SİYASİ VİZYON Ural AKÜZÜM
ARI Hareketi Başkanı
Nasıl bir Dünya, nasıl bir Amerika, nasıl bir Türkiye?
 
2007’nin başından bu yana “ABD’nin başına bir kadın veya siyahinin geçmesi mümkün mü?” tartışmaları, son derece iddialı bir seçim kampanyası ve dünyanın sanırım her yerinden “en büyük ilgi”ile izlenen başkanlık seçim dün sonuçlandı. Gece 03 sularında Washington DC’de Dupont Circle, burada kurulu bulunan ARI Vakfı’nın (www.arifoundation.org) Türk Dış Politikası ile ilgili sürekli toplantılar düzenlediği Capitol Hill çevresi ve diğer semtlerdeki barlarda yüksek sesli kutlamalar devam ediyordu. ABD vatandaşları “değişim”i kutluyordu.

Yaklaşık bir aydır Doğu Yakası denen ve bir çok Türk gazeteci, analist, akademisyenin ABD’yi analiz ederken tek veri olarak aldığı New York, Washington DC, Massachusets dışında “derin ABD” sayılabilecek Tennessee, Missisipi, Coloradao, Oklahoma, Seattle gibi şehirlerde German Marshall Fund of US’in “Marshall Memorial Fellowship” programı ile ABD seçimlerini izleme fırsatım oldu.

Obama’ya henüz Demokrat Parti’nin başkan adayı olması kesinleşmeden sanırım ilk teması kuran Türk kuruluşu ARI Hareketi oldu. Yaptırdığımız “Türkiye’de ABD Karşıtlığı Araştırması”ndaki bulguları gönderdik. En önemli danışmanlarından Phil Gordon ve Anthony Lake (büyük ihtimal önemli görevler alacaklar) bu mektubu ve araştırmayı Obama’ya sunduklarını ve değerlendirdiğini söylediler.

Türkiye ile şaşırtan benzerlikler
ABD’de özellikle Güney Eyaletleri’nde alışveriş merkezlerindeki kitap reyonlarında dahi “muhafazakarlaşma”yı görebiliyorsunuz. Safeway veya K-mart gibi bir Amerikan Mağazasının Missisipi eyaletindeki bir şubesindeki kitap reyonunda neredeyse bütün kitaplar “İncil” ve ilgili kitaplar. Türkiye’de de yapılan araştırmalarda muhafazakarlaşmanın gitgide yükseldiğini, bir değerler sisteminin yaşam biçimini etkileyecek şekilde oluştuğunu gözlemleyebiliyoruz.

Montesquieu’nün 18. Yüzyıl düşüncesine ışık tutan görüşü olan, iklim ve coğrafyanın siyaset hayatına etkisini burada da gördük. Doğu ve Batı yakası seçim haritasında masmaviydi. Türkiye’de Akdeniz, Ege ve metropol varoşlarının dışındaki kıyı bölgelerinin renginin belli olması gibi. Limanların, deniz kıyılarının ticaret, göç alma gibi faktörlere en kozmopolit yerler olması, kültürlerarası etkileşimin fazla olması, toleransın artmasına ve muhafazakar düşünceye sekte vurulmasına yol açıyor. Orta ve Doğu Anadolu gibi ABD’nin iç kısmında kalan eyaletler ise genelde olduğu gibi (birkaç önemli istisna dışında) kırmızı, yani Cumhuriyetçi idi.

Bir başka benzerlik iki toplumun da kozmopolit yapısı. ABD’de Asyalı-Amerikalılar, Hispanik-Amerikalılar, Afrikalı-Amerikalılar, Gay Amerikalılar Obama için tişörtleri, yakalıkları yok satıyordu. Pasifik kıyısındaki Seattle Japonya, Çin ve diğer Asya’ya yakınlığı nedeniyle çok büyük bir Asya nüfusu barındırıyor. Doğu yakasında ise nüfusun neredeyse %15’i siyahi. %94’ü Obama’ya oy vermek için sandıklara koşan (anketlere göre) siyahiler. ABD’de küçük kentler ve bu kentlerin periferileri siyasete bizde olduğu gibi çok ilgili. Tennessee güney vurgusuna sahip, oldukça muhafazakar bir eyalet. Orada taşrada da bulunma fırsatımız oldu. Klasik Amerikan evlerinin önüne pankartlar konuyor, o evin hangi başkan adayını desteklediğini şeffaf biçimde öğrenebiliyorsun. Cumhuriyetçi bir eyalet vurgusuna rağmen Obama-Biden pankartları hiç az değildi.

Farklılığımız: tahammül ve tolerans
Oliver Stone’un “W.” Filmi vizyona çıkar çıkmaz gitme fırsatım oldu. Bu filmde Bush, Irak Savaşı ve sair konularla ilgili gerçek-kurgu arası detaylar var. ABD’de “özgürlük” algılaması çok çok geniş. Mevcut başkan ile ilgili çok ağır dalga geçme veya eleştiri yapmak “ifade özgürlüğü” içinde değerlendiriliyor. Avrupa ve Türkiye’de böyle bir politik toleransın olduğunu söylemek güç. Fransızlar, Almanlar ve İngilizler devlet adamlarıyla bu kadar ağır dalga geçemiyorlar. 2003’te İngiliz MTV’si George Michael’in Irak Savaşı ile ilgili Başbakan Tony Blair’i hicvettiği klibi devletten gelen uyarıyla yasaklamıştı. Bizde ise durum zaten belli. Özal, Demirel ve Çiller’e bu ülkede medya, karikatür ve mizah dergileri yapmadıklarını bırakmamışlardı. Mevcut iktidar döneminde ise mahkemeler siyasilerin hakaret davaları ile uğraşıyorlar. ABD’nin klasik TV programı Saturday Night Live Show’a McCain’in sürpriz başkan yardımcısı adayı Palin’in kendisi ile onunla dalga geçen taklidi yanyana çıkıyor. McCain kendisi ile dahi falga geçmeyi bilen bir lider. Obama ve ekibinde ise humor düzeyi yüksek. Bence bu yüksek özgüvenden kaynaklanıyor.

Seçkinlerin kampanyası, mazlumların görüntüsü
Obama kampanyası için kesinlikle bir “establishment” kampanyası diyebiliriz. Wall Street, Medya, Yahudi-Ermeni Lobileri Obama’yı desteklediler demek isabetli bir genelleme olur. Fakat görüntü hep “yoksul, etnik azınlıkların, toplumdaki egemenlerin karşısında ezilmişlerin kampanyası” idi. Bu aslında yaratılmış bir algı. Evet doğru; toplumdaki büyük değişim isteği, Obama’nın söylemleri, cilt rengi ve sembolize ettiği değerler ile örtüşüyordu. Ama hem taban siyaseti/grassroots hem de seçkinler/sermaye kesimini bir potada eritmeyi başaran tarihi bir kampanya oldu. Seçimlere katılım rekor düzeydeydi ve seçim günü Virginia’da oy kullanma kuyruklarını görmeye gittiğimde kilometrelerce dizilmiş genç gördüm. Önceki seçimlerde asla sandığa gitmeyen ve siyaseti “yaşlıların uğraşısı” olarak gören kozmopolit Amerikan gençliği…

Obama ile Dünya, ABD ve Türkiye
Obama’nın ilk birkaç ayı sanırım bekle/gör politikası ile geçecek. Ahmedinejad, Hugo Chavez, Kim İl Song, Evo Morales; bütün bu liderler ABD seçimleri sırasında sıcak mesajlar alıp vermekten sonra reelpolitik ile karşı karşıya gelebilirler. Onlar Obama’yı ve ABD Dış Politikası’ndaki değişimin sınırlarını zorlayabilirler. Obama burada Türkiye’ye benzer biçimde oy anlamında değil ama güç odakları anlamında “iç meşruiyet” kazanmanın gerekliliğini veya zorunluluğunu hissedebilir. Bu nedenle kendi elinde olmayan faktörlere göre şekillenecek bir dış politika gündemi var önünde. ABD’de vergilerin nereye harcanacağı, sağlık politikaları, azınlıklar ve göçmen sorunları ve gençlik politikaları hakkında vaatleri var. Bunları gerçekleştirmesinin önünde ekonomik krizin getirdiği mali yükler dışında bir engel yok çünkü ABD siyasetinin temeli üç kaleyi de açık farkla fethetmiş durumda. Yani tam anlamıyla “karar alıcı”.

Gençlik, Dip Dalga, Türk Solu ve Obama Türkiye’de, gerçek anlamda bir siyasi restorasyon, yani siyasetin tabandan tavana örgütlenmesi, parti içi demokrasi, siyasi partiler ve seçim yasasının değiştirilmesi, hazine yardımı konularının düzenlenmesi, devletin katılımcı demokrasi ile yönetilmesi için gerekli yönetişim reformlarını yapacak siyasi kadrolar ön planda değildir. Mevcut kadrolar (TBMM’deki ve dışındaki partilerin çoğu) kendilerine muhtelif defa ve alanlarda (yerel siyaset, koalisyon ortaklıkları vs) toplum tarafından verilen şansı kullanamamış, demokratik siyasetin temeli olan belli başlı reformları yapmamışlardır.

Obama tüm Türkiye siyaseti ve özelde de “sol”u açısından bir çıta ortaya koymuştur. Gençleri mobilize eden, interneti ve teknolojiyi kullanan, dünyayı ve yenilikleri kavramış, bildiğimiz anlamdaki taban siyasetine yatkın ama aynı zamanda çok iyi eğitimli, yani hem Dikili’ye, Horasan’a hem Çayeli’ye Yüksekova’ya hitap edecek hem de İMKB, Londra piyasaları dilinden konuşabilecek bir siyasi kuşağa ihtiyaç var. Bu kuşak Türkiye’de Anadolu kent burjuvazisinin iyi yetişmiş çocukları ile birlikte İstanbul, Ankara, İzmir’de yetişmiş “yeter, artık değişim zamanı” diye haykıran gençler olmalıdır.