ni eleştirenler var.
GB Türkiye’den bir şey götürmedi, ekonomik bakımdan kazandırdı. Çünkü, Türk sanayii bu rekabet ortamında daha da güçlendi. Türkiye’nin GB’ne girmesinden önce yapılan eleştirilerde yer alan sakıncalar ortaya çıkmadı. Türkiye’nin dış ticareti, ihracatı çökmedi, ithalatı altından kalkılamaz bir düzeye gelmedi, ciddi bir rekabet gücü kazanıldı. Şahsen GB’nin Türkiye’ye yarar getirdiğini düşünüyorum. Şimdi, ekonomik konularda da büyük ölçüde uyum sağladığımız için avantajlı durumdayız.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (‘GKRY’) ve AB üzerlerine düşeni yaptılar mı ? AB ile müzakerelerin başlaması için Türkiye’den GKRY’yi tanımasını istemek ne derece doğrudur?
Türkiye, AB ile müzakerelerin başlaması için gerekli koşulları yerine getirmiştir. Bu koşulların arasında Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tanıması gibi bir koşul da mevcut değil. Dolayısıyla, Türkiye’den bunun beklenmemesi gerekir. Türkiye ve Kıbrıs Türkleri, Kıbrıs konusunda üzerlerine düşeni referandum öncesi ve referandumla yerine getirmişlerdir.Üzerine düşeni yerine getirmeyen GKRY ve AB’dir. AB süreç içinde Kıbrıs Türkleri’ne karşı yapacaklarını söyledikleri şeyleri yerine getirmemiş durumdadır. Burada hiç kimsenin Türkiye’ye söyleyecek bir şeyinin olmaması gerekir.

Kıbrıs sorunu BM nezdinde çözümlenmesi gereken bir konudur. Annan Planı’na GKRY referandumda HAYIR diyerek, kötü niyetini ortaya koymadı mı? Ayrıca, AB ülkeleride bu konuyu dejenere edip Türkiye karşıkullanmıyorlar mı?
AB’de Türkiye’nin üyeliğine karşı olan çevrelerin mevcudiyeti bilinmeyen bir şey değil. Bu çerçevede Kıbrıs Sorununu da Türkiye’de karşı kullanmak istemeleri ve kullanmaları mümkün.
Ama sonuçta Türkiye, bugün Kıbrıs konusunda gelinen nokta itibariyle haklı bir konumdadır. Türk tarafının, Annan Planı çerçevesinde çözüm isteyen taraf olduğu, çözümü reddeden tarafın ise Kıbrıs Rum tarafı olduğu çok açıklıkla ortaya çıkmıştır. Gerçekten bir çözüm isteniyorsa nasıl bir yol izlenmesi gerekeceği de ortadadır.
Bunun dışında bir çözüm arayışı böyle bir yaklaşımın arkasında başka düşünceler bulunduğunu akla getirebilir.