STRATEJİ Dr. Erol MÜTERCİMLER
STAM Stratejik Araştırmalar Merkezi Genel Koordinatörü br> TGAV Türk Gelecek Araştırma Vakfı Genel Koordinatörü
23 Temmuz Sabahına Huzurlu Uyanmak
 
22 Temmuz 2007 seçimleri, Cumhuriyet tarihimizin en stratejik seçimi diyenlerdenim. Bunun bir kaç nedeni var. Birincisi, 2002-2006 yılı arası, seçim sistemi nedeniyle, 3 Kasım seçim sonucunun meşruiyetinin tartışmalı oluşudur. Yüzde 34 oyla Meclisin yüzde 65’ini ele geçirmek, doğal olarak meşruiyet tartışması getirmiştir. İkincisi, neredeyse beş yıl, hep rejimin korunması endişesiyle gergin geçmiştir. Üçüncüsü de, cumhurbaşkanlığı seçimindeki olağanüstü akıl oyunları savaşıdır. Dördüncüsü ve en akıl almazı da, Başbakan ERDOĞAN’ın 23 Temmuz sabahından itibaren krizle karşılaşacağımız öngörüsü mü yoksa temennisi mi diyeceğimizi şaşırdığım, ifadeleridir. Hiç kuşkusuz ki, sizler bu dört maddeye daha da eklemeler yapabilirsiniz.

Okuyacağınız öngörümün tutup tutmayacağını değerlendirmek için önce, birkaç arşiv bilgisi hatırlatması yapacağım. İlki, daha 2006 yılını bitirmeden “ELEGANS Dergisinde, Kasım-Aralık 2006, sayı:81”“2006’dan 2007’ye bakış” başlığıyla aşağıdaki yazıyı yazmış ve “2007 yılının ilk dört ayı bir şekliyle ordu üst yönetiminin demeçlerine tanık olacaktır” öngörüsünde bulunmuştum. “Çünkü, Çankaya köşkü laik cumhuriyete inanmış bir cumhurun başkanına ev sahiplik etmek zorundadır. Bu nedenle gösterilecek adayın ya da adayların tüm toplum tarafından hiç itirazsız kabul edilmesi gereklidir. Türkiye, daha önce bu yanlışlığı Turgut ÖZAL’da yaşadı. Sakıncalarını gördü, açtığı yaraların kapanmadığına tanık oldu. Buna karşın yine ders almadıysa söyleyecek söz yok! Çok sancılı bir süreç olacağı ortada.”İkincisi,www.digimedya.com’da 29 mayıs 2002’de yazdığım yazıdan kısa bir bölüm: “ ...Recep Tayyip’i iktidara taşıyan “laikler”, hiç kuşkusuz tüm bu gerçekleri görüyorlar. Ancak buna rağmen bunu besliyorlarsa başka bir hesaplarının olması gerekiyor. Fakat unuttukları bir şey var, bu ülkenin çatısı çöktüğü gün, altında onlar da kalacaklar. Bir zamanlar Hitler’in gelişine küçük çıkarları uğruna göz yumanlar, kellelerini ilk kaybedenler oldular!” Yukarıda saydığım grupların yanlışlıkları sonucu, Recep Tayyip’in ve dünya görüşünün iktidar olacağı Türkiye’de yaşamaktan onur duymayacağım. Sizler onun başbakanlığını içinize sindirebilirsiniz ama ben, sindirmiyorum. Sindiremem de... Vicdanınız bile sizi yargılayamıyor olabilir! Ama unutmayın tarih sizi yargılayacak! Eğer, size ait bir ülke ve ülkenizin tarihi kalmışsa!

Evet bu doğru: Recep Tayyip ERDOĞAN kaz adımlarıyla iktidara geliyor!..” Yine arşivden, www.digimedya.com’da 12 mayıs 2002’de yazdığım bir yazı ve kısa bir alıntı: “Osmanlı’da gördüğümüz yurtsever, iyi niyetli ‘kapıkulları’ gitmiş, yerine Batı’nın “kapıkulları” gelmişti. İşin ilginci, 12 Eylül kadrosu ‘darbeyi’ Atatürkçülük adına yapmışlardı, ama Atatürk’ün yaratmaya çalıştığı ne kadar ‘değer’ varsa hepsini yıkıp dümdüz ettiler. Bu dönemde Turgut ÖZAL çıktı; DP’den farklı olarak ‘asker-aydın-vurguncu işadamı-medya’ dörtgeninden oluşan yeni bir ‘kapıkulu’ sistemi yarattı. Mutlak itaat, çıkar üzerine kurulmuştu... Bozuluş o bozuluş, bir daha toparlayabilene aşk olsun!..
Son durum nedir?.. Kapıkulu yapısı tamamen değişti. ABD ve AB’nin “kapıkulları” Türkiye’yi yönetmeye soyunduruldu!.. T.ÖZAL artığı Mesut YILMAZ ve soğuk savaş döneminin çok kötü öğrencisi Bülent ECEVİT’in rahle-i tedrisinden bile geçmeden politikaya atılan Hüsamettin ÖZKAN, bu kez, ‘medya patronu- gazeteci- kara paracı-üst düzey bürokrat’ dörtgeninden oluşan bir ‘kapıkulu’ organizasyonu yarattılar!.. Bunun sonucu ne olabilir?..
İçine sindirebilene AKP-SP iktidarı hayırlı olsun!.. Demokrasi mi?.. ‘G’ günü hesabı yapanlarla yeni ‘kapıkulu’ yaratanların mücadelesini kim kazanırsa kazansın, şurası bir gerçek ki kaybeden halk ve demokrasi olacak!.. Tarihten ders alınsaydı, hiç tarih tekerrür eder miydi!..” Arşivden daha bir kaç alıntıyla karşınızda olurum, ama bu kadarı yeterli sanıyorum. Bu okuduklarınızdan ortaya çıkan sonuca göre, R.T.ERDOĞAN’ın başbakan olması benim için beklenmedik bir sonuç değildi. Tam tersine, açıkça AKP iktidarının geldiğini yazmışım. Şu unutulmasın ki, Einstein’ın dediği gibi, “Tanrı zar atmaz!”

*

Gelelim 23 Temmuz sabahına... Üç partili bir Meclis’e uyanacağız, daha doğrusu 22 Temmuz gecesi saat 24 sularında, nasıl bir siyasi tabloyla karşılaşacağımızı öğrenmiş olacağız. Şunu peşinen söylüyorum; bazı medya organlarının ifade ettiği gibi AKP’nin yüzde 40 olması mümkün değil. Neden? Çünkü, bu ortalamanın olması için, geçmiş oylarına 3 milyon yeni oy eklemesi gerekiyor. Bunu mümkün görüyorsanız, söyleyecek bir sözüm yok. Eski oy miktarını alır mı? Belki alabilir, ama anayasayı değiştirecek çoğunluğu bulması olanaksız. Belki DTP’nin bağımsızlarıyla Hükümet olacak, ama bu da 368 milletvekilini çıkarmasını sağlamaz. CHP- MHP Koalisyonu, bir kaç da bağımsız desteğiyle ucu ucuna 276’yı bulabilir...

Temel soru şu? Cumhurbaşkanı seçimi ne olacak? Bu koşullarda Meclis cumhurun başkanını seçemez! Gerisini hesaplamak size kalsın!

*

Ben sizinle başka bir konuyu paylaşmak istiyorum. Seçim sonrası ortaya çıkacak kompozisyon kriz olarak adlandırılabilir mi?

Başbakan böyle diyor, ama bu durumun adı kriz değildir. Öyleyse nedir?

Önce Başbakan’ın dilinden düşürmediği kriz sözcüğü ile başlayalım. Yunanca’dan gelir ve karşılığı ‘elemektir’. Türkçe’de ise ilk kullanan kişi tarihçi Ahmet CEVDET Paşa’dır. Hüseyin HATEMİ’ye göre, Kriz dönemleri kritik dönemlerdir. Eskiden bu anlamda ‘kritik’ için ‘nazik’ demekteydik. Kriz dönemleri ‘nezaket arz eden kritik dönemler’ idi. Ahmet CEVDET bu sözcüğü dilimize yerleştirirken ‘buhran’ demeyi tercih etti. Dilimizin özleştirilmesine karşı çıkanlar, ‘kriz’ yerine ‘bunalım’ terimini kullandılar. 1980’lerden sonra dünyada terimler de değişince, bizde de muhafazakârlar artık ‘kriz’ sözcüğünü kullanmakta sakınca görmez oldular. Özellikle ekonomi alanındaki küreselleşme olgusu yönetim alanında yeni anlayışları yarattı. Bunların başında gelen de ‘kriz yönetimidir’. Yani AKP iktidarının hiç başarılı olamadığı bir alan ve yönetme biçimi. Çünkü ERDOĞAN’ın çevresindeki danışmanlar grubu, ne yazık ki dünyayı algılayacak yetenek ve birikime sahip değiller.
Onlara göre, iç ve dıştaki problemleri ABD ve AB’ye havale ederlerse, nasılsa her şey çözülür. İşin tuhaf yanı buna Başbakanı da inandırdılar. ERDOĞAN’ın kriz konusuna subjektif mi yoksa objektif mi yaklaştığını doğrusu hiç anlamadım. Sezgisel mi konuşuyor, yoksa sistemi görüp mü konuşuyor... Buna bir açıklık getirse, biz de neyi hangi ölçüde doğru kavradığını anlayabileceğiz. Krizin hangi kaynaklardan gündeme geldiği önemlidir.
Ne diyor ERDOĞAN? “Bağımsızlara oy vermeyin, boşa gider. Onlar yalnızca ellerini indirip kaldıracaklar.” Mevcut siyasi partilerimizin yapısı ve liderlerin demokrasi anlayışı zaten milletvekillerini emme basma tulumda gibi çalıştırıyor. El kaldır el indir! Onun söylediği başka şey. Güneydoğu’dan 2002 seçimlerinde aldığı milletvekillerini alamayacak, korkusu bundan. Örneğin, Urfa’dan büyük tesadüfle 8 milletvekili çıkarmıştı. Oysa şimdi DTP bağımsızları destekleyince ve MHP de barajı aşınca, en fazla dört vekil çıkarabilecek. Mardin aynı durumda, Diyarbakır daha farklı değil.
Bu gerçek karşısında, ‘bunalıma düşen’ AKP kurmayları ‘kriz’ terimini her cümle içinde geçirtir oldular. İşletmelerde kriz tanımı şöyle yapılır: Beklenilmeyen ve önceden sezilemeyen ve işletmeleri zor durumda bırakan gerilim durumlarına genel olarak kriz denilmektedir. Krizin en önemli göstergesi, işletmelerin karar mekanizmalarının ve rasyonel süreçlerinin yetersiz hale gelmesidir.
Başbakan ve danışmanlarının hemen hepsi esnaflıktan geldiği için, yine işletmelerdeki kriz algılamasından devam edeyim. Krizler ani olarak veya kendini hissettirerek ortaya çıkar. Ne şekilde olursa olsun, işletmelerin krizle karşılaşmasının temel nedeni, rekabetin acımasız koşullarında geri kalmalarıdır. Bu temel neden çeşitli faktörlere bağlıdır. Krize neden olan faktörler, işlet