AB BAŞKENTİNDEN Suat Lemi ŞİŞİK
TÜGİAD Brüksel Temsilcisi
Yeni yıl, Manş Denizi’nin iki yakası ve Türkiye
 
Öncelikle yeni yılınızı kutlar, 2008 performansınızın, 2007 yılında Türkiye’nin AB üyeliği için gösterdiği performansa benzememesini temenni ederim.

Türkiye Cumhuriyeti olarak AB üyeliği açısından 2007 yılını tamamen kayıp olarak değerlendirebiliriz. Tek tesellimiz, seçimlerimizin tamamen demokratik olarak değerlendirilmesi ve Cumhurbaşkanı seçimlerinin Fahri KORUTÜRK sonrasına benzemeden tamamlanabilmiş olması.

Bunların dışında Türkiye olarak, AB üyeliği için kılımızı dahi kıpırdatma gereği görmedik ve Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan AB üyesi devletleri ve diğer kişi ve kurumları mutlu ettik, ellerine koz verdik. Ne mutlu bize!

Reformları Türk halkı için yaptığını, AB için yapmadığını söyleyen hükümetimiz 2007 yılında nedense halkını bu konuda unutmayı tercih etti. Daha çok iç kamuoyunda spekülatif tavırlar sergilemeyi tercih etti. Sanki Türkiye Cumhuriyeti’ni müzakerelerin açılmasına hazırlayan, reformları yapan aynı hükümet değil. Bu hükümetin AB ile pek fazla ilişkisi yok. Dışarıdan görünen maalesef bu! Zaten gergin olan AB-Türkiye ilişkilerindeki durumu büsbütün bozmamak için AB Komisyonu yazabileceği en ılımlı ilerleme raporunu yazdı da ipler kopmadı. Ona rağmen rapor Türkiye’de beğenilmedi. AB bizi överse iyi, eleştirirse kötü!

Bir tane 301 maddesini bir yıldan fazla bir süreden beri TBMM’de salt coğunluğu olan bir hükümet değiştiremedi. Geçen dönemki hükümetin AB heyecanından bu seferkinde eser yok maaselef. Bu da birçok kişinin kafasında olan ama sesli sormak istemediği soruların daha fazla kafalarda belirmesine yol açıyor.

Öte yandan bu, AB başdüşmanımız Fransa başkanı SARKOZY’nin ekmeğine yağ sürüyor. AB’den ve Avrupa’dan uzak tavır sergileyen hükümetimiz, ?Türkiye Avrupalı değildir? diyenlere bolca malzeme sağlıyor bu tavrıyla. TBMM gündemine AB konuları geleceğine Cuma günleri TBMM tatil olsun diye teklifler geliyor! Bunun kabul edilebilir hiçbir açıklaması olamaz.

Bazı AB ülkelerinde Cuma günleri tatilmiş, örnek olarak onlar alınıyormuş! Burası Türkiye Cumhuriyeti, Cuma günü TBMM’yi tatil etmeye kalkarsanız herkesi birbirine katarsınız. Bu da başımıza gelmesi gereken en son şey. Bazı AB ülkelerinde parlamento Cuma günü tatil olabilir, onlar zaten AB üyesi olmuşlar, yapacakları az olabilir, siyasi gelenekleri öyle olabilir. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nde olamaz! TBMM’nin bırakın Cuma günlerini yaz aylarında bile tatilini azaltması gerekir. Yapılacak iş o kadar çok ki… Türkiye dünya ortalamasının altında bir büyüme hızına düştü, en azından bu, başlıbaşına bir sorun.

Öte yandan, Fransa başkanının bir demeci yok ki içinde “Türkiye Avrupalı değildir” cümlesi geçmesin. Başkan, Türkiye’ye tamamen kafasını takmış durumda. Ailesinde Galatasaray Lisesi mezunu var, Macar kökenli, kanında Musevilik var ve kendisi Türkiye düşmanı! TÜS‹AD’ın da dediği gibi tam bir patolojik durum. Psikolojik bir analiz gerektiriyor konu.

Kendi ülkesi başaşağı giderkenSARKOZY’nin tek derdi Türkiye’nin AB üyesi olmaması. Popülizmin böylesi de henüz görülmedi. Manş denizinin bir yanında Paris, güzelim şehir bu Fransızlar’ın mantalitesiyle bir “H‹ZMET CEHENNEM‹” ne dönüşmüş durumda. Bizim eskilerde “ne Şam’ın şekeri ne Arab’ın yüzü” (Arap dostları tenzi ederim) diye bir laf vardır ya onu “ne Paris’in şarabı, ne Fransız’ın yüzü” diye güncellemek gerekiyor. Paris’e gidiniz, sadece Türkler için değil kim olursa olsun, bir hizmet vermeme yarışı var, lokantada, kafede, mağazada, heryerde…

Aman birşey almayın, aman birşey istemeyin, aman hizmet ettirmeyin… Ama ben maaşımı almaya devam edeyim, az gelirse de sokaklara dökülüp grev yapayım. Fransız mantelitesi bu. Eski koloniyal dönemlerin lüksüyle global dünyada küstahlık taslamaya devam edebileceklerini sanan Fransızlar, milletce tepe taklak gittiklerinin farkında değiller. Varsa yoksa, “Türkiye Avrupalı değildir, Türkiye Avrupalı değildir..?

Manş’ın öte yanına geçin Londra’dasınız. Anglofon kültür. Türkiye’nin AB üyeliğini sonuna kadar desteklemeleri bir yana, şehir bir “H‹ZMET CENNET‹.” Çalışanlar güleryüzlü, herkes yardımcı olmaya çalışıyor, birşeyler daha satmaya uğraşıyor. Kimse sokaklara dökülmüyor. Çünkü çalışan hakettiğini kazanıyor. Londra, yaşaması Paris’ten daha zor bir şehir, daha kalabalık bir şehir, daha gri bir şehir, ama insanlar daha güleryüzlü, daha nazik, daha saygılı. Paris, somurtkan, küstah ve kaba.

Biri cennet, biri cehennem. Cenneti de cehennemi de yaratan insanlar. Herkes hakettiği şekilde yaşıyor. Hakettiği şekilde yönetiliyor. Bize iki örnek, yöneticilerimizin dikkatine. TBMM haftada beş gün çalışmaya devam etsin, yapılacak çok şey var. Cehennemde degil cennette yaşamak istiyor T.C. vatandaşları. Onlara layık olduklarını vermek için gerekeni yapmalı TBMM. Yoksa hakettiğimiz yönetim başka mı?

Hepinize sevgi dolu, Paris’ten uzak günler dilerim.