EKONOMİK FORUM Prof. Dr. Sadi UZUNOĞLU
Trakya Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi
Kriz Çıkar mı Tartışmaları Üzerine...
 
Biz ekonomiye iyimserler kötümserler çerçevesinde bakmayı seviyoruz. Bu siyah beyaz anlayışı geçenlerde gazetelere yansıdı: Krizci ekonomistler ve iyimserler… Dünyada bu kadar basit bir tartışmaya rastlayamazsınız. Ülkemizde maalesef “risk algılaması” diye bir kavram gelişmedi. Bunun kabahati de, kusura bakmasınlar, “aman kötü bir şey konuşmayalım da her şey iyi olsun; herkes bizi sevsin, işimiz yolunda gitsin” diyen basında sıklıkla rastladığımız ekonomist ve hocalarımızda. (Tabii ki genelleme yapmıyorum).

“İyi konuşalım iyi olsun anlayışı” başlangıçta iyi gidiyor. Gelecekle ilgili beklentiler oluşturuluyor. Herkes dolu dizgin riske gömülüyor. Çünkü risk algılaması, risk yönetimi ve yönetilebilecek risklerin alınması gibi kavramlar bize zaten uzak kavramlar. İşler çok iyi giderken, bir de bakıyoruz algılamadığımız riskler nedeniyle ekonomide kriz çıkmış. Sonuç; anlı şanlı bankalarımızı ve kurumlarımızı “yok” paraya yabancılara kaptırmışız. Tabii ki 2001 koşullarını anlatıyorum. O zamanlar da “artık 10 yılı görebiliyoruz” nutukları atılmıyor muydu? Bu anlayışla hareket edilemez. Edilirse 2001 yılındaki gibi sonuç ortaya çıkar. Bizim her kurumumuz, her girişimcimiz değerli. Amacımız bunları dalgalanmalara karşı korumak olmalı değil mi?

Ben kötümser değilim. Böyle bir kavramı da kabul etmiyorum. Gelecekle ilgili olabilecek riskleri algılamaya çalışıyorum. Siz bu riskleri bilin ve ona göre hareket edin diye. Yoksa sakın bu riski almayın demiyorum. Çünkü “ben bu riski alırım ve yönetirim” diyenler olabilir veya “ya tersi olur da işler iyi giderse” varsayımına göre hareket edenler de. Kısaca biz riskleri algılamaya çalışırız. Siz de olur veya olmaz diyerek hareket edersiniz. Burada başka sıfatlar yakıştırmaya gerek yok. Doğrusu da bu…

Geçen günlerde bir gazetede 2006 yılında kriz bekleyenler - beklemeyenler yazı dizisinde benim de görüşlerim çıktı ve yalnızca üç cümle olarak. Benim bu yazı dizisini hazırlayan arkadaşıma sorduğu sorular karşılığı gönderdiğim yanıtların tam metni aşağıda. Biz riskleri algılarız siz de bu risklerden neleri alıp almayacağınıza karar verirsiniz. Doğrusu da budur…

2006`da kriz bekliyormusunuz?
evet ise neden? Hayırsa neden? Koşulları neler olabilir? (Ne etkili olacak?)

Bu soruya direk evet veya hayır demek mümkün değil. Belirli koşullar altında kriz olabilir de olmayabilir de. Bir diğer yanıt ise şu olabilir “krizden ne anlıyoruz?” Kriz olması için illaki dövizde faizde patlama, borsada bir çöküş mü olması gerekiyor. Yoksa içinde bulunduğumuz ortamda “krizden çıkmadık ki” iddiası da yapılabilir.

Dünyanın ekonomik ve politik yapısındaki risklere rağmen Türkiye’deki finansal piyasaların davranışlarını anlamak mümkün değil. Eğer finansal piyasalar sıkışmış ve ellerindeki bono ve hisse senedi portföyünü boşaltamıyorlarsa, bir diğer ifade ile amatör yatırımcı dövizini bozup piyasaya girmiyorsa ama profesyoneller de amatörleri ikna etmek için piyasayı sürekli manipüle ediyorsa bu farklı anlamda bir kriz ortamını ifade etmez mi?

Reel kesimin içindeki bulunduğu koşullar (rekabet gücündeki aşırı erozyon, ithal girdilerin üretimde ve tüketimde daha fazla oranda kullanılıyor olması, milli gelirin yüzde 6’sı civarındaki cari açık) finansal piyasalardaki olumlu ortamı teyit etmiyor. Ancak bizim alıştığımız türden yani döviz ve faizde patlama ve borsadaki düşüş anlamındaki krizin belirli koşulları var. Ekonomi şu anda özellikle kısa vadeli dış destek ile gidiyor. Cari açık ağırlıklı olarak dış borçlanma ile kapatılıyor. 2000 yılındaki kriz yabancıların cari açığı finanse etmemesinden yani Türkiye’ye borç vermekten vazgeçmesi sonucu oluşmuş ve likidite krizine dönüşmüştü. Şu anda yabancılar cari açığı finanse ediyor ve biz de onları Türkiye’de tutabilmek için yüksek getiri sunuyoruz. Yüksek faiz, artan fiyatlar (hisse senedi ve bonoda) buna karşın düşen kur yabancı yatırımcıyı Türkiye’de durmaya ikna ediyor. Ancak orta ve uzun vadede bu kadar büyük bir açığı finanse etmek en azından ekonomik bir gerekçeye dayanarak mümkün değil. Ancak politik bir etki ile veya yabancıların bölgedeki yeni oluşumlar çevresinde Türkiye’de kriz istememeleri gibi politik bir nedenden kaynaklanabilir. Şu anda her şey yabancının elinde görünüyor…

Türkiye`nin riskleri neler? (Cari açık, borçlar vs)

Türkiye’nin en önemli riski cari açık ve bunun finansmanı gibi görünüyor. Doğru da. Ancak asıl risk gittikçe eriyen ve katma değeri azalan reel kesim de Türkiye ekonomisi açısından ciddi bir risk unsuru. İşsizlik sorununun çözülememesi. Ülkenin rekabet gücünün maliyetler ve kur nedeniyle çökmesi reel kesimde üretimi ciddi anlamda zorluyor. İhracatçı, sanayici ve tarım kesimi ithalat tehdidi altında çalışıyor. Bunun sonucu da cari açık gittikçe artıyor. Yani cari açık gibi görünen temel risk reel kesimin rekabet gücünden kaynaklanıyor. Bunun getirdiği olumsuz etkilerin altını çizmek gerekiyor. Bunlar içeride yaşanabilecek şoklar. Tabii ki bu iç şoklara erken seçim ve benzeri politik riskleri de eklemek gerekiyor.

Ekonomik olarak acilen alınması gereken önlemler neler?

Ekonomide en önemli sorun ülkenin rekabet gücü ve reel kesimde yaşanan çöküş. Bunun için acil biçimde önlem alınması gerekiyor. Bunun için de öncelikli sorun kur. Artık bunu piyasaya bırakmak mümkün değil. Çünkü her türden sermaye sorgusuz Türkiye’ye gelip kuru daha da aşağı çekiyor. Kurda bir düzeltme şart. Bunun yanı sıra da maliyetleri aşağı çekmemiz gerek. Bugünkü yaşanan olumlu ortam kurun gerilemesinden kaynaklanıyor. Türkiye’nin hala kayıt dışı ekonomi, sosyal güvenlik reformu, tarım reformu, vergi reformu gibi yapısal sorunları ortada duruyor. Yalnızca özelleştirme yaparak sorunları çözemezsiniz. Bu yapısal paketin bir alt ayağı olabilir ancak. Yoksa yarın o kurumları arar hale gelebiliriz…

İran, Suriye, Petrol gibi diğer dışsal faktörler bizi nasıl etkiler? Ne gibi önlemler gerekiyor?

Bunlar dış şoklar. Bunu ikiye ayırmak gerekiyor. Birincisi İran, Irak, Suriye, Rusya-Ukrayna gibi politik şoklar ve Ortadoğu’daki gelişmeler. Bunlar çok büyük risk unsurları.

Gelelim diğer şoklara yani ekonomik gelişmelere: Petrol fiyatları 2003 yılında 30 dolar bugün 68 dolar civarında. Altın fiyatları 280 dolardan 560 dolarların üzerine çıkmış durumda. Metal fiyatları ile hammadde fiyatlarında da benzer gelişmeler var. Üç yıl önce faizler yüzde 1 bugün 4.25. Şimdi tüm bunlar karşılaştırıldığında dünyanın maliyet enflasyonu ile karşı karşıya geldiğini ve para sistemine olan güvensizlik nedeniyle altın fiyatlarının arttığını gözlüyoruz. Çok genel ifade edersek; son yıllardaki dünya likidite fazlası paraların mallar karşısındaki satın alma gücünü düşürüyor.

Bu gelişmeler finansal piyasalarda çöküş, gayrimenkul fiyatlarında gerileme gibi birçok yan etki yapabilecek güce sahip. Dolayısıyla bugün yalnızca Türkiye’deki profesyonel değil dünyadaki profesyoneller de ne yapacaklarını şaşırmış durumda. Bir tek çıkış yolu olarak beklenti yönetimi kalıyor. Bu yönetim şimdilik yapılabiliyor ama stres de gittikçe artıyor…