AB PANORAMA Dr. Cengiz AKTAR
Bahçeşehir Üniversitesi AB Merkezi Başkanı ve Vatan Yazarı
AB İşlerine Dikkat
 
AB işlerinde yavaşlamanın herkes farkında. Sorunlu konu ve alanlar birbirleriyle kesişmeye ve süreci rayından çıkarmaya başlıyor.

Siyasi irade sorunu

AKP hükümeti müzakere tarihi alındığı günden beri, yani tam bir yıldır AB konusunda eskiden gösterdiği cevvaliyeti ve iradeyi artık göstermiyor. 2003 ve 2004’teki Cumhuriyet devrimleri ayarında başarılara gölge düşmek üzere. Bırakalım yeni reformu yapılanlar bile hakkıyla uygulanmıyor. Hükümet, AB sürecini raydan çıkartmaya and içmiş kesimlerin kışkırtmalarını sadece seyrettiği sürece onların yanında saf tutmuş görüntüsü veriyor. Seçim havasına girilmiş olması, AKP tabanının AB arzusunun türban konusundaki AİHM kararlarıyla körelmeye yüz tutması ve en önemlisi hükümetin kendi yaptığı reformlara zihniyet itibariyle sahip çıkamaması bu iradi zaafın nedenleri arasında. Yargı ve ifade özgürlüğü konularında yakın zamanda yaşanan sorunlar ve yıl içinde üst üste yapılan siyasi hatalar Müzakere Çerçeve belgesinde belirtilen kıstaslar uyarınca sürecin askıya alınmasını gündeme getirebilir.

Teknik sorunlar

İrade zaafı teknik yapılanmayı doğrudan etkiliyor. Ne Ankara’da ne başka bir yerde müzakere sürecini layıkıyla sürdürecek, uzun vadeyi düşünerek kurulmuş yapılanmalar mevcut. Kervan yolda düzülür mantığıyla ve özensizce yapılan bir takım işler son derece ciddi ve teknik bir süreç olan müzakerelere yetecek gibi durmuyor. AB Müktesebatının yani mevzuatın çevirisi hala tamamlanmış değil. Türkçesi olmayan bir mevzuat da nasıl uygulanır, anlamak mümkün değil. Mevzuat karşılaştırması, hukuki uyum ve kurumlaşmadan sorumlu olan icracı bakanlık ve müsteşarlıklardaki AB yapılanması yetersiz ve dengesiz. AB’ye kimi bakanlıkta müsteşar yardımcısı kimisinde çalışma grubu bakıyor. İcracı kurumların her birini dikey bir biçimde sorumlu hale getirecek çalışma ise hoş bir temenni olarak ortada duruyor. İcracı kurumlar arasında gereken eşgüdümden ise ABGS, DPT, Başbakanlık ve Dışişleri sorumlu. Yani bir gemide dört kaptan! 2000 yılında eşgüdüm amacıyla kurulmuş olan ABGS’nin imkanlarında bir artış olmadığı gibi iş yükünden görece azalma söz konusu. Sınırlı insan kaynağının değerlendirilmesi konusunda yapılan hatalar tabloyu tamamlıyor. Adalet, Dışişleri ve İçişleri Bakanlıkları ve Dış ticaret müsteşarlığında AB konusunda kurumsal hafızayı korumak yerine silmek anlamına gelen tayinler söz konusu. Başmüzakerecinin, AB ile müzakere gibi çok çetin bir konudan sorumlu olmasına rağmen daha hala başka bir işi olmasını anlamak mümkün değil. AB mevzuatının esas sahibi olan toplumun ise çalışmalara nasıl dahil olacağı bir muamma.

Tamamlanan taramalar sonrasında Konsey, Komisyon’un fiili müzakerelerin başlaması teklifini değerlendirecek. Taramanın fevkalade iyi cereyan ettiği konusunda alınan duyumlara rağmen Brüksel’deki icracı Genel Müdürlükler pek aynı iyimserlikte değil.

Kıbrıs handikapı

Müzakere Çerçeve belgesinin dört yerinde açıkça ve Gümrük Birliği’ni ilgilendiren başlıkların hepsinde uyum protokolünün uygulanması yani Türk limanlarının Kıbrıs ile ticarete açılması ülkenin tepesinde Demokles’in kılıcı gibi duruyor. Kıbrıs Cumhuriyeti, uygulama olmazsa o başlıklarda fiili müzakerenin başlamasını veto edebilecek. Protokolle ilgili ilk iş Meclis onayı. 2006 sonuna kadar da uygulanması gerekiyor. Ancak biraz daha zaman kazanmak mümkün. Gümrük Birliği metninde belirtilen ve ticaret yapılan herhangi bir AB ülkesinin limanları sınırsızca kullanmasından doğabilecek asayiş sorunları öne sürülerek Rum gemi ve uçakları limanlardan men edilebilir. Ama ne olursa olsun bizim nihai hedefimiz Kuzey Kıbrıs’a uygulanan ticari ambargoyu hafifletmek ve kalıcı çözüme doğru yol almak. Kıbrıs Cumhuriyetininki ise AB’yi kullanarak Türkiye’yi sıkıştırmak ve Kıbrıs sorununu kendi bildiği gibi halletmek.

AB’nin kendisinden gelen olumsuzluklar

Aybaşında Türkiye’nin üye olmaması için çalışan Avusturya altı aylık dönem başkanlığını devralacak. Halkının %80’i Türkiye’yi istemeyen ve Kasım 2006’da milletvekili seçimine gidecek olan bu ülkeden İngiltere’nin son altı ay boyunca gösterdiği iyiniyeti kat’iyen beklememek gerekiyor. Bu duruma ilaveten AB’de, Türkiye’nin AB perspektifine olan bağımlılığını kendi çıkarları amacıyla kullanmaya eğilimli Kıbrıs Cumhuriyeti ve envai çeşit baskı grubu mevcut. Bunlar Türkiye’nin sabrını test etmeyi ve üstüne gelmeyi iş edinmiş durumda. Tüm bu olumsuzlukları alt alta koyduğumuzda 2006’nın kayıp bir yıl olma olasılığı yüksek görünüyor. Buna rağmen 2006’nın kaybedilmesi kimsenin yararına olmayacak.

Çıkış yolu daha az değil daha fazla AB

Daha fazla AB, sanılanın aksine, AKP hükümetine yararlı olacak. AKP’nin hükümette başarılı olmasında AB sürecinin işlevselliğini yadsımak mümkün mü? AKP içeride ve dışarıda meşruiyetini AB süreciyle pekiştiriyor. Sürece destek verdiği ölçüde yoluna devam eder; AB karşıtı milliyetçi hamasete prim verdiği andan itibaren de inisiyatifi kaybetmeye ve kendine zarar vermeye başlar. Bugün AKP’de AB’yi tekrar gündeme taşıyacak bir irade aranıyor.

Bürokrasinin yapılanmasındaki eksiklikleri tamamlamak ve işlevsel bir yapı kurmak için halihazırdaki sakat yapılanmanın çökmesini beklemeye gerek yok. Burada da iş hükümete düşüyor. Geçen yıl üye olan ülkelerin yapılanmaları ve bu konuda yapılmış araştırmalar dikkate alınarak Türkiye’nin idari teamülleri ışığında etkin bir yapılanma arayışını ciddiyetle ve acilen gündeme taşımak gerekiyor. Bu çerçevede toplumun ve son kullanıcıların AB sürecine nasıl dahil olacakları sorusuna yanıt aramak gerekiyor. Zira AB mevzuatını uygulayacak olan, en az kamu kadar toplumun kendisi.

En somut engel olan ama tek başına çözmemiz de mümkün olmayan Kıbrıs’ta önümüze çıkacak sorunları müzakere ve hazırlığa ciddi çalışarak dengelemek mümkün. Üyeliğe hazırlık için göstereceğimiz irade ve çaba, Kıbrıs sorununu, Türkiye’nin AB ve dünya barışı açısından önemini kavramış olan üye ülkelerin desteğiyle çözüm yoluna sokmamızı sağlayabilir. Bu irade aynı zamanda, Türkiye’nin bu işin altından kalkamayacağını dile getiren ve en samimi Türkiye yandaşlarında bile yavaş yavaş yer eden kanaatı da bertaraf edebilir.

Aynı mantık çerçevesinde Katılım Ortaklığında belirtilen önceliklerin hızla hayata geçirilmeye başlanması ülkeye yararlı olacak. Tıpkı 1999’dan bu yana olduğu gibi. Bu getiriler konusunda ortalıkta akılalmaz bir nankörlük hakim olsa da reformları sürdürmek gerekiyor. Kamudan çok daha iyi çalışan toplumun AB ve değişim beklentisi her şeye rağmen azalmış değil. AB işlerinin canlanmasıyla oluşacak yeni enerji Türkiye’nin hızla yol almasını ve siyasi ve iktisadi istikrarını perçinlemesini sağlayacak. Başta Kürt sorunu olmak üzere ülkenin tüm tıkanmış sorunları bu sayede kalıcı çözümlere doğru evrilecek. AB kurumlarının bu çerçevede bugün olduğundan çok daha görünür hale gelmeleri ve AB’nin artık tüm ülkede somutlaşması gerekiyor. Bunun yolu da AB’nin insan ve mali kaynaklarının artışından geçiyor.

Bazı AB hükümetlerinin ve kamuoylarının Türkiye’ye karşı irrasyonel yaklaşımları, uzun soluklu tanıtım ve iletişim ile, ama sonuçta canla başla çalışan Türkiye’nin özgüveniyle aşılacak.

Temel paradigma

Son tahlilde daima hatırda tutulması gereken temel paradigma şu: Ülkemizin ilerki yıllarda siyasi ve iktisadi istikrarını koruması ve perçinlemesi için Avrupa Birliği perspektifini muhafaza etmesi gerekiyor. Siyaseten bu, daha fazla demokrasi, hukuk, açılım, katılım, temsil ve diyalog demek. İktisaden ise daha fazla doğrudan yabancı yatırım, büyüme, istihdam; daha az yoksulluk ve yolsuzluk demek. AB perspektifi iktisat ve siyaseti birbirlerine iyice bağladı. Alalım Arap sermayesini. Bugün yatırım için gelmesinin nedeni kimi aklıevvellerin sandığı gibi din kardeşliği filan değil. Bunu düşünmek Arap dostlarımızın aklına hakarettir. Bu, Türkiye’nin IMF anlaşmasıyla makroeko