SİVRİ SİNEK SAZ Av. Talat METE
Çapsız Siyasetçilerle Çapsız Siyaset...
 
Ülkeler, lider ve yöneticilerinin, yönetimleri süresince, çapları,dünya görüşleri, bilgi birikim, deneyim ve duruşlarıile Dünya ülkeler sahnesinde hak ettikleri yerleri alırlar. Bu kural tüm ülkelerde geçerli olduğu gibi bizim için de geçerli şüphesiz.

Osmanlı İmparatorluğunun, kuruluş, gelişim, yükseliş, duraklama ve çöküş evrelerinin incelenmesinde, bu kuralın geçerliliği net bir şekilde anlaşılır.

Ülke yönetiminde bulunanlar, önce yurt içi, sonra da dış dünyadaki gelişimleri iyi okuyamaz ve gereken önlemleri alamazlarsa, gelişimlerin dışında kalmaya ve ülkelerini de, sorunlar yumağı ile baş başa bırakmaya mahkum ederler.

Bu Osmanlı İmparatorluğu’nda böyle olmuş ve sonuç, koca imparatorluğun çöküşü ile son bulmuştur.

Ancak, aynı toplumdan Mustafa Kemal ATATÜRK isimli 20.yüzyılın en çaplı, asker ve siyaset adamı ortaya çıkmış ve çöken koca bir imparatorluğun küllerinden “Türkiye Devletini” kurabilme başarısını göstermiştir. Oysa ki, halk, aynı halk, dil aynı dil, din aynı din, bayrak aynı bayraktır. Değişen sadece sınırlardır. Sınırlar daralmış, topraklar küçülmüştür. Düşman aynı düşmandır. İttifak etmiş, gelişmiş, sömürgeci düşmanlar. Her birinin ağzından salyalar akarak, Dünyadan bi haber padişahların, saltanatlarını her ne pahasına olursa olsun sürdürme isteğinde olmalarından yararlanarak, 600 yıl Dünyaya hükmetmiş bir toplumu, paramparça edip paylaşma isteğindeler. Daha da acısı, bizleri Anadolu topraklarından, geldiğimiz Orta Asya’ya sürgün etmek istemektedirler.

İşte bu aşamada, Mustafa Kemal ATATÜRK, ülkesinde ve Dünyada gelişen olay ve düşüncelerin ne olduğunu ve nereye gideceğini, en iyi şekilde sentezleyip, analiz ederek dünyadaki ezilmiş ve sömürgeleştirilmiş tüm ülkelere örnek olan, tarihin en büyük devrimini gerçekleştirmiştir. Türk toplumunun bağrından çıkardığı bu lider, ülkesini;

Neredeyse sömürge olmaktan, tam bağımsızlığa,
Son kalan yurdun daha da parçalanmasından, bütünlüğe,
Ümmetten (kulluktan), ulusa,
Karanlıktan, aydınlığa,
Hilafetten, laikliğe,
İmparatorluktan, cumhuriyete,

Geçişleri sağlayarak, önünde tüm dünyanın saygı duyduğu, önce temel değişimleri, sonra da bu değişimleri pekiştiren devrimleri gerçekleştirmiştir. İmkansız gibi görünen tüm bu değişimleri, üstün liderlik vasıfları ile ve geri kalmış bu toplum insanları ile birlikte gerçekleştirmiştir. Mucize gibi görünen tüm bu değişimler, bir liderin toplumuna inanması, sorunları toplumuyla paylaşması ve çaplı olması ile gerçekleştirilebilir.

Bugün ülkemizde gelinen noktaya baktığımızda; çapsız lider ve yöneticilerle, dünün ne kadar gerisine düştüğümüzü görüyoruz. Kahrolmamak elde değil. 10 Kasım 1938 tarihinden bu yana, ne kadar kötü yönetildiğimizi, ne kadar çapsız siyasetçilerin yönetiminde kaldığımızı görmek, çok üzücü. Neredeyse tam bağımsızlıktan, sömürge olmaya, Üniter devlet yapısından, eyaletler vasıtasıyla bölünmeye, Ulus olmaktan, kulluğa (ümmete), Aydınlıktan, karanlığa, Cumhuriyeti tartışır noktaya gelmek üzereyiz.

Ne mutlu ki, ulu önderin iliklerimize kadar işleyen devrimlerinin yetiştirdiği çocuklarının uyanması ve ele ele, gönül gönüle haykırmalarıyla şimdilik karanlık gidiş biraz duraklamış görünüyor.

Bu duruma nasıl geldik? Bir daha böyle durumlarla karşılaşmamak için ne yapılmalı? Zannederim üzerinde durulması gerekli en önemli konu bu…

Tek partili dönemden, çok partili sisteme dönüşümün başladığı, 1946 yılından itibaren, siyaset, yani yönetim erkini eline geçirenler, ister tek başına, ister birlikte (koalisyon) Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesinden adım adım uzaklaşmışlar ve sadece bireysel ve partisel düşüncelerinin esiri olmuşlardır.

Bugüne kadar ki yönetimlerin tümü, bu gün dahil, bütünlük içerisindeki ülke halkını, çıkar için, oy uğruna yapay bir şekilde, sürekli bölünmeye doğru itmişlerdir. Önce, vatan cephesi yanlıları ve karşıtları, sonra sağ ve sol, daha sonra Sünni ve Alevi, Türk ve Kürt, şimdi de laik ve anti laik, türbanlı ve türbansız, dinli ve dinsiz…

10 Kasım 1938 tarihinden bugüne değin iyi yönetilemediğimizi söylemiştim. İşte bu gün ulaştığımız nokta da bunun sonucudur. Çapsız yöneticiler…

Çapsız yöneticileri sadece siyasetçiler olarak da söylemiyorum. Buna siyaset dışındaki yöneticiler de dahil. Çeşitli bireysel çıkarlar doğrultusunda, ülke ve toplum düşünülmeden aday gösterilip, seçilmesine neden olunan yerel yöneticiler, valiler, kaymakamlar, yandaş olarak seçilen üst düzey emniyet görevlileri, bakanlık bürokratları vs buna dahildir. Siyasiler tarafından tek müdahale edilemeyen Türk Silahlı Kuvvetleri kendi iç işleyişi ve liyakat sistemi içerisinde kendini koruma ve geliştirmeyi başarmış ve Cumhuriyetimizin kuruluş ilkelerinden uzaklaşmamıştır.

Kendilerini bir türlü yenileyemeyen, ama toplumu kandırma uğruna “ben değiştim” diyebilen, Dünyada ki gelişimleri iyi algılayamayan ve değişimleri yapmakta istekli görünmeyen, ancak, “AB” dayatmaları ile ve “ABD” istekleri doğrultusunda değişimi yeterli gören, işine gelmeyen konuları değiştirme adına kılını kıpırdatmayan, halkını aşağılayan, sadece kendi yanlıları için “Ali Dibo” diye adlandırılan uğraşlar içinde olan, toplumu çalışma ve üretmeye yönlendirme yerine, borsacı yapan, miras yedi gibi ülkenin en önemli kurumlarını haraç mezat satıp har vurup harman savuran, eline geçen paraları nereye harcadığını dahi toplumuna açıklamayan, önündeki 50 yılın ülke politikasını planlamayıp esen rüzgara göre günlük yaşayan, çapsız siyasetçiler, bu güzelim ülkeyi içinde yaşadığımız bilinmezlere doğru sürüklemektedirler.

Burada, şüphesiz şu andaki iktidarı, siyasi yöneticileri ve sivil yöneticileri kastetmiyorum. Özellikle 1950 yılından bu yana gelmiş tüm yönetimleri de kastediyorum. Her birinin çözmediği çözemediği, birbirine eklediği sorunlar ve çıkar adına uzaklaştıkları Cumhuriyet ilkeleri bu günleri yaşamamıza neden olmaktadır. Tabii bu arada askeri müdahalelerin olumsuzluklarını da unutmamak gerekir.

Şimdi, toplum karanlığa düşme ve gelecek korkusu ile meydanlarda işe el koymaya başlamıştır. Buna devam ederek, çağdaş katılımcı, temsil olanağı sağlayan bir demokrasi ile yönetilen bir ülke olabilmemiz adına, siyasi partilerin başkanlık saltanatını yıkacak, çaplı insanların politika yapabileceği ortamların yaratılması değişimlerini, sivil toplum kuruluşlarının gelişimlerinin önündeki engellerin kaldırılmasını sağlayacak, nihayet katılımcı bir anlayışla çağdaş bir anayasanın oluşmasını isteyecek baskıları yapmalıdır.

Sadece, iktidarın değişmesini, laik bir cumhurbaşkanının seçilmesini istemek yeterli değildir.