LEVENT PAMUKÇU

AB’de Türk Şirketlerinin Hakları
 
AKLA GELEN VE GELMEYEN SORULAR
Avrupa Birliği (AB) ile üyelik müzakerelerinin başlaması gündeme geldiğinden beri AB, Türkiye’deki siyasal, sosyal, iktisadi ve özellikle hukuki düzenle ilgili yorumlarını, görüşlerini, tavsiyelerini, eleştirilerini ve bazen de tenkitlerini açıklamaktan elbette kaçınmıyor. Anayasa’nın şu hükmü, Türk Ceza Kanunu’nun bu maddesi, Türk Medeni Kanunu’nun o bölümü; gün geçmiyor ki hukukumuz AB hukukuyla karşılaştırılıp, eleştirilmesin.

Okuduğunuz bu satırların amacı AB’nin bu tavrıyla ilgili olsa da, bu tavrın olumsuz veya olumlu yanlarıyla ilgili görüş sunmaktan ibaret değil. Değinmek istediğimiz konu azıcık farklı ve çoğumuzun aklına hemen gelmeyen, şaşırtıcı bir soruya ilişkin. AB’de İnsan Hakları alanında zor anlar yaşamış bir Türk şirketinin başına gelenleri açıklayacağımız aşağıdakı satırlarda göreceğiniz gibi bu sorunun cevabı, iki olguyu gün ışığına çıkarıyor: birincisi, AB’nin bazen Türkiye’ye ‘ders’ vermekle, kendi kendiyle çelişkiye düştüğü; ikincisi de, AB’nin ne kadar çok nar meyvesine benzediği...

AVRUPA BİRLİĞİ, İNSAN HAKLARI’NA SAYGILI MI?
Yanlış okumadınız. Türkiye de dahil olmak üzere, üyeliğe aday olan veya olmayan birçok ülkeye özellikle İnsan Hakları alanında yol gösterici tavırlarına bürünen AB’nin, bu hakları koruyup korumadığı sorusunu sormak, bir bakıma kışkırtıcı gözükebilir. Oysa hiç de değil ve bunun sebebini, yine bir soruyla açıklayalım: Türkiye’nin de imzalamış olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni, AB imzaladı mı? Cevap çok basit: hayır!

Bu durumu kavramak için bazı açıklamalar faydalı olabilir. Bugün AB üyesi olan ülkelerin bazıları 1949’da, yani AB’yi kurmadan önce, Avrupa Konseyi’ni (“Konsey”) kurdular ve bu uluslararası kuruluş aracılığıyla, bazı alanlarda işbirliği yapmağa karar verdiler. Türkiye’nin de üye olduğu bu kuruluş nezdinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) imzalandı ve buna üye devletlerin uyup uymadığını denetlemek için de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kuruldu. Böylece, Konsey üyesi devletler, AİHS’nin içerdiği haklara saygılı olmaya mecburlar. Konsey’in kuruluşundan birkaç yıl sonra, bazı üye ülkeler, ilk başta daha çok iktisadi alanlarda etkin olacak, o zamanlar Avrupa Toplulukları adını taşıyan ve bugün Avrupa Birliği olarak adlandırdığımız diğer bir uluslararası kuruluşu yaratmağa karar verdiler.

Kısacası AB, AİHS’nin içerdiği haklara saygılı olmaya mecbur olan devletlerce kuruldu. Ancak bunu yaparken fevkalade önemli bir hususu unuttukları söylenebilir: bu devletler AB’nin kuruluş anlaşmalarında (Paris ve Roma anlaşmaları), ona ilettikleri yetkilerinin AİHS’ye uygun bir şekilde kullanılacağını açıkça belirtmediler. Bu yüzden de AB halen, Avrupa alanında İnsan Hakları’nın korunmasında merkezi bir rol oynayan AİHS’ne ve bunun denetimini gerçekleştiren AİHM’ne tabî değil. Bu sebepten dolayı da, Türkiye’yi İnsan Hakları alanında sık sık eleştiren AB’nin kendisi, AİHS’den doğan bu haklara ‘resmen’, yani AİHM’nin denetimi altında, saygılı olmaya mecbur degil: yukarıda söz ettiğimiz çelişki de zaten bu yüzden oluşuyor. Özetleyelim: bazı devletler Avrupa Konseyi’ni kurup İnsan Hakları alanında bazı mecburiyetleri olmasına rağmen, sonradan AB’yi kurarken ona bu mecburiyetleri iletmediler.

AB’nin, İnsan Hakları alanındaki bu eksiğinin farkına varan çeşitli kurumlar, bu durumu eleştirip, bunu gidermek için nice çözümler sundular. Örneğin Avrupa Komisyonu 1979’da, AB’nin AİHS’ni imzalamasını önermeyi önerdi ama bazı üye devletlerin buna karşı çıkmalarından dolayı bundan vazgeçmeye mecbur kaldı; bunu da bu devletlerin büyük bir sorumsuzluğu olarak tanımlayanlar olmadı değil. Zaten bu devletlerin bazılarının anayasa mahkeme-leri de bu durumu kabul etmeyip, AB’ye kendi çaplarında ‘isyan’ ettiler. Bunun en güzel örneklerini, AB yasalarının geçerliliğini, AB Hukuku’nun üstünlüğünü çiğneyip bu hukuku kendi anayasalarının denetimine tabî tutan Alman ve İtalyan Anayasa Mahkemeleri (özellilkle Solange I ve II ile Granital kararlarıyla) teşkil ediyor. Bu arada, AB’nin diğer bir kurumu ve yüksek mahkemesi olan Avrupa Adalet Divanı’nın (AAD) aynı konuya yaklaşımı gayet ilginç: bu mahkeme 1950’li yılların sonunda, AB’nin yasalarını İnsan Hakları’na denetlemeyi açıkça reddetti (Friedrich Stork et Cie/Haute Autorité ile, Comptoirs de vente du charbon de la Ruhr ‘Geitling’, ‘Mausegatt’ et ‘Präsident’ et sociétés affiliées/Haute Autorité kararları).Ancak bu kararlardan dolayı oluşan eleştirilere maruz kaldıktan sonra AAD, bu tavrını yaklaşık on yıl sonra değiştirdi: özellikle Internationale Handelsgesellschaft GmbH/Einfuhr und Vorratstelle für Getreide und Futtermittel kararıyla, temel hakların korunmasının, AB Hukuku’nun genel ilkeleri arasında bulunduğunu ilan eden AAD, bunları böylece koruma altına almayı başardı.

Bundan sonra zaten diğer AB kurumları da aynı yönde etkin olmaya başladılar: 1986’da Avrupa Tek Senedi’yle kurucu anlaşmalarda temel hakların korunmasına atıfta bulunulduktan sonra, Avrupa Parlamentosu da 1989’da Temel Hak ve Özgürlükler Bildirgesi’ni kabul etti. Aynı şekilde, 1992’de imzalanan Maastricht Anlaşması, İnsan Hakları konusunda tuhaf ama anlamlı bir kural içeriyordu: bu metnin F maddesinin 2.inci bölümü, AB’nin temel hakları, AİHS’nde –yanı AB’nin imzalamadığı bir sözleşmede! - belirtildiği gibi koruyacağı yazılıyor.

İşte bugün gelinen durum da böyle zaten: AB, AİHS’ni imzalamadı, ama imzalamaya gerek kalmadan, kendi kendine bu sözleşmenin gereğini yaptığıni belirtiyor; öte yandan da kendisinin imzalamadığı AİHS’ni imzamış olan Türkiye gibi çeşitli devletleri, İnsan Hakları’na saygılı olmamaktan ötürü eleştiriyor...

AB TÜRK ŞİRKETİN HAKLARINI İHLAL ETTİ Mİ?
Şimdi gelin bakalım yukarıda açıkladığımız bu kurallar, AB’de bir Türk şirketin İnsan Hakları söz konusu olunca nasıl uygulandı.

Bosphorus Hava Turizm ve Ticaret Anonim Şirketi’nin (“Bosphorus”) kiraladığı bir uçağa, İrlanda’da bulunurken AB yasaları gereği el konulur. Bunda Bosphorus’un herhangi bir suçu olmadığını hemen belirtelim: hacizin sebebi, uçağı Bosphorus’a kiraya veren şirkete uygulanan bir cezadan ibaret. Çeşitli işlemler sonucu, Bosphorus bu hacizden dolayı Avrupa Konseyi’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde şikayette bulunur. Mahkemeye sorulan soru, AB yasalarından dolayı doğan bu durumla, Bosphorus’un mülkiyet hakkının ihlal edilip edilmediğidir. Yani AB yasalarını uygulayıp uçağa el koyan İrlanda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal etti mi? Tahmin etmiş olacağınız gibi ve dolaylı olsa da, asıl soru, İrlanda’nın sadece uygulamış bulunduğu bu yasayı yaratan AB’nin sözleşmeyi ihlal edip etmediği davasıdır.

Bakalım AİHM bu konuda ne düşünüyor. Verdiği karar önemli, çünkü AB’nin söz konusu yasası temel haklarla çakıştığı kararlaştırıldığı taktirde, hem bunu uygulayan İrlanda mahkum olur, hem de ve özellikle, birçok ülkeye ‘ders’ veren AB’nin de dolaylı olarak İnsan Hakları’na aykırı davrandığı belli olur.

AİHM Bosphorus’un mağdur kalmasına yol açan bu durumu değerlendirirken ilk olarak, çok önemli bir yorumda bulunuyor. Mahkeme AB’ni, AİHS’ni imzalamadığından dolayı mahkum edemeyeceğini, ancak bu durumdan dolayı AB’yi kurmuş olan ve AB’nin yasalarını uygulayan üye devletleri mahkum edebileceğini hatırlatıyor. Tıpkı, reşit olmayan bir çocuğun yasaya aykırı davranışlarından dolayı, onu yaratan ve bu duruma böylece dolaylı olarak yol açmış olan ebeveyninin sorumlu tutulduğu gibi.

Bosphorus davasında ‘reşit olmayan çocuk’ rolünde AB olduğundan dolayı, AİHM onun mahkemelik davranışını, yani AB Hukuku’nu, denetlemeyi kararlaştırıyor. Bu denetim için mahkemeninbaşvurduğu yöntem gayet ilginç: gerçekten de mahkemeye göre, ‘ebeveyn’ rolündeki İrlanda’nın mahkum olmaması için, ‘çocuğu’ AB’nin hukukunun, yüzde yüz AİHS’ne uygun, eşit olması gerekli değil. Sözleşmeye uygun olması için bu hukukun ona eşit değil, eşdeğer olması yeterli. P