PERİSKOP Mehmet Uğur CİVELEK
Ekonomist
Likidite Bolluğunun Sebep Ve Sonuçları
 
Finansal piyasalarda ön plana çıkan olumlu görünümün aksine, 2005 yılından devralınan miras özellikle tarım ve sanayi kesimleri açısından pek parlak değil. Uluslararası piyasalardaki likidite bolluğunun menkul ve gayrimenkul değerleri üzerindeki etkisi reel kesimi tam aksi yönde etkiliyor: Türk Lirası aşırı değerli konumunu korudukça faaliyet gelirleri azalıyor, borç - alacak ilişkilerine ilişkin sorunlar büyüyor. Dış piyasalardaki gelişmelerin Türkiye ekonomisi üzerindeki bu etkisi bir süre daha devam edecek gibi görünse bile sürdürülebilir olmadığı biliniyor.

Orta vadede yaşanacak küresel eğilimleri ve bunun yaratacağı olası senaryoları öngörebilmek için küresel düzeydeki likidite bolluğunun sebepleri ve olası sonuçları üzerinde kafa yorulması gerekiyor. Küresel düzeyde faaliyet gelirlerinin azalması, tasarruf eğiliminin düşmesi, gelir dağılımının bozulması ve eksik rekabet koşullarının güçlenmesi gibi faktörler olumlu düşünmeye izin vermiyor. Piyasa mekanizması kendi dinamikleri içinde bu sorunları çözemiyor ve olabildiğince bu sorunlarla birlikte yaşamaya çalışıyor. Borç-alacak ilişkilerinde kırılma ve devamında gelecek deflasyonist baskıyı önlemek, azalan faaliyet gelirlerini faaliyet dışı gelirlerle ikame edebilmek için anlamsız düzeyde risk almak ve bazı temel fiyatları yönlendirmeye çalışmak gibi acil ihtiyaçları karşılama eğilimi ön plana çıkıyor. Bu ise ancak aşırı gevşek para politikaları ve mali sistemin aşırı risk almayı sürdürmesi sayesinde mümkün olabiliyor.

Gün kurtarılmaya çalışılırken ortaya çıkan yan tesirler yapısal sorunları da ağırlaştırarak kırılganlığı arttırıyor. Finansal piyasalar olumsuzlukları dikkate almadan varlık değerlerini şişirirken, reel kesimin sıkıntısı her geçen gün artıyor. Talep daralması önlenmiş olmasa bile maliyetlerin görece düşük olduğu bölgelerde yaşanan olağan dışı üretim artışı yarattığı arz fazlası ile rekabet koşullarını iyice olumsuz hale getiriyor. Likidite bolluğu bu dengesizliğe ek olarakhammadde talebini de arttırarak maliyetleri de yükseltiyor. Ürün fiyatları gerilerken maliyetlerin artıyor olması faaliyet gelirlerini hızla eritirken borç - alacak ilişkilerini bozuyor. Borçları giderek büyüyen reel kesim önünü göremez hale geliyor. Artan işsizlik ve bozulan gelir dağılımı istikrarsızlık kaynağı olarak tüm dengeleri tehdit ediyor.

Bu süreçte iki temel risk karşımıza çıkıyor. İlk olarak borç-alacak ilişkilerinde yaşanan olumsuzluklar nedeniyle menkul ve gayrimenkul satarak sıkıntıyı kısa vadede aşma eğilimi gündeme gelebilir. Gevşek para politikası sonucu oluşan likidite bolluğu sayesinde bu durum atlatılabilir. Halen yaşanan durum bu fakat satacak bir şey kalmadığında bu olumsuzluğun yaratacağı sorunlar yanıt beklemeye devam ediyor. Diğeri ise hammadde fiyatlarındaki artışa bağlı olarak maliyet kökenli enflasyon baskısının menkul ve gayrimenkul piyasalarındaki balonu olumsuz yönde etkilemesi, ki bu durumda azalan faaliyet gelirleri faaliyet dışı gelirlerle ikame edilemez, bilanço dengeleri bozulur, gevşek para politikasına devam edilse bile borç - alacak ilişkileri kırılır ve paniğe neden olabilir. Bu ikinci tür risk 2006 yılı ikinci yarısından itibaren küresel dengeleri etkileyebilir.

Sorunların iyice ağırlaşmasına göz yumulduğu için, piyasa koşullarında reel kesim için bugünküne göre daha olumlu bir dengeyi tesis etmek, kötüye gidişi durdurmak pek olası değil. Enerjisinin büyük kısmını tüketen mali kesim içinde bugünkünden daha iyi bir durum söz konusu olmayacak, durumu iyiymiş gibi göstermek zaman içinde imkansız hale gelecek. Çoğunluğun içinde bulunduğumuz bu koşulların farkında olmaması ve davranışların buna göre ayarlanması için de birileri yoğun çaba harcamaya devam edecek...

Likidite bolluğunun küresel düzeyde yarattığı sonuçların farklılaşmaya başlaması Türkiye ekonomisini de paralel şekilde etkileyecek.