Bİ DÜŞÜNELİM Engür RUTKAY
TÜGİAD Genel Sekreteri
Arap Saçı
 
1945 II. Dünya Savaşı sonu ve Avrupa’nın yeniden inşası

1948 Israil’in kuruluşu

1979 İran Devrimi

1989 Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Doğu Avrupa’nın Avrupa’ya entegrasyonu

1989 İlk internet ağının kuruluşu

1991 SSCB dağıldı

2003 Irak’ın işgali

Ve

2011 -benim kişisel lugatımda yer aldığı ifadesi ile- Arap Saçı

Bana göre, Türkiye’den 4 saatlik uçuş mesafesi düşünüldüğünde bölgemizde cereyan eden sekizinci büyük toplumsal ve politik-kültürel dalga, Arap Saçı’dır.
Denizde meydana gelen bir deprem neticesi oluşan bir Tsunami’nin aşamalarını düşünecek olursak şunu net olarak söyleyebiliriz; başlangıçta açık denizde geniş dalga boyu ve dip derinliği nedeniyle fark edilmesi dahi zor olan Tsunami, karaya yaklaştıkça derinliğin azalması, akselerasyon ve kara parçasının karşı direnci ile yükselir ve taşar. Su baskınlarına neden olur.
Arap Baharı, işte bu dalganın başlangıcıdır. Dalganın karaya vurduğu, can ve mal kaybına yol açtığı son aşamayı ben “Arap Saçı” olarak tanımlıyorum.
Arap Saçı, aynı toprakları aynı kaderi paylaşan, benzer dikta rejimleri ile eser miktarda demokratik söylemlerle yönetilen ülkelerde ortaya çıktı. Arap Saçı her ülkede farklı kaynama derecelerinde yaşanıyor. Her ülkenin insanının, sivil toplum dinamiklerinin olaylara bakış açısı da farklı.
Arap Saçı tabiri Türkçe’de “işlerin feci şekilde karıştığı” anlamında kullanılıyor. Evet, bana göre de Arap Baharı bir sonuç değil, bir başlangıç. Ve işler Arap Saçı’na döndü. Libya, Suriye, Mısır’da “bundan sonra ne olacak?” sorusu soruluyor.
Bu yazıda Arap Saçı’nın neden’leri, niçin’leri üzerine uzun ve ağdalı cümlelerle bir ders ya da brifing amaçlanmıyor şüphesiz.
Gelmek istediğim nokta şu; Türkiye bu “Dalgayı” bir politik, enerji_politik, Petro-politik veya ekonomik bir “fırsat”a dönüştürmek için ne yapıyor / ne yapacak?
TC Hükümeti bu süreçte önemli bir “siyasi” atak yaptı ve Arap Saçı’nın yaşandığı ülkelerde Türkiye’ye karşı pozitif bir algı oluştu. Türkiye, sahip olduğu siyasi ve sosyo – ekonomik gücünü gösterdi ve Başbakanımızın güçlü iletişimi ile Türkiye bölgede “rol model” olarak Dünya’nın gündemine geldi.
Peki Arap Saçı’nın sahnelendiği ülkeler Türkiye’yi bir rol model olarak “görüyor” da, Türkiye gibi “olmak istiyorlar” mı? ya da “olabilirler” mi?
Bu siyaset kokan sorunun cevabını sizlere bırakarak, esas önemli konuya “Ülkemizin menfaatlerine” gelmek istiyorum:
“Büyük Dalga’yı yakala, Fırsat’a dönüştür”
Arap Saçı’nın yaşandığı ülkelerin hükümetlerince temkinli ve endişe ile ve fakat bu ülkelerin halkları tarafından gıpta ile izlenen, hayran olunan Türkiye, yüzyılın bu en büyük sekizinci dalgasını nasıl fırsata çevirecek?
fiüphesiz ilk adım, Türkiye’nin orta-uzun vadeli bir “Uluslararası” büyüme stratejisi geliştirmesi zorunluluğu. Madalyonun sadece “üretim yapalım, düşük karlarla dahi olsa 500 milyar dolar ihracat yapalım, bu arada mümkün mertebe daha az ara malı ve daha fazla enerji ithal edelim” mesajının yazılı olduğu tarafına değil, arka yüzüne de bakalım.
İlk yedi dalga, Türkiye’nin etkin rol almadığı diğer bir değişle teğet geçen dalgalardı. Ama bu sonuncu dalga Türkiye’nin aktif ve en etkili şekilde sürece dahil olmasını ve kesinlikle bu süreçten menfaat yaratmasını gerektiyor.
Madalyonun arka yüzü işte bu; Arap Saçı’nın yaşandığı Kuzey Afrika – Orta Doğu ekseninde Türkiye’nin ekonomik açılımı, bu ülkelerdeki yatırım fırsatları, bu ülkelerdeki doğal kaynaklar, ucuz işgücü, ucuz enerji ve bu ülkelerden Türkiye’ye sermaye ithalatı.
Ülke sınırları içerisinde ilan edilen dev kampanyalarla (2023’de 500 Milyar Dolar ihracat gibi) ve konvansiyonel üretim metotlarıyla Türkiye’nin ithalatını karşılayamadığı ve açık verdiği biliniyor. Demek ki ihracat tek başına bu ülkenin büyümesi ve refaha erişmesi için yeterli olmayacak. Yaratıcı stratejilere ve aksiyonlara ihtiyaç olduğunu ve bunu yaparken misak-ı milli hudutlarını değil, uluslararası hatta uluslar üstü açılımları masaya yatırmak gerektiğini düşünüyorum.
Bir çapraz ateş yapalım; Shenzen, Hong Kong, Silikon Vadisi, Dubai ….
Türkiye Çin’den sonra Dünya’da en hızlı büyüyen ekonomi. Dünya 17’ncisi. Avrupa’nın 6’ncısı.
Türkiye gibi bir bölgesel güç, neden bu bölgede daha önce örneğine rastlanmamış ayrıcalıklı bir ekonomi megapolü yaratmasın? Özel statüde vergi avantajları ve tekno yatırım imtiyazları sunan, havaalanı – liman ve tüm lojistik konforu ile geniş arazilerin üzerine kurulu bir ikinci İstanbul!
Bence Kanal İstanbul’dan çok daha mantıklı bir proje olurdu.