Prof. Dr. Özgür DEMİRTAŞ
Sabancı Üniversitesi Finans Kürsü Başkanı ve TÜGİAD Danışmanlar Kurulu Üyesi
Türkiye Yatırım Yapılabilir Seviyede midir? Evet Öyledir!
 
Sizlere gelişmekte olan ülkeler ile ilgili bir konferans için bulunduğum Hong Kong’dan yazıyorum. Buraya bilimsel bir çalışmamı sunmam için davet edildim. Bu da hem eski akademik dostlarımı yeniden görmemi, hem de Asya’nın her daim artan dinamizmini bir kez daha gözlemlememi sağladı. Güç dengeleri batıdan doğuya kayarken bu değişimi gözlemlemek ve öngörülerde bulunmak da ayrı bir önem içeriyor.
Bu yazının konusu Türkiye’nin kredi notu olacak. “Türkiye yatırım yapılabilir seviyede midir? ” diye sorarsak; bu sorunun yanıtı, dünyanın önde gelen kredi derecelendirme kuruluşlarına göre, “ Hayır Türkiye’ye yatırım yapılamaz ” şeklinde. Bu satırları yazan kişiye göre ise kesinlikle “ Evet, evet, evet ” tir. Bu yazıyı yazmamdaki sebep ise buradaki konferansda benimle birlikte ortak konuşma yapan değerli akademisyen Profesör Dr. Jin-Chuan Duan ( Singapur Nasyonel Üniversitesinin Risk Yönetimi Enstitüsünün kurucusu ve yöneticisi ). Jin-Chuan ile ortak çalışma alanlarım dışında fikir benzerliklerimiz de söz konusu. Bu yazı ise bu fikir benzerlikleri üzerine kurulu olacak ve sizler, başınız ağrıdığında nasıl küçük bir hap ile baş ağrınızı çözüyorsanız, bu yazıyı da okuduğunuzda size konu ile ilgili genel bir görüş sağlayacak.
Türkiye kredi notunun düşük olması nedeni ile bazılarına haksız kazanç ödemektedir. Milyarlarca liralık fazladan faiz vermektedir. Fazladan verilen faizler üretimin beline yük olmakta, bütçeyi aksatmakta, ekonomik büyümeyi baltalamaktadır. Türkiye bütçe açığını %3’ün altına çekecek ve siz Türkiye’ye yatırım yapılamaz diyeceksiniz. Türkiye borçlanma oranını milli gelirinin %40’ından az tutacak ve siz Türkiye’ye yatırım yapılamaz diyeceksiniz. Türkiye’de cari açık beklenenin altında gelecek ve siz Türkiye’ye yatırım yapılamaz diyeceksiniz.
Türkiye’de sanayi üretimi artacak, hiç olmadığı söylenen doğrudan yatırımlar katlanacak ve siz Türkiye’ye yatırım yapılamaz diyeceksiniz. İtalya’da hane halkı borcu milli gelirlerini katlayacak, Türkiye’de ise gelirin 5 te 1’i olacak ve siz yine, yeniden, Türkiye’ye yatırım yapılamaz diyeceksiniz. Üstüne üstlük, bunu yaparken Türkiye’nin notunu ( en azından belli bir dönem ) batık İzlanda’nın, İrlanda’nın ve diğer bir çok Avrupa ülkesinin altında tutacaksınız. Sonra da bu kararlarınızın “bilimsel” olduğunu iddia edeceksiniz. Bu yazıda tam o bilimsellik ile ilgili. Yazının o bölümüne geçmeden önce size söz verdiğim gibi konuyu ana hatları ile anlamanızı sağlayacak bir kaç bilgi vermek istiyorum. İlk önce gelin Türkiye’yi “ bilimsel ” dayanaklar ile yatırım yapılabilir seviyenin altında tutan kuruluşların, kısa ama hararetli ve skandallarla dolu geçmişine bakalım. Kredi derecelendirme kuruluşları hayatlarına 20.Yüzyılın başlarında başladıklarında, bono ve finans piyasaları 300 yıldır varlıklarını sürdürmekte idiler. Yani 300 yıllık kredi kuruluşsuz bu geçmiş, bu kuruluşlara olan ihtiyacın sorgulanmasının nedenlerinden biridir. 1996 yılındaki bir televizyon mülakatında Pulitzer ödüllü Thomas Friedman aynen şöyle diyor: “Bugün dünyada iki tane süper güç var: biri Amerika Birleşik Devletleri, diğeri Moody’s kredi kuruluşu. Amerika sizi, üzerinize bombalar yağdırarak, Moody’s ise notunuzu düşürerek yok edebilir; ve inanın bana bazen hangisinin daha güçlü olduğuna karar veremiyorum! ”Şükür ki 1996’dan bu yana, bu kuruluşlar güç kaybına uğradılar ancak hala Türkiye’nin dengeleri ile oynayabilecek, insanların ekmek paralarını çarpıp bölebilecek, genç ve dinamik işadamlarını uykularından edebilecek güçteler. Şimdi gelin son 10 yıldaki çok önemli bir kaç fiyasko ile devam edeyim. Tarihler 2008 Eylül’ünün ortasını gösterirken Moody’s, Standard & Poor’s ve Fitch, hem AIG hem de Lehman Brothers için A seviyesinde derecelendirme vermekteydiler. Peki ne oldu ? 15 Eylül’de Lehman Brothers battığını açıkladı, ondan bir gün sonrada AIG ilk milyar dolarlık kurtarma paketini aldı. Senator Speier’in karşılıklı sorgulamasında bu üç kredi kuruluşunun yöneticileri AIG ve Lehman’dan sorumlu olan analistlerin hala işlerine devam ettiğini açıklamaktaydılar. Bu yazıyı okuyan ve hala yatırım yapılabilir seviyesine (inatla) çıkarılmayan güzel ülkemin, vatandaşlarına, bu üç şirketin üst düzey yöneticilerinin senatörler tarafından sorgulanmasında geçen ifadeleri birebir tercüme ile iletiyorum : Senator Speier: “ AIG ve Lehman Brothers batmalarından dakikalar önce kuruluşlarınız tarafından AAA ve AA şeklinde notlandırılmaktaydılar. Bu şirketler battıkdan sonra böylesine kötü yatırım araçlarına yatırım yapılabilir diyen uzmanlarınızı işten kovdunuz mu? İşlerini dondurdunuz mu? Herhangi bir önlem aldınız mı? ” Moody’s Yöneticisi: “ Hayır bu kişilerin işlerine bir şey olmadı... Bizim fikrimize göre ilk 5 banka devlet tarafından kurtarılacaktı. En azından biz bu şekilde düşünmüştük...” Senator burada karşısındaki yöneticinin sözünü keserek: “ Ama bu bir bilimsel analiz değil ki, bu sadece bir fikir. Benim gibi uzman olmayan bir insan böyle fikir yürütebilir, peki ya siz? Peki ya siz nasıl milyonlarca insanın hayatını etkileyecek bir konu hakkında fikir yürüterek karar verebilirsiniz? ” der ! Gelelim sözde 101 Milyar dolarlık satış rakamına ulaşmış Enron şirketine. Enron bilançolarında yapılan oynamalar sonucunda batmadan 3 gün önce dahi yatırım yapılabilir seviyede tutulmaktaydı. Hatta kredi derecelendirme kuruluşları bu konuda bilgi sahibiydiler. Şirket 2001 yılında battığında, 20 binden fazla kişi işsiz, bundan çok daha fazlası ise emeklilik paralarını kaybetmiş şekilde kaldı. Freddie Mac gibi son derece zorda olan bir şirketin kredi notu, ancak bir yatırımcı ( Warren Buffet ) televizyondan durumun vahametini gösteren bir konuşma yaptığında düşürülebildi. Kredi kuruluşları bu tipte fiyasko ile sonuçlanan notlandırmaların dışında tehditle de anılır oldular. Moody’s ilk önce bedavaya değerlendirdiği Alman sigorta şirketi Hannover’i değerlendirmeleri karşılığında bir ücret ödemeye zorladı. Değerlendirilmek istemeyen Hannover ise daha sonra, daha düşük bir derecelendirme notu ile cezalandırıldı ve şirket haksız yere bir kaç saat içinde 350 Milyon TL gibi bir zarara uğratıldı. Sizlere vereceğim örnekler sayfalara sığmayacaktır. Dolayısı ile kredi kuruluşlarının kısa tarihçesi hakkında bilgi sahibi olduğunuzu düşünerek devam ediyorum. Dikkat ettiyseniz kredi kuruluşlarının yöneticileri her ne kadar notların tamamının bilimsel modeller ile ortaya çıktığını söyleselerde, sıkıştırıldıkları ve yemin altında verdikleri ifadelerde, “ bizim fikrimiz ” tipi ifadeler kullanıyorlar.
O zaman ben sorarım: Türkiye’deki 80 Milyon insanın hayatı bir kaç kişinin “ fikrine ” mi kaldı? Elbette hayır. Kalmadı ve kalmayacakta. Mevcut kredi kuruluşları kar güden kurumlar olduklarından, notları hesap ettikleri formülleri bir kara kutu gibi saklamaktalar. Yaptıkları hatalar ise yukarıda anlattığım gibi aşikar. Üstüne üstlük bu hatalarına karşı sorumluluk almayan bir yapıları var. Bu yüzdendir ki, Temmuz 2010 tarihinde Dood-Frank kanunu ile kredi kuruluşlarının hukuki dokunulmazlıkları kaldırıldı.
Ayrıca devletin yapacağı regülasyonlarda bu kuruluşların notlarına atıfta bulunulması geleneği de ortadan kalkmış oldu. Buna ek olarak, Aralık 2011 tarihinde yeni bir risk değerlendirmesine kapı açılmış oldu ve o tarihden sonra Amerikan Bankaları’nın ellerinde tuttukları yabancı devlet bonolarının riski, bu yeni risk değerlendirmesi ile ölçülür oldu. Bu ölçü de “OECD’nin Ülke Risk Notu” idi. Şimdi burada hepinizin aklına gelen soru: “Acaba yağmurdan kaçarken doluya mı yakalandık? ” olmalı. Yani bir yandan tam anlamıyla fiyasko ile sonuçlanan değerlendirmeler yapan kredi kuruluşları, bir yandan da OECD’nin ülkeler için bulduğu yeni Risk Klasifikasyonu. Sizlere fikir vermesi için OECD’den aşikar olduğunuz bir kaç ülke için bu notları aldım. OECD notlandırmasına göre “7” en kötü not, “0” ise en iyi not olmakta. Yani not ne kadar küçülürse o kadar iyi. (Bkz. ön sayfadaki tablo) Tablodan görüldügü gibi, maalesef, bu notlandırmada mantıksızlıklar ve anlaşılmazlıklarla dolu. Borçları milli gelirlerini aşan Yunanistan, İrlanda, Portekiz ve İtalya’nın notu Türkiye’nin üzerinde. Ekonomileri büyümeyen, bütçe açıkları tavan yapmış ekonomilerin notu Türkiye’nin üzerinde. Hane halklarının borç içinde boğulduğu ülkelerin notu Türkiye’nin üzerinde. Arap baharından az yara alarak çıkmış olsa da, ekonomik fırsatlar bakımından Türkiye’nin fersah fersah gerisinde olan Tunus dahi Türkiye’nin üzerinde. 2012 yılında Türkiye’nin (yıllar öncesinden öngördüğüm gibi) diğer bir çok ülkeden pozitif ayrışmasıyla beraber kredi kuruluşlarından da günah çıkarma şeklinde pozitif açıklamalar ve notun yükseleceğine dair sinyaller gelmeye başladı. Ancak şu ana kadar anlattıklarım ışığında, gerektiğinde “ şahsi fikirlerle ” hareket eden bu kredi kuruluşları, Türkiye’nin notunu arttırsalar da ( ki yakın zamanda arttıracaklar ) güven telkin etmemekteler. Bünün en büyük nedeni ise kredi notlarına insan elinin değmiş olması, söylediklerinin aksine bilimsellikten uzak olunması. İşte tam bu noktada, Türkiye kendi kredi kuruluşunu kurmalı denildi. Benimde sonuna kadar desteklediğim bu fikir, Türkiye içinden bile çok büyük tepki aldı. Nasıl olur? İnsan gücümüz mü var? Bizi kim dinler? şeklinde. Şimdi sizlere anlatacağım örnek ise bu eleştirilerin tümünü geçersiz kılıyor. Yazının başında bahsettigim Jin-Chuan Duan, Nasyonel Singapur Üniversitesi’nin de yardımları ile, yepyeni bir risk ölçüsü hesaplayan bir merkez kurdu.
Jin-Chuan, 2011 yılında yayınladığı akademik makalesine dayandırdığı bu risk ölçüsünü, sadece ülkeler için değil aynı zamanda herhangi bir ülke içerisindeki hisseler için teker teker hesaplıyor.
Bu ölçü, şu ana kadar dünyadaki 28,000 hisse için hesap edildi. Amaç 6 ay içerisinde, dünyadaki 90,000 hisse için bu risk ölçüsünün hesap edilmesi. Jin-Chuan, aynı zamanda, bir çok kredi kuruluşunun aksine, hesap ettiği bu risk ölçüsünü tüm araştırmacılara açıyor. Yani akademisyenlerin kendi modelini daha da geliştirmesini istiyor. Şu anda çok az sayıda insanın farkında olduğu bu ölçü, yakın zamanda Dünya için çok önemli olacak. Henüz bu ölçü Türkiye için hesap edilmedi. Ancak hesap edilme aşamasında. Size şu andan söyleyebilirim ki Türkiye için çıkacak olan rakamlar, kredi kuruluşlarının ülke için hak gördüğünden çok daha iyi. Son olarak sizlere, hem Amerika Birleşik Devletleri, hem de Asya bölge ekonomileri için bu ölçünün grafiğini veriyorum. Bu grafik hem ABD için hem Asya ülkeleri için şirketlerin gelecek 1 yıl içindeki batış olasılıklarını veriyor. Kırmızı ile gösterilen grafikte gördüğünüz gibi 98 Asya krizi bu risk ölçüsü tarafından çok güzel yakalanmış. Aynı şekilde 2001 yılındaki mavi grafikteki sıçrayış, bizim “ tech bubble ” dediğimiz internet şirketlerindeki çöküşü gösteriyor. İşin en güzel ve ilginç yanı ise 2008 de başlayan finansal krizde Asya ve ABD’nin ayrışmasının da son derece güzel bir şekilde yakalanmış olması. Aynı dönemde, asya ekonomilerindeki şirketlerin sadece % 1’inde batış riski olsa da, bu oran ABD için % 3’ünde çok üzerinde. Görüldüğü gibi Jin-Chuan tarafından hesap edilen ölçü, ne kredi kuruluşlarının fiyasko notları gibi ne de OECD’nin anlam veremediğimiz klasifikasyonu gibi Asya ekonomilerini ABD’nin arkasına koymuyor.
Jin-Chuan ile konuşmalarım sonucunda, Türkiye için çıkan rakamları iki ayrı işlemden geçirdikden sonra ben de yayınlayacağım. Bunların yanında Türkiye’deki halka açık şirketler için kendim 4 ayrı skalada risk ölçüsü oluşturacağım. İşin en güzel yanı ise bu risk ölçüsü, kredi kuruluşlarının notlarının aksine, tamamı ile bilimsel olarak hesaplanmış batış ölçüleri olacak. Türkiye ise tüm kötü koşullara, tüm haksız değerlendirmelere rağmen yatırım yapılabilir seviyeye çıkacak, evet çıkacak!