MUSTAFA V. KOÇ

Türkiye’nin Gündeminin, Artık AB Gündemini İzlemeye Ve Ona Paralel Hale Gelmeye Başlaması Gereklidir.
 
2006’nın ilk aylarını geride bırakırken, yıl boyunca ülke olarak bizi meşgul edecek gündemin ilk maddeleri de yavaş yavaş gelişmeye başladı. 2006, daha şimdiden iyi yönetilmesi gereken bir yıl olarak kendini gösteriyor.
 
Önümüzdeki döneme dünya ekonomisi açısından baktığımızda fırsatların ve risklerin dengelendiğini görüyoruz. IMF beklentilerine göre, dünya ekonomisi 2006 yılında, 2005’in biraz üzerinde, % 4,75 civarında büyüyecek.

ABD ekonomisindeki büyümenin, 2005 çizgisini yaklaşık olarak koruyarak, % 3.5 civarında veya bunun biraz altında gerçekleşmesi bekleniyor. Avrupa’da ise büyümenin 2005 yılının üzerine çıkarak % 1,4 - 2,4 aralığında gerçekleşmesi bekleniyor.

Bu büyüme rakamları, dünya piyasalarında 2006 yılında, Türkiye’nin ihracatını etkileyecek 2005’ten farklı ve olumsuz bir yapının olmayacağını gösteriyor.

Ancak petrol fiyatlarındaki artışın sürmesi eğilimini bir risk faktörü olarak değerlendirmek, buna 2005 yılında yaşadığımız likidite bolluğunun tersine 2006’da dünya piyasalarında bir likidite daralmasının beklendiğini eklemek gerekiyor. Bu iki risk faktörü, Türkiye’nin enflasyon hedeflemesi, mali disiplin ve yapısal reformlardan oluşan sacayağını 2006’da titizlikle koruması gerektiğini bize söylüyor.

Öte yandan cari açık konusunu dikkatle izlemeye devam etmek, 2005’teki açığın dünyadaki likidite bolluğu sayesinde finanse edilebilmiş olmasını bu yıl için örnek olarak almamak gerekiyor. Türkiye’nin, özellikle doğrudan yabancı sermaye yatırımları tarafından tercih edilen bir ülke olabilmesi için gösterilen çabaların belirgin biçimde artırılması şart. Bugüne kadar verimlilik artışları ile sağlanabilen rekabet gücü artışının, bundan böyle ilave önlemler gerek-tireceğini görmek gerek. Bunlar, kayıt dışı ile mücadele edilir ve vergi tabana yayılırken, enerji ve istihdam üzerindeki vergi yüklerinin azaltılması ve bu yolla maliyetlerin düşürülmesi gibi önlemler olmalıdır.

2006 yılı için dikkatle izlenmesi gereken diğer riskler ise daha ziyade uluslararası ilişkiler alanında kümelenmiş gözüküyor. Her şeyden önce bölgemizdeki çalkantıların, durulmak bir yana, artarak süreceğini görebiliyoruz.

Seçimlerin yapılmış olmasına rağmen, Irak’ta istikrar ve güven ortamının hakim olacağına dair yeterli işaretin henüz görülmediğini söyleyebiliriz.

Suriye’nin uluslararası sistemle olan sorunlarının çözümlenmesi en büyük dileğimiz. İran’da nükleer silahlanma potansiyeli de, istikrarın zarar görmesi de ülkemiz açısından olumsuz etki yaratabilir. Filistin ve İsrail’deki seçimlerin sonuçları ise Ortadoğu barış sürecine yeni bir dinamik getirebilir.

Bu vesile ile, hükümetimizin son Kıbrıs açılımını, gerek inisiyatifi ele alması, gerekse iyi bir zamanlamayla yapılmış olması açısından desteklediğimizi de belirtmeliyim.

İçinde yaşadığımız coğrafyada düzen ve istikrarın varlığı Türkiye açısından son derece önemlidir. Bölgenin, ekonomimizin önemli aktivite alanlarından biri olmasının ötesinde, Türkiye’nin, sınır komşularındaki gelişmeler yüzünden bir kez daha arada kalması asla arzu etmeyeceğimiz bir durumdur. Bütün bu alanlarda hazırlıklı olmanın yanı sıra pro-aktif bir dış politika stratejisi izlemenin zorunlu olduğu ortadadır. Sözünü ettiğimiz bölgesel gelişmelerin bizim için potansiyel birer istikrarsızlık kaynağı olduğu düşünülürse, 2006 yılında Türkiye’nin hiç değilse kendi kendine sorun çıkarmamasının ne kadar önemli olduğu anlaşılır.

Bu açıdan, ekonomik dengelerin korunması ve geliştirilmesi, siyasal istikrarı risk altına sokacak gündem maddelerinden kaçınılması önem kazanmaktadır. Genel seçimlerin zamanında yapılması, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin siyasal istikrarı koruyacak şekilde yönetilmesi de son derece önemlidir.

İstikrar açısından AB süreci de son derece önemlidir. AB’ne tam üyeliğin, uzun dönemde ülkeye sağlayacağı ekonomik, siyasal ve sosyal yararlar bir yana, kısa dönemde, ekonomik ve siyasal istikrara yaptığı ve yapacağı katkının dikkatlerden uzak tutulmaması gerekmektedir.

AB müzakere sürecinde zaman zaman zorluklar yaşayacağımızı biliyoruz. Ancak hangi zorluklarla karşılaşırsak karşılaşalım, kısa ve uzun vadeli ulusal çıkarlarımızın, sürecin devamını sağlamayı gerektirdiğini unutmamamız gerekiyor.

Bir başka önemli nokta da, Türkiye’nin gündeminin, artık AB gündemini izlemeye ve ona paralel hale gelmeye başlaması gereğidir. Tam üyesi olmak için hazırlandığımız birliğin gündemine aldığı konular bizi yakından ilgilendirmektedir.

AB dönem başkanlığı, 2006 yılının ilk 6 ayında Avusturya, ikinci 6 ayında Finlandiya tarafından yürütülecektir. Her iki dönem başkanı da AB vatandaşlarının günlük yaşamlarında önem taşıyan konulara öncelik vereceklerini belirtmektedirler. 2006 yılında Avusturya ve Finlandiya, 2007-2013 dönemi mali perspektifini uygulamaya hazır hale getirmek için çalışacaklar. 2006 sonuna kadar Avrupa Anayasası’nın onay sürecinin ne şekilde devam edeceğine de karar verilecek.

Avrupa’nın ekonomik dinamizmini artırmak amacıyla özellikle hizmetler, telekomünikasyon, enerji ve mali hizmetlerde iç pazarın bütünleşmesinin tamamlanması için çalışılacak. Ar-Ge’nin desteklenmesi, bilgi temeline dayalı ekonominin ve insan kaynaklarının geliştirilmesi, yenilikçiliğin desteklenmesi öncelik verilecek konular arasında yer alıyor.

Büyüme ve istihdam için KOBİ politikasına ve turizme yeni yaklaşımlar getirilmesine, sanayi politikasının gözden geçirilmesine, Ar-Ge için bir eylem planı hazırlanmasına öncelik verilecek. Rekabet gücünün artırılması için eğitimin etkinlik ve verimlilik açısından değerlendirmesi yapılacak ve 2006 sonuna kadar meslek eğitimi ve öğretimi ile ilgili sonuca varılacak.

“Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi” yenilenecek, enerji politikası gözden geçirilecek, Ortak Tarım Politikası’nda yapılan reformlar güçlendirilecek, Özel Tüketim Vergisi ve Katma Değer Vergisi sistemlerinin sadeleştirilmesi için çalışılacak.

Görüldüğü gibi, AB gündemi Türkiye’nin bizim önerdiğimiz gündeminden hiç de uzak değil. Daha fazla üretim, daha fazla istihdam, rekabet gücünün artırılması, geleceğe hazırlık yapılması gibi konular AB’de de olsanız, Türkiye’de de olsanız gündemin üst sıralarını işgal etmek zorunda.

Biz de ekonomi politikalarımızı stratejik bir bakış açısıyla gözden geçirmeli üretim, istihdam, rekabet gücü perspektifinden, geleceğe hazırlık perspektifinden bakarak, ekonomide yapısal bir değişim başlatmalıyız.

Rekabet gücümüzü artırmak ve geleceğe yatırım yapmak için insan kaynaklarımızı her düzeyde geliştirmeliyiz. Bunun gerektirdiği kapsamlı eğitim reformuna bir an önce el atmalıyız. Üniversitelerimizin bilgi ve teknoloji üretecek seviyeye yükseltilmesi, orta öğrenim kurumlarımızın çağdaş eleştirel, araştırıcı insan yetiştirmesinin sağlanması, meslek okullarımızın ekonominin ihtiyaç duyduğu ara elemanları ülkeye kazandırması bizi gelişmiş ülkeler arasında yer alma yolunda hızlandıracak en temel etkenler arasındadır.

Bunlarla yetinmeyerek siyasal sistemimizin yüksek demokratik standartları, temsilde adaleti ve yönetimde istikrarı bir arada gerçekleştirebilecek şekilde reforma tabi tutulmasını da sağlamalıyız. Bu, ekonomik istikrarı sürekli kılabilecek kalıcı bir siyasal istikrar için zorunludur. Bütün bu çerçeveyi korumak üzere de bir hukuk devleti olmayı başarmalıyız. Bunun için gerekli hukuksal ve idari altyapıyı kurmalı, yargı sistemimizi baştan aşağı reforma tabi tutmalıyız.

Ülke yönetiminin, dünyadaki siyasi ve ekonomik gelişmelere uygun politikalar belirlemesi, beklenen davranışlardan biri olmakla birlikte, hedeflerimiz ve ideallerimiz açısından önümüzdeki dönemde bizlere yetmeyecektir.

Türkiye’nin gelişmiş ülkeler arasında yer almak gibi bir ideali mevcuttur. Bugüne kadar bu ideal doğrultusunda yürüdüğümüze ilişkin en belirgin işaret, AB sürecinde inişli-çıkışlı da olsa bir süreklilik sağlanabilmesi ve bu sürece paralel biçimde bazı ekonomik-siyasal reformların gerçekleştirilmesi olmuştur.

Ancak, ülkemizde pek çok alanda reform ihtiyacı varlığını sürdürmektedir ve “geminin öngörülen rotada yol aldığını” asıl olarak bu reformlar