Dr. Can BAYDAROL

Asimetri ya da “onlar ortak biz pazar”
 
Asimetri çoğumuz için bir geometri terimi. Bir kısmımız için ise çocukluğumuzun unutulmaz Romen jimnastikçisi Nadia Komenaçi ile özdeşleşen, birbirine paralel ama farklı yükseklikteki iki bar arasında yapılan bir dizi uyumlu vücut hareketi. Ya da akrobasi…
 
Türkiye-AB ilişkileri ile başından günümüze uğraşanlar için ise, Ankara Anlaşması’nın özelliklerinden bir tanesi. Türkiye’nin bir gün o günlerin AET’sine tam üye olabilmesi için ekonomisini Avrupa ülkelerinin seviyesine getirebilmesi gerekmekteydi. Dolayısı ile Türk ekonomisine yardım edilmelidir fikri 60’lı yılların başında hakim olan düşünceydi. ‹şte bu anlayışın uzantısı olarak, Türkiye ile o günün AET’si arasında bir ortaklık tesis eden Ankara Anlaşması asimetrik bir denge üzerine inşa edilecekti. Hatta rahmetli Büyükelçi Tevfik SaraçoĞlu’nun belirttiğine göre, Türkiye ile doğrudan bir tam üyelik ilişkisine girilmeyip, bir ortaklık ilişkisine gidilmesinin ana nedeni bu ekonomik farklılıktan ötürü Türkiye’nin bir tam üyelik halinde ciddi zarar görebileceğidir. Dolayısı ile AET kurucu Antlaşması’nın 237’nci maddesi yerine, aynı Antlaşma’nın 238. maddesine dayanılarak bir ortaklığın tesis edilmesi, Ankara Anlaşması’nı yapanların esas amaçlarının daha başlangıç anından itibaren tam üyelik olduğunun açık karinesidir. Gerçektende, Anlaşmadan tam üyelik hedefini düştüğünüz takdirde Ankara Anlaşması kadük hale gelir.

Neyse, bu makalenin amacı derin bir hukuk tartışması yapmak değil. Amaç asimetriyi algılamak ve bugün aslında neyin aksadığını vurgulamak.

Ankara Anlaşması’nın asimetrisi, kendisini maddelerin yazılımında haklarla yükümlülükler arasında bir dengesizlik olarak göstermiştir. Türkiye özellikle ekonomisini kalkındırmaya yönelik bazı hakları derhal elde ederken, karşıt yükümlülüklerini yerine getirmesi zamana yayılmıştır. Anlaşmanın asimetrisi Türkiye’de Avrupa meseleleri tartışanlar tarafından hiçbir zaman ya anlaşılmamıştır, ya da bu tartışmayı yapanların işine gelmediği için asla gündeme getirilmemiştir.

Örneğin, 70’li yılların hakim sloganı “Onlar Ortak, Biz Pazar”cılar için, asimetri terse çalışmaktadır. Oysa durum tamamen terstir. 70’li yıllar için “Biz Ortak, Onlar Pazardı!”

Asimetrik ilişki, 1 Ocak 1996 tarihine kadar devam etmiştir. Türkiye bu tarihte, Ankara Anlaşması’nın mütemmim cüz-ü niteliğindeki Katma Protokol’ün detaylı şekilde düzenlediği gümrük birliğine karşıt yükümlülüklerini yerine getirmiştir.

Diğer ifadesi ile, 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı aracılığı ile, Türkiye ile AT arasında (bu tarihte artık AET tarihe karışacak, AB genel şemsiyesi altında Avrupa Topluluğu haline dönüşecekti) gümrük birliğinin son dönemi tesis edilmiştir.

‹yi anlaşılması için altını bir kez daha çizelim, gümrük birliği 1.1.1996’da başlamamış, aslında Katma Protokol’ün yürürlüğe girdiği 1.1.1973 tarihinde hukuken başlamıştır. Bu tarihi fiili uygulamanın başladığı 21 Kasım 1971’e çekerek dile getirmek de mümkündür. 1.1.1996’da gerçekleşen, gümrük birliğinin son dönemidir. Yine altını çizelim, bazı Türk politikacılarının ifade ettiği gibi, Gümrük Birliği Türkiye’nin hakkı falan değil, bal gibi yükümlülüklerini yerine getirmesi ilişkisidir.

1.1.1996’da gerçekleşen olguyu, aynı zamanda Ankara Anlaşması’nın asimetrisinin bittiği ve ilişkilerin simetrik bir düzene girdiği nokta olarak da değerlendirmek mümkündür. Bu çerçevede Türkiye’nin artık reşit hale geldiğinin kabul edildiği ve tam üyelik için yeni bir evreye girdiği tezi Ankara Anlaşması’nın olağan algılaması olarak değerlendirilebilirdi.

Ancak bu noktadan itibaren işler başta planlanan mecradan fena halde sapmıştır…

Avrupa yöneticilerinin ciddi bir ahde vefasızlıkları olarak da değerlendirmek mümkün olan, gerçekçi bir siyaset analizi içinde Türkiye’nin stratejik önemini yitirdiği varsayımlarının ön plana çıktığı bir konjonktür içinde, Ankara Anlaşması ve müktesebatı nedense unutulmuştur. Öte yandan tam üye olmaksızın gümrük birliğine girilemeyeceği gerçeği, konunun teknik detayları yeterince algılanamadığı için başlangıçta Türkiye’nin lehine olan asimetriyi, giderek Türkiye’nin aleyhine çevirmiştir.

Evet sanılanın aksine, Türkiye AT’nin gümrük birliğine girmiş falan değildir. Zira gümrük birliğinin merkezinde yer alan ortak ticaret politikası üç olmazsa olmazı algılamayı gerektirir: ortak karar masasında oturmak; ortak hukuk sisteminin parçası olmak; ortak bütçeye doğrudan aktaran ve yararlanan olarak katılmak. Türkiye tam üye olmadığı için bu üçünden de yoksundur. Bu durumda teknik olarak gerçekleşen şeyin adı, AT’nin gümrük birliği ile Türkiye’nin gümrük alanı arasında, AT’ninkine paralel işlediği varsayılan kendine özgü bir gümrük birliğidir.

Doğal olarak bu teknik detay içinde tartışmaktansa, ideolojik taraftarlık ya da karşıtlıklara sıkışan gümrük birliğinin iyi işleyişi konusuna birkaç cılız sesin dışında dikkat çeken pek çıkmamıştır. Sonuçta bu satırların yazarının saptayabildiği üç ana noktada asimetri Türkiye’nin aleyhine bozulmuştur: 1. Türkiye ortak ticaret politikasının karar mekanizmasına oturamadığı oranda AT’nin üçüncü ülkelerle yaptığı tercihli anlaşmalara uygun zamanda taraf olamamakta, Türkiye’ye karşı mukayeseli üstünlüklerini zayıf gören bu tür ülkeler tabiri caiz ise yan çizmekte ve Türkiye Avrupalı rakiplerine karşı ciddi bir rekabet dezavantajı ile karşı karşıya gelmektedir.

2. Türkiye Kıbrıs konusunda izlediği liman ve havalimanlarını Güney Kıbrıs bandıralı gemi ve uçaklara açmama tutumuna bağlı olarak, gümrük birliği ve ulaştırma hizmetlerini birbirinden bağımsız iki farklı başlık olarak mütalaa etmektedir. Bu yaklaşımı sonucunda AB, Türkiye’deki kendi yatırımlarını da vurma bahasına uyguladığı taşıma kotaları ile Türkiye menşeli sanayi ürünlerine karşı açık bir korumacılık yapmaktadır.

3. Patent hukuku alanındaki hakkın tüketilmesi ilkesinin Türkiye ile ilişkilerde geçersiz sayılması nedeni ile, Türkiye ciddi bir paralel ihracattan yoksun kalmaktadır.

Bu üç başlığın Türkiye ekonomisine tahmini maliyeti yılda 10 milyar dolardan daha az değildir…
Evet, bu görünüm altında asimetri net bir şekilde Türkiye’nin aleyhinedir ve illaki “Onlar Ortak Biz Pazar” diyeceksek, şimdi tam zamanıdır.

Unutmayalım ki, tam üyelik tartışması yapmak, geleceğimizle ilgili bir tartışmadır. Ama ortaklığın iyi işleyişi konusundaki tartışmayı gündeme getirmek, bugünün koşulları ile ilgilidir. Ne yazık ki bizler çoğunlukla farklı gündem öncelikleri içinde kaybolup gittiğimizden, günümüzü harcamakta fazla beis görmeyen bir ulusun çocukları olma özelliklerini de taşımaktayız.

Kuşkusuz bu çerçevede bazı kaçınılmaz eleştirileri de seslendirmek gerekiyor:

1. Özellikle dünya ekonomisinde kara bulutların fazlasıyla hissedildiği günümüz koşullarında bütün ülkeler eski korumacı yöntemleri daha da yenilikçi bir anlayışla sumen altından çıkarmaya hazırlanırlarken, bizim neyle karşı karşıya olduğumuzu dahi anlamamış olmamız acaba hangi mantıkla açıklanabilir? Türkiye’nin gündem önceliklerinin farklı olması mı? Yoksa çok da fazla bir performans değerlendirmesi yapma olanağımız bulunmayan baş müzakerecimizin değerli zamanlarını ayırıp da bu konuya yeterince hassasiyet gösterememesi mi? Her türlü polemiğe açık bu soruların ana muhalefetimiz tarafından seslendirilmemesi ise apayrı bir tartışma konusu yapılmaya değmez mi?
2. Türkiye’ye tam üyelik yerine ne olduğunu bir türlü kendilerinin de anlayamadığı anlaşılan imtiyazlı ortaklık ceketini giydirmek isteyenlere de küçük bir ricamız bu görüntü içinde şekillenmiyor mu? “Kardeş, hele şu mevcut ortaklığı bir doğru dürüst çalıştırın da, gerisine bakarız” lafını Türkiye Cumhuriyeti adına acaba kim gündeme getirmeli?