PERİSKOP Mehmet Uğur CİVELEK
Ekonomist
2004 Penceresinden 2005’e Bakış...
 
Acı ve tatlı günleri ile birlikte 2004 yılını geride bıraktık. Ekonominin ikinci planda kaldığı, siyasetin ön plana çıktığı bir dönem oldu. Beklenti yönetimi ile oluşturulan görüntü ile gerçekler arasındaki fark büyüse de finansal piyasalar açısından ciddi bir sıkıntı yaşanmadı. Fakat mevcut eğilimlerin sürdürülebilir olduğunu iddia etmekte pek mümkün olmadı. Merkez Bankası’nın zor anlardaki desteği ve mali sistemin olumsuzlukları görmezden gelen yaklaşımı sayesinde kamu borçlanmasında ciddi bir sıkıntı yaşanmadı; fakat reel kesimin rekabet gücü erimeye devam ederken kayıt dışılık büyüdü, tasarruf eğilimi negatife dönüştü. 2005 yılına devredilen miras pek parlak bir görüntü çizmedi.
 
Tartışmalı olsa bile AB’de müzakere için tarih alınmış olması, IMF ile yeniden anlaşılması ve Yeni Türk Lirası’na geçiş gibi değişkenlerle gündem farklılaştı, olumsuzluklar kısmen gizlendi.

Detaya baktığımızda enflasyonun gerilemeye devam ederek tek haneli düzeye inmesi, ihracatın 60 milyar dolar düzeyini aşması gibi olumlu görüntüler ön plana çıktı. Fakat bu parlak görüntüye rağmen neden ithalatın 95 milyar dolara dayandığı, dış ticaret açığının neden 35 milyar dolara yakınlaştığı pek tartışılmadı; 14 milyar doları aşması beklenen cari açığın nasıl finanse edildiği ve buna bağlı riskler pek sorgulanmadı. Faaliyet gelirlerindeki erimenin sebepleri irdelenmedi.

Evet Türk Lirası değerlenmeye devam ettiği sürece, hem de dış piyasalardaki olumsuzluklara rağmen enflasyon ve faizleri geriletmek çok zor olmadı; bu sayede hem kamu borcunun çevrilmesinde ciddi bir problem yaşanmadı hem de mali sektör çok sıkışmadı. Fakat bu durum reel kesimi yıprattı, makro dengesizliği arttırdı. Ancak beklenti yönetimi desteği ile manipüle edilen piyasalar sayesinde fiyat istikrarı tesis edilmiş gibi bir görüntü oluşturuldu. Büyüyen makro dengesizliğe bağlı enerji birikimi nedeniyle bu durumun kalıcı olamayacağı gerçeği büyük ölçüde ihmal edildi. Siyasi tavizler sonucu sağlanan dış destek sayesinde bu görüntü mümkün olabildi. Yazımın başında 2005 yılına devredilen mirasın pek parlak olmadığını belirttim. Zira rekabet gücü azalan, maliyetlerini daha fazla aşağı çekme imkanı kalmayan, ithal girdi kullanımı ve kayıtdışı imkan kullanımında sınıra dayanan reel kesimin nefesi kesilmek üzereydi. Faaliyet gelirleri azalmış, toplam katma değer pastası küçülmüştü ve borçluluk oranı artmıştı.

Bu ortamda yeni yatırım yapması ve istihdam yaratması, devlete daha çok vergi – ortaklarına daha çok temettü ve çalışanlarına daha yüksek ücret ödemesi mümkün değildi. Ne IMF ve AB ne de Yeni Türk Lirası’nailişkin beklentiler bu durumu değiştirecek nitelikte değildi. Eğer Türk Lirası bu kadar aşırı değerli hale gelmese veya yerli girdilerin maliyeti gerilemiş olsa durum daha farklı olabilirdi. Ancak bu kez de ne enflasyon ve faizler bu kadar düşerdi ne de kamu borcunu çevirmek ne mali sistemdeki kırılganlık artışını önlemede bu kadar kolay olmazdı.

Sonuç olarak 2005 yılının, 2004’ten daha kolay olacağını iddia etmek pek mümkün değil. Bu durum hem kamu ve mali kesim hem de reel kesim için geçerli. Döviz kurunun düzeyi önce hangi kesimin daha fazla zorlanacağı konusunda belirleyici olmaya devam edecek; dış siyasi ilişkiler de döviz kurundaki eğilimin yönünü ve şiddetini tayin konusunda etkili olacak. Ekonomi ikinci planda olmayı sürdürecek.