TONY BLAIR

Bu Bir Değerler, Halklar ve Uluslararasında Bir Dayanışma Birliğidir
 
İnsanlar Avrupa hakkında bugün bir çok konuda fikir ayrılığına düşse de, en azından bir konuda hemfikirler: Avrupa, geleceği hakkında derin bir tartışmanın tam ortasındadır. Bugün sizlerle bu tartışma, bunun nedenleri ve nasıl çözüleceği hakkında konuşmak istiyorum. Her krizde, bir fırsat vardır. Şimdi de Avrupa için burada bir fırsat var; bunu kullanacak cesaretimiz varsa tabii.
 
İnsanlar Avrupa hakkında bugün bir çok konuda fikir ayrılığına düşse de, en azından bir konuda hemfikirler: Avrupa, geleceği hakkında derin bir tartışmanın tam ortasındadır. Bugün sizlerle bu tartışma, bunun nedenleri ve nasıl çözüleceği hakkında konuşmak istiyorum. Her krizde, bir fırsat vardır. Şimdi de Avrupa için burada bir fırsat var; bunu kullanacak cesaretimiz varsa tabii.



Avrupa hakkındaki bu tartışma, kişisel şekilde veya hakaretlerle sürdürülmemelidir. Fikirlerin açıkça ve dürüstçe paylaşıldığı bir ortam olmalıdır. İşte tam bu noktada, tartışmayı ve bunun altında yatan fikir ayrılığını nasıl tanımladığımı açıklamak istiyorum.
Sorun, "serbest pazara sahip" bir Avrupa ile sosyal bir Avrupa arasında değil; ortak bir pazardan kaçınanlarla Avrupa’yı siyasal bir proje olarak görenler arasındadır.
Bu yalnızca yanlış bir yorum olmakla kalmaz. Bu, Avrupa’da değişim isteyenleri, değişim isteğinin ideal Avrupa’ya ihanet olduğu düşüncesini temsil ederek sindirmek; Avrupa’nın geleceğiyle ilgili tartışmada ısrarcı olmanın, Avrupa aleyhtarı görüşü kabul etmek olduğunu iddia ederek, bu ciddi tartışmayı ört bas etmeye çalışmaktır.
Bu, bütün siyaset yaşamım boyunca mücadele ettiğim bir düşünce biçimidir. İdealler, değişim yoluyla varlığını sürdürür; zorluklara karşı atalet gösterdikçe ölürler.
Ben, hırslı bir Avrupa yanlısıyım. Hep öyle oldum. İlk oyumu, 1975 yılında üyelikle ilgili İngiliz referandumda kullandım ve evet oyu verdim. 1983 yılında, bu seçimden önce İngiltere’de seçilecek olan son adayken ve partim Avrupa’dan çekilme politikası uygularken, seçim konferansında bu politikayla aynı görüşü savunmadığımı söyledim. Bazıları, seçimi kaybettiğimi düşündü. Bazıları belki de kaybetmiş olmamı diledi. Daha sonra, 1980’lerde politikamızın değişmesine yardımcı oldum ve bu değişimden hep gurur duydum.

Başbakan olduğum günden beri, Sosyal Şartı imzaladım, Fransa ile birlikte, modern Avrupa Savunma Politikası’nın oluşturulmasına yardımcı oldum, Amsterdam`da, Nice’ta ve daha sonra da Roma Anlaşmaları’nda üzerime düşen görevleri yerine getirdim.
Bu, bir değerler ve uluslar ve insanlar arasında bir dayanışma birliğidir; yalnızca ticaret yaptığımız ortak bir Pazar değil, vatandaşlar olarak içinde yaşadığımız ortak bir siyasi alandır.
Her zaman da öyle olacaktır.
Ben Avrupa’ya siyasi bir proje olarak inanıyorum. Ben Avrupa’ya güçlü ve insancıl olan sosyal bir boyutta inanıyorum. Yalnızca ekonomik bir pazar olan bir Avrupa’yı asla kabul edemem.
Sorunun bu olduğunu söylemek, gerçek tartışmadan kaçmak ve işlerin zor zamanlarda birbirimize sürekli söylediğimiz rahat kısmında saklanmaktır. Ekonomik açıdan başarılı olmak için gerekli Avrupa ile sosyal Avrupa arasında bir bölünme yoktur. Siyasi Avrupa ve ekonomik Avrupa ayrı alanlarda yaşamamaktadır.
Sosyal Avrupa’nın amaçları ile ekonomik Avrupa’nın amaçlarının birbirinden beslenmesi gerekir. Siyasi Avrupa’nın amacı, demokratik ve etkin kurumları, bu iki küredeki ve istediğimiz ve karşılıklı çıkarlarımız için birlikte hareket etmemiz gereken alanlarda politikayı geliştirmek için desteklemek olmalıdır. Ancak, siyasi liderliğin amacı, bugünün dünyası için doğru olan politikaları uygulamaktır.
50 yıldır, Avrupa liderleri bunu yapmaktadır. Krizden bahsediyoruz. Öncelikle başarıdan bahsedelim. Savaş sona erdiğinde, Avrupa harap haldeydi. Bugün, AB, siyasi başarının bir abidesi olarak durmaktadır. Yaklaşık 50 yıllık barış, 50 yıllık refah, 50 yıllık gelişim... Bunu düşünün ve buna minnettar olun.
Tarihin büyük bölümü AB tarafındadır. Dünya çapında ülkeler bir araya gelmektedir, çünkü kolektif işbirliği ile bireysel güçlerini arttırırlar. 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar, yüzyıllarca, Avrupa ulusları bireysel olarak dünyada baskın olmuş, büyük kısmını sömürgesi altına almış, dünya liderliği için birbirleriyle savaşmışlardır.

İkinci Dünya Savaşı katliamı sonucunda, siyasi liderler o günlerin geride kaldığını anlayacak görüşe sahip olmuşlardır. Bugünün dünyası, bu görüşü küçültecek değildir. Öngörüsünü göstermektedir. ABD, dünyanın tek süper gücüdür. Ancak Çin ve Hindistan, her biri AB’nin toplamının üçer katı olan nüfuslarıyla, birkaç on yıl içinde dünyanın en büyük ekonomileri olacaklardır. Birlik içinde ve birlikte çalışan Avrupa fikri, uluslarımızın bu dünyadaki yerlerini korumaya yetecek kadar güçlü olmaları için şarttır. Şimdi, yaklaşık 50 yıl sonra, yenilenmek zorundayız. Bunda utanılacak bir şey yoktur. Bütün kurumlar bunu yapmalıdır. Ve yapabiliriz. Fakat bunu ancak, içinde yaşadığımız modern dünyayla ilgili inandığımız Avrupa ideallerini yeniden kaynaştırırsak yapabiliriz.

Eğer Avrupa Avro-kuşkuculuğa yenik düşse veya bu muazzam zorlukla karşı karşıya kalan Avrupa devletleri küreselleşmeden kaçabilecekleri umuduyla kendi kabuklarına çekilerek, çevremizdeki değişimlerle yüzleşmekten kaçınırsa,sürekli aynı şeyleri tekrar edercesine Avrupa’nın mevcut politikalarına sığınırsak, tekrarlama ediminin ta kendisiyle bunları daha olası kılar, işte o zaman başarısız olma; büyük, stratejik ölçekte başarısız olma riskine gireriz Zaman, Avrupa’nın değişmesini isteyenleri Avrupa’ya ihanet etmekle suçlama zamanı değildir.
Zaman, Avrupa’nın yalnızca değişim yoluylagücünü, ilgisini, idealizmini ve dolayısıyla insanlar arasındaki desteğini tekrar kazanacağını anlama zamanıdır. Ve her zamanki gibi, halk politikacıların önündedir. Siyasi sınıf olarak biz, her zaman, günlük siyasi takıntılarla ilgilenmeyen halkın, bunu anlamayacağını, olayın inceliğini ve karmaşıklığını kavrayamayacağını zannederiz.

Ancak, sonuçta, insanlar her zaman politikayı bizim anladığımızdan daha iyi anlar. Bunun nedeni açıkça, günlük politika takıntısına sahip olmamalarıdır.
Sorun, Avrupa Birliği fikri ile alakalı değildir. Modernleşme ile alakalıdır. Politikayla alakalıdır. Bu, Avrupa’yı nasıl izole edileceği yle ilgili bir tartışma değil; yapması gerekeni yapmasının nasıl sağlanacağıyla ilgilidir: insanların yaşamlarını iyileştirmekle. Şu anda ikna olmamışlardır. Bunu düşünün.
İki yılı Konseyde olmak üzere, Avrupa, dört yıldır yeni Anayasamızla ilgili bir tartışma yürütmektedir. 25 üye devletten oluşan ve zamanla 27, 28 ve hatta daha fazla üye devlete sahip olacak bir Avrupa’yı yönetecek yeni yasalar belirlemek, detaylı ve dikkatli bir çalışmaydı. Bu, bütün Hükümetler tarafından onaylanmaktaydı. Bütün liderler tarafından desteklendi. Daha sonra, referandumlardaiki kurucu Üye Devlet tarafından, Hollanda’da yüzde 60’ın üzerinde oyla açıkça reddedildi. Gerçek şu ki, bir çok Üye Devlette referandumda bugün bunun için "evet" oyu almak çok güçtür.

Bunun olası iki açıklaması vardır. Bunlardan biri, insanların Anayasa’yı inceledikleri ve belli maddelerine karşı çıktığıdır. Çoğunluktaki "hayır"ın temelini bunun oluşturduğundan şüpheliyim. Bu, kötü bir yasa tasarısı veya belirli metinsel anlaşmazlıkla ilgili bir konu değildi.
Diğer açıklama, Anayasa’nın, insanların Avrupa’daki devlet ilişkileriyle ilgili daha geniş çaplı ve daha derin bir memnuniyetsizliklerini kaydetmek için yalnızca bir araç haline geldiğidir. Doğru analizin bu olduğuna inanıyorum. Eğer öyleyse, bu, siyasi kurumların yaşadığı bir kriz değil; siyasi liderlik krizidir. Avrupa’daki insanlar bize zor sorular yöneltiyorlar. Globalleşme, iş güvenliği, emekli maaşları ve yaşam standartları konularında endişeliler. Yalnızca kendi ekonomilerinin değil, içinde yaşadıkları toplumların değiştiğini görüyorlar.
Geleneksel topluluklar yıkılıyor, etnik düzenler değişiyor, aileler işle ev hayatını dengelemede zorlandıkları için aile hayatı baskı altında… Derin bir karmaşa ve değişim döneminden geçiyoruz. Çocuklarımıza, kullandıkları teknolojiye ve yüzleştikleri iş pazarlarına bir bakın. Dünya, bizlerin öğrenciler olarak 20, 30 yıl önce yaşadığımıza bakıldığında tanınamaz hale geldi. Bu gibi değişimler yaşandığında, makul insanların liderlik yapması gerekir. Yapmazlarsa,