Alternatif Yatırım Enstrümanları İ.Emre PESER
Sermaye Piyasası Danışmanı
Satranç oynayabilmek
 
Sermaye piyasalarını yakından takip eden bir yatırımcı iseniz veya bir işadamı veya çevrenizde olan bitenlere duyarlı bir vatandaşsanız ve çok basit soruların cevabını bulmaya çalışıp bir merak içinde olan biteni anlamaya çalışıyorsanız, günümüz koşullarında elinizin altında artık o kadar çok imkan var ki muhakkak bir kaynağa ulaşabilirsiniz. Bu kaynak bir gazete, ekonomi dergisi, televizyon veya internet sitesi olabilir. Geçmiş ile kıyaslandığında son dönemde o kadar çok kaynak ve ekonomi veya piyasa yorumcusu var ki güncel konuları daha basit bir dille tercüme etmeye ve geleceğe dair bir ışık tutmaya çalışan; Ben de bu yazımda son aylarda yaşanan ekonomik gelişmeleri özetleyip, geleceğe dair kendi açımdan bir tahmin yapmaya çalışacağım. Bugünlerde Türkiye’de en çok ekonomi konuşulması gerekirken küresel bir ekonomik bunalım yaşanırken, geleceğe dair olasılıkları değerlendirip fırsatların yakalanması zorunluyken bir anlamda satranç oynanması gerekirken maalesef hala tavla oynuyoruz.
Yaşanan krizin nereden başladığını ortaya koymak adına Fed’in ‘’faiz politikasını ‘’ izleyerek bir başlangıç yapabiliriz. Mayıs 2000’de % 6.50 olan FED faiz oranı Amerikan ekonomisini canlandırmak amacıyla 2.5 yıl içersinde % 1 seviyesine kadar düşürüldü. 2003 Haziran ayına gelindiğinde% 1 olan faiz bir yıl boyunca sabit bırakıldı ve bu süreçte 2003 - 2004 dönemi boyunca bazı yatırımcılar düşük faizli krediler ile daha güvenli gördükleri emlak piyasasına yatırım yapmayı tercih ettiler. Birçok kişi faiz oranlarının çok uzun süre çok düşük seviyede kaldığı konusunda hemfikir olmasına rağmen faizler artmaya başladığı an gerekli zamanda bireysel ve kurumsal tedbirler alınamamıştır. Gayrimenkule olan talebin artması gayrimenkul fiyatlarının artmasına neden oldu ve borç veren kurumlar mortgage’a dayalı daha karmaşık ürünlerle daha fazla risk alabilir duruma geldiler: “Başlangıçta düşük ve zaman içerisinde artan faiz oranları, peşinat gerektirmeyen esnek ürünler” tüketiciye cazip paketler halinde sunulurken zaman içerisinde tüketicilerin artan aylık taksitleri ödeyememesiyle birlikte sorunlar ortaya çıkmaya başladı. Kredi ürünlerindeki esneklik olgusu ve rekor niteliğindeki düşük faiz oranları gün geçtikçe daha çok kişiyi gayrimenkul çılgınlığının içerisine çekerek daha sonraki aşamalarda bu piyasaya olan talebin azalmasına, bozuk ve niteliksiz bir borçlanma döngüsüne ve son olarakta sorumsuz diye nitelendirebileceğimiz borç verme alışkanlığına neden oldu. 30 Haziran 2004 itibarıyla 25 baz puanlı faiz artırımları başladı ve tam 2 yıl sonra Haziran 2006’da Fed gösterge faiz oranı % 5.25 ile zirve yaptı. Haziran 2003 yılnda 15 yıllık mortgage faiz oranı % 4.63 iken, Haziran 2006’da % 6.43’e çıktı.
Küresel kredi pazarındaki gelişmişlikten dolayı, yerel bankalar tarafından bu dönemde kullandırılan riskli Amerikan subprime mortgage kredilerinin büyük çoğunluğu hızlı bir şekilde bu kredileri büyük yığınlar halinde toplayıp, ayrıştırıp ve “türev” enstürümanlar olarak bilinen diğer karmaşık borç ürünleriyle harmanlayan daha sonra da yatırımcılara sistematik subprime riskini yansıtmayan fiyatlardan veren kurumlara yeniden satıldılar. Düşük faiz oranları uygulanandönem sonrası, normalde kredinin başlangıcındansonraki 6-12 aylık dönem, sona erdiğinde borçlular hızlı değişen oranları ödemekte zorluk çekmeye başladılar.Küresel borç sistemi boyunca yayılan sorunlu subprime mortgage borçları dünya genelindeki kurumsal portföyleri etkilemeye başlayınca subprime mortgage krizi daha da büyük küresel bir finansal kredi krizi haline geldi.
Bu kredi krizi, “Likidite” olarak bilinen bankaların borç vermek üzere ihtiyaç duydukları hazır nakit paraya olan erişimini sınırlandırarak dünya üzerindeki tüm finansal sistemi etkiledi. Krizin başta ABD kaynaklı olması ve genel anlamda yeterinve denetlenemeyenpiyasadaki zararın boyutu başlangıçta anlaşılamadı. FED Başkanı Ben Bernanke’nin ilk açıklamalarında krizin boyutunun finansal sisteme zararının 100 milyar USD ile sınırlı olacağı açıklandı. Zaman geçtikçe emlak piyasasına dayalı finansal sistemin yarattığı açığın çok daha büyük olduğu, zararın resmi olarak yaklaşık500 milyar USD’ye çıktığı anlaşıldı. ABD’nin en büyük yatırım bankalarından mortgage krizinde ilk zedelenen Bearn Stearns, JPMorgan’a hisse değeri 2 dolardan satıldı. Sonradan teklif 1 milyar dolara yükseltilerek hisse değeri de 10 dolara çıkartıldı. En son olarakda ABD mortgage sisteminin %40’nı oluşturanFannie Mae ve Freddie Mac şirketlerinin ABD hükümeti tarafından el konulması durumun ne kadar vahim olduğunu tüm dünyaya gösterdi. Asıl bu işten zarar gören kesim ise vergi mükellefleri, şu anda Fannie Mae ve Freddie Mac`in kurtarılması için gereken asgari 200 milyar dolarlık bir yükün maliyetini zorunlu üstlenmiş oldular. Ayrıca ben bu yazıyı kaleme alırken Bank of Amerika, Amerika’nın üçünücü büyük yatırım bankası olan Meryll Lynch’i yaklaşık $50milyar karşılığı satın alacağını açıkladı ve Lehman Brothers da satış görüşmelerinin tıkanması neticesinde konkordato ilan ettiğini duyurdu. Krizin yarattığı toplam zararın boyutunun1 trilyon USD’nin de üzerinde gerçekleşeceği artık görünüyor. Krizin başlangıcında bazı piyasa yorumcularının yaptığı iki hata vardı. Birincisi elde olan verilerin güvensizliğine rağmen mevcuta bakarak tahminler yapıldı, bir diğer konu ise ABD’de başlayan krizin sadece belli ülkeleri etkileyip sınırlı kalacağını düşünmesi oldu. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin 2. çeyrek büyüme rakamları krizin tüm dünya ülkelerini etkilediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu duruma rağmen krizi hafife almaya devam eden ve bu konuda iyimser görüş veren kişiler hala mevcut.
ABD’de emlak piyasasına dayalı birkriz olarak başlayan bu kriz, finansal bir kredi krizi haline dönüştükten sonra şimdide reel sektörü tehdit eden çok yönlü bir kriz haline dönüşmüştür. Bu noktada artık kriz ne zaman dip seviyesine ulaşır ve ne zaman çarklar istendiği gibi dönmeye başlar bunu öngörmeye çalışmamız gerekiyor. Krizin neresinde olduğumuzu finansal bazı ana araçların son yıllardaki trendini analiz ederek bir çıkarımda bulunabiliriz.
Bu süreçte faiz oranları dışında doların trendini analiz edebiliriz. Ocak 2007’de EURUSD paritesi 1.2900 seviyesinde iken 15 Temmuz 2008’de parite 1.6038 ile zirve yaptı.
Grafik-1’de görülebileceği gibi, Amerika’da Eylül 2007 de başlayan faiz indirim süreci ile beraber dolar değer kaybetti. Ancak, Amerika’daki kriz Avrupa bölgesini etkilemeye başlayınca ve bu bölgede faiz artırım sürecinin sonuna gelindiğinin algılanması ile beraber dolar diğer paralar karşısında değer kazanmaya başladı. Amerikan faizleri sabit kalırken, Avrupa Merkez Bakası faiz indirim sürecine başlarsa parite dolar lehine trendine devam edecektir.
Ocak 2007’de Brent ham petrolün varili 50 dolar seviyesindeydi (Grafik-2). Yaklaşık 1.5 yıl sonra 11 Temmuz 2008’de ise Brent ham petrolün varili 147.50 dolara kadar yükseldi. Grafikten net bir şekilde görülebileceği gibi, ham petrol fiyatları ve EURUSD paritesi aynı yönde hareket etme eğilimindedirler. Hepimizin bildiği bir gerçek olduğunu düşündüğüm bu durum bize, doların güçlendiği bir ortamda ham petrol fiyatlarının gerilemeye devam edeceği ve fiyatların 100$ seviyesinin altında denge bulabileceğine işaret etmektedir.
Bu noktada, FED faiz oranlarının uzunca bir süre bu seviyelerde kalacağı öngörüsünde bulunabiliriz. Önümüzdeki dönemde FED faiz haddini%1’e kadar indirebilir ki bu durumda diğer gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin faiz politikaları geleceğe yön verecektir. Dünya genelinde açıklanan 2. çeyrek büyüme rakamları ve 3. çeyrek hakkında fikir veren öncü göstergeleri bize Avrupa Bölgesi ve diğer gelişmiş ülkelerde faiz indirim sürecine girilebileceğini işaret etmektedir. Krizin 2009 yılı 2. çeyrek sonuna kadar sürebileceği gözükmektedir. Dünya bu süreçten geçerken, Türkiye’nin kendi oyun planını derhal netleştirmesi ve uygulamaya başlaması zorunludur!