AB PANORAMA Dr. Cengiz AKTAR
Bahçeşehir Üniversitesi AB Merkezi Başkanı ve Vatan Yazarı
32. Yıldönümünde Kıbrıs
 
Bu yıl ki kutlamalara Başbakan ERDOĞAN kabineden altı bakan, Dışişleri Komisyonu Başkanı da dahil olmak üzere ondört milletvekiliyle katıldı. Başbakanın ilk kez bir 20 Temmuz kutlamalarına katılması, bu kadar kalabalık bir heyet ve üç gün süren bir ziyaret başlı başına birer mesaj teşkil ediyordu. Ancak iş bununla da bitmedi ve Başbakan Bayrak televizyonuna verdiği demeçte Kıbrıs Türk ve Türkiye tarafının düşünüp de telaffûz etmediğini dile getiriverdi. Bir tarafın reddetmesi durumunda kadük olacağına binaen “Annan Planı artık hukuken süreçte değil” dedi. ANNAN’ın kendisinin dahi Şubat’taki PAPADOPULOS görüşmesi sonrasında yayımlanan bilgi notunda görüleceği gibi sahip çıkmadığı Plan’ı Kıbrıs Cumhuriyeti ve Yunanistan ise çoktan gömmüşlerdi. ABD’nin de unutmaya razı olmasıyla Kıbrıs sorununun eski eserler külliyesi daha da zenginleşti.

Bu demek ki artık Annan Planı sonrası dönemdeyiz. Bu dönemin dayandığı belge de aybaşında BM Siyasî İşler Departmanı ve Genel Sekreter Yardımcısı Nijeryalı profesör İbrahim GAMBARI’nin PAPADOPULOS ve TALAT ile yaptığı görüşmeler sonucunda çıkan beş maddelik “İlkeler Dizisi”. Yeni amentü: BM İlkeler Dizisi

İlkeler şunlar: 1- İlgili Güvenlik Konseyi kararlarında belirtilmiş olduğu üzere, Kıbrıs`ta iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyona ve siyasî eşitliğe dayalı bir çözüme bağlılık;

2- Statükonun kabul edilemez olduğunun ve devamının, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumlar için olumsuz sonuçlar doğuracağının kabulü;

3- Kapsamlı bir çözümün hem arzu edilir hem de mümkün olduğu ve daha fazla gecikmemesi gerektiği önerilerine bağlılık;

4- İnsanların günlük yaşamlarını etkileyen olaylar hakkında iki toplumlu görüşmelerin hemen başlatılması, aynı anda özlü konuların da görüşülmesi. Bunlar, kapsamlı çözüme katkıda bulunacaktır;

5- Bu sürecin başarılı olması için `doğru ortamın` devam etmesini sağlamaya bağlılık. Bu bağlamda, hem ortamın iyileştirilmesi, hem de tüm Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumlar’ın hayatlarının daha iyi olması için güven artırıcı önlemler elzemdir. Yine bu bağlamda, taraflar birbirini suçlamaya son vermelidir.

“Siyasî eşitlik” dışında ifadelerde ki muğlaklık ve çözümden ziyade tarafları ve başta Rum hükümetini bağlamayan bir iyiniyet beyanına benzeyen bu metne ne kadar bel bağlamalı? Gözlemciler PAPADOPULOS’un, ancak ciddiye almayacağı bir metne imza atabileceğini ve ilkelerin sonuçta kendini bağlamadığı gibi bir de bu sayede “masadan kaçan“ yaftasından kurtulduğunu, 2008 Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de kazanmayı garantilediğini dile getiriyor. Ayrıca BM’de yıl sonundaki Genel Sekreter değişikliği ve GAMBARI’nin konuya uzaklığı BM’yi çözümün adresi olmaktan çıkartıyor.

Somut olarak, ilkeler dizisi uyarınca ne tartışılacak konular üzerinde daha mutabık kalınmış ne de insanların gündelik hayatını birebir ilgilendiren karma evlilikler, yerleşiklerin çocukları ve kuzeydeki Rum malları üzerine yapılan inşaatlar gibi konulardan sözediliyor. Aslında BM seraplarının arkasında AB gerçeği var.

Kıbrıs, istenmese de AB meselesi
Her vakit söylediğimiz gibi Kıbrıs sorunu doğası icabı Avrupa’nın işi. Hatta Avrupa istemese de AB’nin işi. Türkiye’nin AB sürecinden ayrı tutulur yanı da yok. Bölünmüş ada üyeliğe kabûl edilerek yanlış yapılmış olabilir ama Kıbrıs Cumhuriyeti bugün AB’nin diğer üyelerle aynı eşit haklara sahip üyesi, Türkiye ise bu ülke dahil 25 üyenin oluşturduğu AB ile üyelik müzakeresi yapıyor.

Eğer iddia edildiği gibi hükümet hakikaten Kıbrıs sorunuyla AB sürecimizi birbirinden ayırıyorsa Gümrük Birliği ek protokolünü karşılık beklemeden TBMM’de onaylayıp bir an evvel uygulaması gerekir. İlginçtir ki AB ve esas Rumlar da tıpkı bizim hükümet gibi limanlarımızın açılmasının yani AB sürecimizin bir vecibesinin kuzeye verilecek malî yardım ve doğrudan ticaretten bağımsız olduğunu iddia ediyor. Ama hemen arkadan eğer Maraş (Varosha) iade edilir ve Gazi Mağusa (Famagusta) limanı ortak işletilirse yardım ve doğrudan ticaret konusundaki çekincelerini kaldırabileceklerini söylüyorlar. Demek ki Türkiye limanlarını karşılıksız açmıyor Rumlar da doğrudan ticareti karşılıksız kabûl etmiyorsa AB sürecimizle Kıbrıs sorunu içiçedir. Dolayısıyla konu teknik değil siyasîdir ; AB’yi de birebir ilgilendiren bir konudur.

Bakalım AB nerede?
Avrupa Komisyonu’nun, kuzeye verilmesi karara bağlanan 259 milyon avroluk malî yardımı yönetmek üzere bu ay açması gereken ofisten geçenlerde bahsetmiştim. Kıbrıs Cumhuriyeti Brüksel’de bir son dakika manevrasıyla bu yıl için öngörülen 38 milyon avronun serbest bırakılmasını ve ofisin açılmasını şimdilik engellemiş bulunuyor. Halbuki bu kalemin serbest bırakılması için oyçokluğu yeterli. Rumlar ayrıca Türkiye’nin limanlarını Rum gemi ve uçaklarına açmak için şart koştuğu ve ilk kez de 2004’te AB tarafından dile getirilen doğrudan ticaret tüzüğünün gereksizliğini ispat etmek üzere harıl harıl çalışıyor. İşlemekte olan Yeşil Hat Tüzüğü’nün kuzeyin dünyayla ticaret yapması için yeterli olduğunu, diğer bir deyişle dünyaya ihracatı ancak kendilerinin yapabileceklerini savunuyor.

Kısaca söylenecek olursa Kıbrıs Cumhuriyeti AB’ye katıldığı 1 Mayıs 2004’ten bu yana başarıyla yaptığı “AB’nin Kıbrıs ve giderek Türkiye politikasını kendi bildiği gibi belirleme” işini sürdürüyor.

Bu meyanda AB’nin 2004-2006 yılları için vereceği 259 milyon avro yardımı Başbakan’ın ziyareti esnasında imzalanan 2007-2009 malî yardım protokolüyle Türkiye’nin vereceği 938 milyon avroyla karşılaştırmak gerek.

Hızla meşrulaşan devlet
Rumlar’ın hem Kıbrıs’ta hem de Türkiye’nin AB sürecini baltalayarak davayı kazanıyor gibi görünmesine rağmen sonuçta tersi oluyor. Kıbrıs’taki fiilî devlet durumu PAPADOPULOS’un maksimalist ve hırçın tavrı ile AB’nin umursamazlığı sayesinde perçinleniyor. Devlet giderek meşrulaşıyor. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kuzeydeki tazmin mekanizmasını iç hukuk olarak değerlendirirse bu, meşruiyet yolunda önemli bir adım olacak. Buna koşut olarak Annan Planı’na verilen destek sonucunda planda öngörülen tazmin imkanına binaen başlayan inşaat furyasıyla millî gelir 10.000 dolara fırlamış durumda.

Bu gidişata rağmen AB’deki özerk bölge örneklerinden esinlenecek ve bunu federal bir altyapıyla sağlamlaştıracak bir çözüm hâlâ mümkün. İlginç olanı bu çözümün Türk tarafı kadar Rum tarafının da işine gelecek olması. Zira, KKTC meşrulaşıyor. Türkiye’nin AB sürecini ek protokol üzerinden engelleme taktiklerinin ise belli başlıkların şimdilik açılmayacak olmasından başka bir yansıması olmayacak. Eğer Türkiye’nin AB ilişkisinin kopması istenmiyorsa ek protokol pürüzü doğrudan ticaretle aşılacaktır. Bu gerçekleştikten sonra da Rum tarafının eğer hâlâ kuzeyde umudu ve Avrupalı gibi birlikte yaşama niyeti varsa tek çaresi kalacak gibi: Bölge temelli federal çözüm.