PERİSKOP Mehmet Uğur CİVELEK
Ekonomist
Yön Değiştiren Rüzgarlar ve Deflasyon Fobisi!
 
Finansal piyasalarda, küresel düzeyde yaşanan dalgalanma geleceğe yönelik belirsizliği önemli ölçüde arttırdı. Risk alma isteğinin daralmaya başlaması ile birlikte 2000’li yıllarda egemen olan piyasa eğilimlerinin yön değiştirmesi gündeme geldi. Ne olup bittiğini daha iyi anlamak için biraz gerilere gidip, orta vadeli bir bakış açısı ile gelişmeleri irdelemek gerekiyor. Yoksa kısa vadeli bir yaklaşımla sorunun ciddiyetini anlamak, teşhiste isabeti yakalamak pek mümkün olamıyor.

Öncelikle 2000’li yıllarda etkisini yoğun bir şekilde hissettiren likidite bolluğunun sebep ve sonuçlarını sorgulamak gerekiyor. Hatta biraz daha geriye gidip Asya ve Rusya krizlerini de dikkate almak sorunu anlamak açısından önem kazanıyor.

1990’lı yılların ilk yarısında bir yandan soğuk savaşın geride kalmış olmasının getirdiği iyimserlik, diğer yandan Japon Yeni cinsinden likidite bolluğu Asya Kaplanları olarak bilinen bölgeyi dünyanın geri kala-nından farklılaştırmıştı. Portföy yatırımlarının ilgi odağı olması bu bölgedeki varlık değerlerini düzenli olarak yükseltmiş ve iyimserliği arttırmış, diğer yandan borçlanma ve diğer yatırımlarda aşırıya kaçılmasına sebep olmuştu. İstikrarlı seyir gösteren faaliyet gelirlerine ek olarak çok daha büyük boyutlara ulaşan faaliyet gelirleri içine girilen derinlik sarhoşluğunda etkili olmuştu. 1997 yılında paralarının hızla aşırı değerlenmeye başlaması ile birlikte faaliyet gelirleri erimiş, bunun farkedilmesi ile birlikte faaliyet dışı gelir üreten devasa pozisyonlar faaliyet dışı zarar üretmeye başlamış, bilançoları yıpratarak krize sebep olmuştu. Risk alma iştahının genelde azalmaya başlaması krizin tetikleyicisi olarak küresel dengeleri sarsmıştı. Sonuçta küresel talep daralmaya deflasyonist rüzgarlar artmaya başlamış, küresel düzeyde finansal sistemi tehdit etmeye başlamıştı.

Bölgeye IMF kanalı ile başlayan likidite aktarımı sayesinde sorunun büyümesi önlendi, fakat deflasyon rüzgarı etkisini korudu, Rusya krizi ile birlikte hızlandı. Bu aşamada ABD’nin, petrol fiyatını yükseltmeyi bu yolla deflasyonist eğilimi kurmaya çalıştığı, deniz aşırı operasyonu devreye girdi. Fakat bu durum kontrol edilemeyince ABD ekonomi-sini de sekiz yıllık bir büyüme döneminin ardından durgunlaştırmaya başladı.

2001 yılı genelinde faizleri seri bir şekilde gerileterek varlık değerlerinin düşüşünü ve bu sayede deflasyonist eğilimlerin hortlamasını önlemek öncelikli hale geldi. Başarılı olunamayınca 11 Eylül 2001 sonrasında finansal piyasaların beklentiler yolu ile manipüle edilmesinden başka çare bulunamadı. Likidite daha bol olmalı, menkul ve gayrimenkul değerleri daha da yükselmeli, oluşacak faaliyet dışı gelirler sayesinde işten çıkarmalara son verilmeli ve talep daralması tehlikesi ortadan kaldırılmalı idi. Bu yaklaşımın sonucu olarak ekonomi yeniden canlandırıldı! Menkul ve gayrimenkul değerlerinin yükselmesi için ne gerekiyor ise yapıldı. Fakat yapısal sorunların ağırlaşması ekonomik dengesizliklerin büyümesi önlenemedi, likidite bolluğu hammadde fiyatlarını da yükselterek enflasyon baskılarını da arttırdı. 2004 yılında başlayan faiz yükselişlerinin varlık değerlerini etkilememesi için alınan önlemlere rağmen 2006 yılında yaşanan dalgalanmanın önüne geçilemedi. Riskli ipotek senetlerindeki sıkıntının genele, özel sektör tahvillerine ve kredilere sıçraması ve beklentilerin bozulmasına sebep olmasına karşı da bir şey yapılamadı. Hareket yeteneği daraldı, kısa vadeli önlemler ile günü kurtarmak iyice zorlaştı.

Bundan sonra varlık değerleri daha fazla yükselmeyecek ise, risk alma isteği azalmaya devam edecek, faaliyet dışı gelir yaratma imkanı olmayacak. Faaliyet gelirlerindeki yetersizlik ve varlık değerlerindeki şişkinlik bu süreçte sağlam liman arayışını hızlandıracak. Varlık değerleri geriledikçe küresel talep daralmaya, ticaret hacmi azalmaya, borç-alacak ilişkilerindeki kırılma büyümeye devam edecek. Başka bir deyişle deflasyonist rüzgarlar giderek daha yoğun bir şekilde hissedilecek ve güvensizlik yaygınlaşacak. Likiditenin bol olması veya bollaşması kısa vadede işe yarıyor gibi görünse de genel tabloyu değiştirmeyecek. Risk alma iştahındaki daralma eğilimi ülkemizdeki dengeleri de etkileyecek: mevcut ekonomik programda ısrar edilmesi sorunları daha da ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramayacak. Dalgalı da olsa net sermaye girişinin daralması ile birlikte, döviz kuru, enflasyon, faizler ve varlık değerlerindeki son dört yılda egemen olan eğilimlerin yönü değişecek...