PERİSKOP Mehmet Uğur CİVELEK
Ekonomist
Rehavete kapılma lüksümüz bulunmuyor!
 
Makro ekonomik göstergelere baktığımızda Türkiye ekonomisinin küresel krizden en çok etkilenenler arasında olduğunu görüyoruz. Alınan önlemlere rağmen daralmanın %6 düzeyine zorladığını, işsizliğin hatırı sayılır ölçüde arttığını, bütçe açığının büyüdüğünü ve dış ticaret hacmi daralırken açığın küçüldüğünü hatırlıyoruz. Hükümet tarafından açıklanan orta vadeli plandakitemel varsayımın ise küresel koşulların süratle normalleşmesi olduğunu aklımızdan çıkarmıyor ve gelişmeleri yakından izlemek zorunluluğunu hissediyoruz. Gözlemlerimiz 2010 yılının bir önceki yıla göre belirsizliği daha az bir dönem olmayabileceğine işaret ediyor. Bu nedenle iyi çıkan birkaç veriye bakarsak rehavete kapılmamak gerekiyor. Küresel ekonominin en büyük pazarları durumundaki gelişmiş ekonomilerin durumuna baktığımızda panik eğilimlerin kontrol altına alındığını, kredi krizine yol açan kayıpların kısmen geri alındığını fakat sorunların çözülmediğini kısmen farklılaştığını gözlemliyoruz. Mali sistemde sıkıntı hafiflerken kamudaki durumun ciddileştiğine, ekonomik daralmaya bağlı endişelerin ise yerini enflasyona bırakmaya başladığına tanık oluyoruz. Asıl önemlisi Merkez Bankaları’nın finansal istikrarı tesis edip genel fiyat istikrarına odaklanabilecek duruma gelemediklerini kendi söylemlerinden anlıyoruz. Küresel soruna, uzlaşıya dayalı küresel çözüm arayışlarının şimdilik başarısız olduğunu hesaba katıyoruz.
Finansal piyasalar cephesindeki eğilimler de farklılaştı.: 2009 yılının ikinci ve üçüncü çeyrek dönemlerinde sermaye piyasalar toparlamış, spekülatif eğilimler emteaları da etkilemiş, Amerikan doları diğer paralara karşı değer kaybetmiş ve riskten kaçma paniğiMerkaz Bankaları’nın çabası ile nakitten uzaklaşmaya dönüşmüştü. Son altı ayda ise bu eğilimlerin değiştiğini görüyoruz; geniş bant içinde yatay bir eğilimin ardından döviz piyasalarının belirsizliğinin odağı olmaya başladığını ve Amerikan dolarının güçlendiğini, riskleri azaltma eğiliminin giderek yoğunlaşan bir şekilde hissedildiğine tanık oluyoruz. Daha ABD ekonomisi normalleşmeden AB’ne ilişkin belirsizliğin tavan yapması bu süreçte etkili oluyor. Bu durum Türkiye ekonomisini çok yakından ilgilendiriyor. Söz konusu bölge ekonomilerinde bütçe açıkları ve kamu borçları sorunu büyüyor, mali sektörde sorunlar artıyor, Avrupa Merkez Bankası enflasyon riskini bir süre için ihmal etmek zorunda kalacak gibi görünüyor. Bu süreçte Euro’nun satınalma gücü eriyor, dolar ve ABD üzerindeki baskılar kısmen azalıyor fakat Türkiye ekonomisine ilişkin belirsizlik artıyor.
Eğer AB bölgesinde bu sıkıntılar olmasa veya küresel gündemin zirvesine çıkmasaydı, dolar daha da değer kaybetmiş, emtea ve sermaye piyasaları kısa vadede bir miktar daha yükselmiş olabilirdi. Bu durum ABD enflasyonunun daha yükselmesini ve faizlere ilişkin olumsuz beklentileri güçlendirerek yeni dalgalanmaların fitilini ateşleyebilir. Bernanke’nin dediği gibi ultra düşük faizlere ihtiyaç varken maliyet kökenli enflasyon baskısının devreye girmesi ve olumsuz beklentilerin belirleyici olması çok ciddi bir handikap oluşturabilirdi. AB’nin durumu ve Euro’nun değer kaybı Federal Rezerv’i şimdilik rahatlatan temel unsur oldu. Olumsuz baskılar altında bunalma nöbeti AB bölgesine geçti. Kamu borçları, bütçe disiplini, istikrar paketi, banka ve ülke kurtarma paketleri gündeme ipotek koydu ve endişeleri tırmandırdı.
AB bölgesinin içine düştüğü olumsuz sarmaldan çıkması kolay olmayacak gibi görünüyor. ‹hracatın yarıdan fazlasını bu bölgeye yapan Türkiye açısından daha önce yapılan hesapları gözden geçirmek gerekiyor. Ya katı mali disiplin ya da yükselen enflasyon orta vadede söz konusu pazarı daraltacak, dugunluktan çıkışı zorlaştıracak, bu pazara ilişkin rekabet koşulları da farklılaşacak. Karmaşık ve yüksek düzeyli ekonomik ilişkileri nedeniyle Türkiye’de bu sorunu ithal etmek durumunda kalabilecek. Bu durum IMF’ye ilişkin tartışmaları farklı boyutlara çıkararak, iş dünyası ile siyasi irade arasında sıkıntı yaşanmasına ve kırılganlığın artmasına sebep olabilir.