ARKA BAHÇE Bülent AKARCALI
Türkiye AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı
Orta Doğu’da Neler Olabilir?
 
ABD’nin Irak'ı işgal etmesinde, terörizme karşı mücadele Amerikan ve Dünya kamuoyunu ikna etmek için bir gerekçe oluşturduysa da, esas amacın Ortadoğuda ki enerji kaynaklarına el koyarak bu bölgenin mutlak hakimi, tek siyasi ve askeri güç olmak istemesi olduğundan kimsenin şüphe etmemesi gerekir. Geçenlerde izlediğim bir Fransız filmi bu konuda unutulmuş olayları hatırlattı bana. Film 1950’lerde geçiyor ve İran'ın bağımsızlığı için çalışıp Başbakanlığı ele geçiren MUSADDIK'ın CIA tarafından nasıl düşürüldüğünü, bu arada Paris'e kaçmış Rıza PEHLEVİ'yle petrol kaynaklarının Amerikan-İngiliz şirketlerince işletilmesi karşılığı nasıl iktidar pazarlığı yapıldığını anlatıyordu.
 
ABD Rıza PEHLEVİ`ye İran seninPetrol benim diyor ve bu takası kabul eden PEHLEVİ`yi de, MUSADDIK`ı düşürerek, iktidara taşıyordu. Yaklaşık 20 yıl boyunca ABD’ye sadakatla hizmet eden PEHLEVİ, HUMEYNİ ile başedemeyince İran`ı terk etmek zorunda kalıyor ve kansere tutulmuş bir halde tek sığınacak ülke olarak Mısır`a gelebiliyordu. Eski efendileri kendisinin ABD topraklarındatedavisine dahi izin vermiyordu.

Afganistan`da TALIBAN rejimini yıktıktan sonra terörizme karşı mücadele gerekçesiyle, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan`a askeri varlıkla yerleşen Amerika; Irak`a da girerek Ortadoğu ve Orta Asya enerji ve ham madde kaynaklarını uzun bir gelecek için denetim altına alıp, böylece bunların, Amerikan ve İngiliz şirketleri tarafından işletilmesini sağlama imkanını elde etmiştir. Irak bu yerleşmenin son halkasıydı. Hafız ESAT`ın ölümü, Suriye`ninzayıflaması Amerika`ya ayrıca İsrail-Filistin sorununun çözümünde daha güçlü bir aktör olma imkanı vermiştir.

Dolayısıyla Irak işgali, Amerika`nın Kuveyt`i kurtarmak için Irak`a ilk savaş açtığı dönemden itibaren ortaya konmuş bir politikanın nihai uygulamasıdır. Bu uygulama CLINTON zamanında da olabilirdi. Ancak CLINTON`un kişiliği ve mensup olduğu Demokrat Parti’nin yapısı buna tam olarak izin vermiyordu. Çok eskiden hazırlanmış olan bu planın uygulanması için Başkan BUSH tipinde bir siyasetçinin Başkanlığa gelmesi gerekiyordu.

BUSH`un tartışmalı ilk başkanlık seçiminde Amerikan derin devletinin böyle bir politikayı uygulatmak için devreye girmiş olduğunu düşünmek fazla hayalcilik sayılmaz.

Irak sorunu nasıl çözümlenir?

Amerika`ya rağmen Irak sorununu çözmek imkanı yoktur. Vietnam dahi, dünya kamuoyunun etkisiyle değil, Amerika`nın kendi kamuoyunun bilinçlenmesi ve direnişiyle çözümlenmeye başlamış ama nihai çözüm, Vietnamlılar’ın savaşı kazanıp, Vietnam’dan çıkarmaları sayesinde olmuştur.

Oysa bugün Amerikan kamuoyundaIrak`a karşı entellektüel direniş ciddi halk ve öğrenci hareketlerine dönüşmemiştir ve şahsen dönüşeceğini de beklemiyorum. Irak`ın da Amerikalıları yenecek bir askeri gücü olsaydı, bunu SADDAM başlarındayken yaparlardı. Dolayısıyla Irak`ta çözüm, Amerikalılara karşı çıkarak, onları itham ederek değil; onlara yol göstererek yardımcı olmakla mümkündür.

Herşeyden önce Irak`taki Amerika`yı, yanlış bir işe bulaşmış, yardıma muhtaç bir dost ve müttefik olarak görmek lazım.

Irak`a kısa vadede demokratik kurumları ve yaşamı getirme imkanı olmasa da, bir hukuk devletinin ciddi alt yapısını oluşturmak ve 2-3 yıllık bir süre içerisinde Batı tipi hukuk devleti anlayışına ve işleyişine yaklaşabilecek İDAREYİ oluşturmak mümkündür. Irak için bunu gerçekleştirecek kadrolar da esas olarak Türkiye`de mevcuttur. Osmanlı İmparatorluğu`nun 19. yüzyılda‘Mecelle’ ile başlayan ‘Modern Hukuka’ yöneliş yaklaşımını Irak`a uygulayabiliriz.

Zira Irak`ta olması gereken hukuk devleti yapısı ve anlayışı, Batı ülkelerindeki mevcut yasaları alıp tercüme ederek sağlanamaz. Irak`ın etnik ve dini yapısındaki çeşitliliklerini dikkate alacak çağdaş hukuk anlayışına bağlı demokrasi ve insan haklarını temel alan bir çalışmayı, İslam hukukuna yatkın Türk hukukçu ve bilim adamlarının önderliğinde, Iraklı ve diğer Arap ülkelerinden oluşturulacak bir çalışma grubu hazırlayabilir. İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreterliği böyle bir çalışmanın ev sahipliğini ve koordinatörlüğünü yapabilir.

Verdiğim bu örnek, Irak sorununa her konuda her kademe de çözüm bulmak isteyenlerin esas alması gereken; hem özünde hem Irak`a, hem de Irak bataklığına saplanmış Amerika`ya yardımcı olmanın en rasyonel yoludur.

Bu tip çalışmalar Ortadoğu`ya barış ortamı getirir mi? Tarihte bitmemiş savaş, bitmemiş düşmanlık yoktur. Dolayısıyla önemli olan, Ortadoğu`daki çatışmaların ve düşmanlıkların kendiliğinden bitmesini uzun yıllar beklemek değil, bir an önce barış ortamına geçebilmektir.

Ortadoğu`ya barışın hatta ve hatta Irak sorununa çözümün ön şartı Filistin`le İsrail`in savaşını kalıcı bir işbirliğine dönüştürmektir. Burada kim ne derse desin, kilit ülke Amerika`dır. Amerika`ya rağmen barışı getirmenin tek yolu Amerika`dan daha kuvvetli askeri ve siyasi gücün buraya gelmesiyle mümkündür. Şu anda böyle bir güce sahip hiçbir ülke olmadığına gore, Ortadoğu`da barış isteyenlerin Amerika`nın karşısına terörle değil ortak bir siyasetle çıkmaları gerekir. Bunu da sağlayabilecek ülke Türkiye`dir ve Türkiye`de siyasi ve diplomatik bu potansiyel ve tarihi-sosyal birikim vardır. Eğer Arap liderleri kendi şahsi politikalarını aşıp,Ortadoğu`da barış için global (ortak değil) bir politika uygulayabilme becerisine gösterebilseler, Türkiye`nin önderliğinde Ortadoğu`da kalıcı barışın sağlanması mümkün olur. Çünkü Türkiye Ortadoğu politikası içerisinde Avrupa’nın, Amerika`nın ve İsrail`in siyasi ahlak ve tarafsızlığına güvenebileceği bir ülkedir. Öte yandan Türkiye`nin Filistin konusunda uzun yıllardır var olan çizgisi, bu davaya hiçbir koşulda ihanet etmeyeceğinin teminatıdır. Sorun, Ortadoğu`da barış içinbiraraya gelmesi gerekirken gelemeyen Arap ülkeleridir. Turgut ÖZAL 1987`de görüşmem için beni özel olarak Tunus`a gönderdiğindeArafat orada bana, "Biz Filistin olarak Arap dünyasının, tek birleştirici unsuru ve tutkalı kaldığımız sürece, Filistin davasının, Filistin lehine bitmesini isteyecek Arap ülkesi lideri ya da yönetici sayısı çok azdır" demişti. Aradan geçen 17 yıl sonra bu teşhiste kısmi bir gerileme olsa da geçerliliği hala devam etmektedir. Bence Filistin`de nihai çözümü istemeyen İsrailli şahinler olduğu kadar çözümsüzlük yanlısı Arap liderlerinin varlığı da ayrı bir gerçektir. Ancak Filistin de yapılan seçimler ve Filistin halkının siyaset ve hukuk yoluyla mücadele imkanına kavuşması bizleri daha iyimser düşünmeye itmektedir.