TULÛ GÜMÜŞTEKİN

2005 Yılı Türkiye Düzenli İlerleme Raporu ve Katılım Ortaklığı Belgesine İlişkin Değerlendirmeler
 
Özel sektörde faaliyet gösteren firmalara Avrupa Birliği konusunda danışmanlık ve lobbying hizmeti veren Corporate & Public Strategy Advisory Group (CPS) Yönetim Kurulu Başkanı Tulû GÜMÜŞTEKİN'in, 9 Kasım 2005 tarihinde yayınlanan AB'nin Türkiye hakkında açıkladığı İlerleme Raporu ve Katılım Ortaklığı Belgesi ile ilgili değerlendirmelerini sunuyoruz.
 
Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişki, bugüne dek bilmediğimiz, tanımadığımız bir platforma taşınarak 3 Ekim 2005 tarihinden bu yana, bir “üyelik müzakeresi” çerçevesine girdi. 1963 yılından bu yana, büyük ölçüde “anlaşmazlıklarla” dolu bir ilişki yaşadığımız AB ile bu yeni dönemde, belki çok uzun yıllar önce tesis edilmiş olması gereken “ortaklık” anlayışını yerleştirmeye çalışacağız.

Bu açıdan bakıldığında, Türkiye-AB ilişkilerinin tahlil edilmesi için 3 Ekim’e dek kullandığımız bir dizi enstrümanın da daha değişik biçimde ele alınması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Özellikle 1998 yılından bu yana, önceleri “İlerleme Raporu”, daha sonra “Düzenli Rapor” olarak her yıl yayınlanan değerlendirmeler, şimdilerde daha dikkatli, ancak diğer gelişmeler ile birlikte ele alınarak değerlendirilmelidir.

Bugün açıklanan “Düzenli Rapor’un” en önemli noktası, hiç şüphesiz Türkiye’de bir “işleyen piyasa ekonomisinin” varlığınınAB tarafından teyit edilmesidir. Bunu, özellikle uluslararası finans dünyası açısından, bir “noter tasdiki” olarak görmek ve Türkiye’nin makroekonomik dengelerini oturtma konusunda gösterdiği çabalarda başarılı olduğunun genel kabul gördüğünü okumak hiç yanlış olmayacaktır. Bütün söylenenlere rağmen, kredi notu değerlendirmesi gibi teknik süreçler de, bu değerlendirmeden olumlu olarak etkileneceklerdir.

Türkiye’nin Kopenhag kıstaslarına uyumu, sadece Düzenli Rapor aracılığı ile değerlendirilecek bir performans olarak artık görülmemelidir. Katılım Ortaklığı Belgesi, bundan önce olduğuna nazaran son derece daha ciddi biçimde takip edilmesi ve incelenmesi gereken bir yol haritası olarak, Türkiye’nin bu kıstasları yerine getirmesi için tanınan süreler ışığında nasıl değerlendirileceğinin işaretlerini vermektedir.

Müzakere Çerçeve Belgesi, KOB gibi kısa dönemlerde ele alınabilecek bir değerlendirme süreci değil, genel ilkeler çerçevesinde oluşturulmuş bir platformu tanımlamaktadır. Düzenli Rapor’lar ve Katılım ortaklığı Belgesi’nin yenilenmesiyle birlikte, üçlü bir izleme ve değerlendirme sistemi oluşturmaktadırlar.

Bu açılardan balkıdığında, yayınlanan Düzenli Rapor ve Katılım Ortaklığı Belgesi, nahoş sürprizler veya beklenmedik saptamalar içermemektedirler. Eğer satır araları iyi okunur ise, Türkiye’nin, kısa vadede başını ağrıtmaya aday Kıbrıs ve KKTC’nin üzerindeki baskıların kaldırılması sorununun bile, sıralama hiyerarşisi açısından Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin hiç hoşuna gitmeyecek bir şekilde, Birleşmiş Milletler çerçevesinde çözümü her girişimin önüne koyan bir biçimde ele alındığını görmek mümkündür.

AB’nin, kısa ve orta vadede Türkiye açısından endişeli olduğu “yeni” denebilecek yegane nokta, çeşitli boyutlarda bir “koordinasyon eksikliğinden” sıklıkla bahsetmesidir. Bu ekonominin yönetimi açısında çok daha belirgin bir eleştiri olarak ortaya konmuştur. AB’nin endişesi, yüksek siyasi ve sosyal maliyetine rağmen, varolan hükümetin siyasi irade eksikliği değildir. Sadece bunun hayata geçirilmesinde yaşanan sorunların, politikaların oluşturulmasında ve uygulanmasında yeterli verimin alınamamasına neden olduğuna işaret etmektedir. Daha fazla şeffaflık ve daha iyi oluşturulmuş, yetkilerin belirgin biçimde dağıtılmış olduğu politikalar, AB’ye göre Türkiye’nin doğru yönde attığı adımlar açısından çok daha büyük bir hız sağlayacaktır.

AB’nin Türkiye’yi “işleyen bir pazar ekonomisi” olarak nitelendirmesindeki en önemli etmenlerden biri, hiç şüphesiz piyasayı denetleyen regülasyon mekanizmalarının ve bağımsız kurumların varlığı ve işleyişi olmuştur. AB içinde varolan temel prensiplerden birine, yani kamu mülkiyetindeki işletmeler ile özel mülkiyetteki işletmeler arasında fark gözetmemek ilkesine uyumun giderek daha fazla sağlandığı Düzenli Rapor’da açıklıkla belirtilmektedir.

Makroekonomik stabilizasyon politikasının devam etmesi, AB açısından Türkiye’nin kıstaslara giderek daha iyi uyum göstermesinin anahtarı olarak verilmektedir. Özellikle kayıt dışı ekonominin payını küçültecek, istihdam piyasasındaki dengesizlikleri azaltacak yapısal reformlara duyulan ihtiyaç vurgulanmış, bu anlamda Türkiye’den kısa vadede beklentilerin altı çizilmeye çalışılmıştır.

Bir bütün olarak bakıldığında, AB’nin Türkiye ile üyelik müzakerelerinin başında, göreceli olarak esnek ve Türkiye’ye zaman kredisi veren bir tutum içinde olduğunu söylemek yanıltıcı olmayacaktır.