KADER SEVİNÇ

Avrupa Parlamentosu’ndan Türkiye’ye Bakış*
 
Uzun yollarda nefesin tükenmesini beklemeden arada bir durup soluklanmak iyi olur. Hangi hızla, neler yaşayarak ilerlediğimize bakmak gerekir. Bu özellikle de AB-Türkiye ilişkileri gibi uzun soluklu yolculuklarda, üstelik güzergaha sadık kalmak en az varış noktasına ulaşmak kadar önemli kazanımlar getiriyorsa bunu sıkça yapmakta fayda var.
 
Bugünlerde Brüksel’de AB-Türkiye ilişkileri konusu her açıldığında adı sıkça anılan ve hep çarpışmasından bahsedilen tren gittikçe hızlanıyor. Hollandalı muhafazakar Avrupa Parlamenteri Camiel EURLINGS tarafından hazırlanan ve Eylül sonunda onaylanan Türkiye Raporu’nun yarattığı gerginlik henüz soğumadı. Kaşılıklı heyetler ardı ardına ziyaretlerini sürdürüyorlar. Olli REHN’in Türkiye seyahatindeki “3 Ekim 2006 müzakerelerin birinci yıl dönümü, son dönümü olmasın diye geldim” ifadesi konunun ciddiyetini daha da derince kazıdı zihinlere. Aynı günlerde Almanya Başbakanı MERKEL’in Türkiye ziyareti ve açıklamaları da etki yarattı.

Temmuz ayında henüz Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi’nde Camiel EURLINGS’in Türkiye Raporu’nun taslağı tartışılır ve değişiklik önergeleri sunulurken Türkiye’de meclis çoktan tatil rehaveti içine girmiş ve Brüksel’deki yükselen dalgayı sezememişti. O gün Brüksel’de temaslarını yoğunlaştırması gereken heyetler ancak EURLINGS’in Türkiye Raporu’nun ana oturumda oylanacağı günlerde Brüksel’e ulaşabilmişlerdi. Siyasi heyetlerin Brüksel’e intikalinin ve tepkilerinin bu kadar gecikmeye uğramış olmasından anlaşılan o ki Ankara - Brüksel arasındaki mesafe son bir yılda oldukça açılmış. Oysa 3 Ekim 2005’te Lüksemburg’ta Türkiye, AB ile müzakerelere başlarken bu uzun yolda büyük bir zaferin altına da imzasını atmıştı. Henüz limanlarını bile açmadığı ve resmen tanımadığı AB üyesi Kıbrıs’a rağmen veonun da imzasıyla müzakerelere başlamıştı. Bu zafer anlaşılamadı ve topluma anlatılamadı. Brüksel - Ankara arası mesafeyi kısaltamadı.

Avrupa Parlamentosu’nda ve Avrupa Komisyonu’nda Türk heyetlerinin karşılaştığı temel konular olumsuzluk dolu:
• Türk Ceza Kanunu`nun 301. maddesi ve uygulamadaki ifade özgürlüğüne yönelik durum;
• G. Kıbrıs taşıtlarına hava ve deniz limanlarının açılması;
• Türkiye’de demokratikleşme hareketleri ile yükselen milliyetçi eğilimin arasındaki gerginliğin Brüksel’de yarattığı tedirginlik;
• Kürt meselesi ve terörle mücadele sorunları bağlantılı sosyo - ekonomik boyuta yönelik eleştiriler;
• Fransa’daki son oylama ile gündemde ateşli tartışmalara yol açan Ermeni meselesi.

Bu konulardaki genel eğilim ve yaklaşımları şu şekilde özetlemek mümkün:
TCK`nın 301. maddesi, ifade özgürlüğüne yönelik görüşleri yasaklıyor. Fakat aslında, yasakladığı görüşlerin uluslararası basında ve çevrelerde yayılması ve unutulmaz şekilde zihinlere işlenmesinin yolunu açıyor. Türkiye`nin yurttaşlarının ifade özgürlüğünü pazarlık konusu eder durumdan sıyrılabilmek için gecikilmiş adımı atarak 301. maddeyi yürürlükten kaldırması gündemde. İster bu madde haklı görülsün, ister haksız, sonuçta amacına hizmet etmiyor ve Türkiye`yi zayıflatıyor. Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye’nin bu tavrı anlaşılamıyor.
Kıbrıs konusu bıçak sırtı hassasiyetini korurken, AB’ye aday ülke statüsündeki Türkiye’nin üye ülkelerden Kıbrıs’ı tanıması beklentisi AB kurumları içinde giderek yükselen bir eğilim. Kimi zaman konunun tarihsel geçmişine hakim olmayan karar mekanizmalarındaki siyasiler, bilgi eksiklerinden dolayı da yanlış kararlar almakta ve yönlendirilmeye açık olmaktalar. Bunlardan biri de Kıbrıs’ta Türk varlığına ilişkin. Avrupalı pek çok siyasetçi Kıbrıs’taki Türk varlığını gerçeğin çok dışında 1974’teki Türkiye’nin müdahelesi ile ilişkilendirmekte. Avrupalı siyasetçiye bu konularda temel verilerin daha sistematik ve etkin biçimde anlatılmasına ihtiyaç var. Türkiye’deki asker - sivil - demokrasi - laiklik - islamcılık eksenli çelişkilerin Avrupa Parlamentosu ve AB ülkelerindeki algılanışı hissedilirlikten izlenirliğe dönüştü. Gerek 301. madde tartışmalarında gerekse Papa gibi konularda Türkiye’de yükselen milliyetçi - islamcı - ulusalcı akımlar ve tepkiler tedirğinliğin ve soru işaretlerinin Avrupalı siyasetçilerin ve onların seçmen tabanı olanAvrupa kamuoyunun zihninde artmasına yol açmakta. Türkiye’nin 3 Ekim 2005’teki modern ve batılı değerler yolundan sapmakta olduğu imajı belirmekte zihinlerde.

Başbakan ERDOĞAN’ın “Kürt sorunu vardır” açıklamasının ardından yükselen terör hareketleri, terör örgütünün farklı alt etnik kimliklerin uzlaşma ve birlikte yaşama zemininden ne kadar rahatsız olduğunun bir göstergesi gibiydi. Ekim ayında Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye’deki Kürt sorununun tartışılacağı bir konferans düzenlendi. Geçtiğimiz yıl da aynı grup tarafından gerçekleştirilen konferansta Kürt meselesi tartışılırken Türkiye’nin görüşlerini yansıtan tarafların olmaması üzücüydü. Bu yılki konferans ile Kürt meselesi ve terörle mücadele kapsamında son bir yıldır yürürlüğe giren uygulamalar bir süre için de olsa tekrar Avrupa Parlamentosu’nda gündem yaratacak, kulislerde konuşulmaya başlayacak.

Geçtiğimiz ay yine Avrupa Parlamentosu’nda bir kaç üyenin önderliğinde düzenlenen “Abdullah ÖCALAN’a özgürlük, Kürdistan’da Barış” başlıklı toplantı ve açıklamalar da AB ve ABD tarafından terör örgütü olarak tanınan bir örgütün liderine bağımsızlık istemi ve Kürt konusu açısından talihsizdi. Zaten toplantı Avrupa Parlamentosu içinde de bu küçük grubu aşamadı. Parlamento’da düzenlenen bu ve benzeri toplantılar konusu öteden beri yanlış anlaşılmaya müsait olmuştur. Bu toplantılar genellikle bir ya da birkaç Avrupa Parlamentosu üyesi ve farklı kurum ve kuruluşların bir araya gelerek düzenledikleri etkinliklerdir. Lobi faaliyeti olarak değer taşımak ile birlikte Avrupa Parlamentosu’nu bağlayan ve tümünün sesini, görüşünü yansıtan olaylar değillerdir. Unutmamak gerekir ki, esas olan 732 üyesi olan Avrupa Parlamentosu’nun tavrını yansıtan, ana oturumda alınan kararlardır. AB için PKK resmen bir terör örgütüdür.

Türkiye, Kürt konusundaki duruşunu insan haklarına saygı ve kültürel haklar merkezinde netleştirerek ve bu tartışmaların olduğu ortamlarda varlığını sürdürerek, AB sürecindeki önemli bir dönemeci de aşabilir. Genelde düşünce özgürlüğü ve insan hakları sorunların aşabilmiş bir Türkiye, PKK bağlantılı olanlar gibi tüm Türkiye karşıtı lobilerin kabusu olur.

Brüksel’de Ermeni sorunu kronik ve bilinçli bir biçimde gündemde tutulmaya devam ediliyor. Aynı şekilde Türkiye cephesinde de bütün gelişmeler aynı kronikleşmeyi göstererek yok sayılıyordu, ta ki 12 Ekim`de Fransa’daki oylamaya kadar. Fransa’daki oylama hem Fransız basınını hem Ermeni diyasporasını derinden etkiledi ve fikir ayrılıklarına yol açtı.

Fransa bir taraftan Avrupa’dan yaramazlıkları ile ev ahalisinin sabrını zorlayan çocuğu muamelesini görmenin huzursuzluğunu yaşarken, diğer taraftan Avrupa’nın önemli değerlerinden ifade özgürlüğüne saygıyı zedelemekle itham edilen ülke konumunda olmanın ağırlığı altında eziliyor. Bu daTürkiye’yi zor duruma sokuyor gibi görünen bu durumun aslında Avrupalılık testinden başarı ile geçmesi için bir fırsatın kapısını aralıyor. Ülkeler imajlarını ve kimliklerini, ne tanıtım filmleri ile ne broşürle belirleyebiliyorlar. Ülkeler tepkileriyle kendilerini tanımlıyorlar. Türkiye, Fransa’da meclisten geçen soykırım ile ilgili yasa karşısında akılcılığını koruyarak, Avrupalı değerler üzerinden konuşursa, süratle 301. madde gibi sorunları çözerse Avrupalılık testini geçmiş olacak.

Artık Türkiye’nin ifade özgürlüğü tartışmaları ve yazarlarını, aydınlarını yargılama haberleri ile uluslararası gündeme gelmemesinin ulusal çıkarları gereği olduğu hem siyasi irade hem de toplumun değişik kesimleri tarafından doğru şekilde anlaşılmaya muhtaçtır.

Tılsımı bir kez kaybettiğinizde geri dönüşü olmayan bir süreç başlamış demektir. AB-Türkiye sürecindeki tılsıma her iki tarafın da gereken özeni göstermesinin zamanıdır.

* Bu yazıdaki görüşler yazarın kişisel görüşlerini yansıtmaktadır