Yalçın KOÇAK

Yüksek teknolojiyi ülkemiz sanayicisiyle buluşturmalıyız
 
Yeni şeyler söylemek lazım diyor Hz. Mevlana; bizim de yeni şeyler üretmemiz lazım. Yüksek Teknoloji, Uzay Teknikleri, Nano Teknikleri, Nano Bilimleri Hidrojen Enerjisi, Genetik Biyoloji ve daha niceleri... Artık araştırıcı ve geliştirici sanayiciliğe geçme zamanımızdır.
 
Yaptığımız iş üretim, mevla’i bir iş, yaratmak Allah’a, üretmek kullara…
Yaradanın kullarına vereceği rızka aracılık etmek, bir şeyleri düşünmek, geliştirmek ve onu imal etmek meleki bir iş, ismi üzerinde meleklere ait.
Üretip, ürettiriyor, emeğe akıl ve sermayenizi ve de alın terinizi koyup pişiriyor, ülkemize döviz ve de istihdam sağlıyorsunuz. İnanın siyasetçilerden çok daha mukaddes bir iş yapıyorsunuz.
Türkiye’nin sanayileşme hamlesi 1980’li yıllarda Rahmetli ÖZAL’ın gayretiyle kurumsallaştı. Türk insanı ihracat nedir öğrendi.
İhracatımızda sanayi ürünlerimiz, tarım ürünlerinin önüne geçti.
ÖZAL’ın AB müracaatı DIN normu ile TSE normlarını eşitlemek ve Türk Sanayisini Avrupa pazarlarına taşımaktı ve de başardı, sonrası birileri AB’yi iç politikaya alet etti, Gümrük Birliği gibi tek taraflı kapitülasyon sayılabilecek kararları başarı gibi düğün dernek kutladı. Hem de TBMM’ den geçirmedi.
Sonrasında birileri arap vahabi selefi zihniyeti ve ritüelleri ülkede hakim kılmak için AB’ci oldular.
Dolayısıyla AB politikalarımızda süreklilik olmadı, hedeflenenler tutturulamadı.
Anadolu Sanayisine 350 milyonluk bir pazar coğrafyası sağlayabilse bu bize 20 - 25.000 $ GSMH sağlar ve bölgenin “süper”i oluruz.
Yeni şeyler söylemek lazım diyor Hz. Mevlana; bizim de yeni şeyler üretmemiz lazım. Yüksek Teknoloji, Uzay Teknikleri, Nano Teknikleri, Nano Bilimleri Hidrojen Enerjisi, Genetik Biyoloji ve daha niceleri... Artık araştırıcı ve geliştirici sanayiciliğe geçme zamanımızdır. Üniversitede lazım değil mi? Üniversitelerimizi ders veren talebe yetiştiren, kimliğinin dışına çıkararak; bilim üreten müesseseler yapmak onları buna zorlamak biz ülkenin sanayicilerinin, tüccarlarının işidir.
Üniversitelerimize karşı provoke edici, harekete geçirici, iten, zorlayan olmalıyız.
Avrupa Otomobil imalatını ucuz ve kirli iş görüp bize ittiriyor. Bizde ihracatımızla övünüyoruz.
Yüksek katma değerli yüksek teknolojiyi ülkemiz sanayicisiyle buluşturmalıyız. Odalarımıza üst kurumlarımıza düşen iş budur.
Yazımın ekinde Frankfurt Üniversitesi Profesörlerinden Fuad SEZGİN Hocamızın İstanbul Gülhane’deki hediyesini İstanbul İslam Bilim ve Teknolojisi müzesinin açılış konuşmasını takdim ediyorum. O kadar önemli bir konuşma ki ve hepimizin ziyaret etmesi gereken bir müze Sömürücü Emperyalistlerin Rönesans’ı kime borçlu olduklarını bulacaksınız bu satırlarda, isim isim ilim ve Fen de ne kadar geri bırakıldığımızı, bilimsel hırsızlıkları bulacaksınız.

Fuad SEZGİN
Bilimler tarihinin en önemli başlangıç çizgilerinden biri şudur ki; İslam kültür dünyasının kitapları, aletleri ve ilaçları 10. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İspanya üzerinden Batı Avrupa’ya yollarını buldular. Müslümanlar’ın 711 yılında İber Yarımadası’na ayak basmakla İslam kültür dünyası ile Avrupa arasındaki bağlantıyı kurmuş, geliştirecekleri bilimlerin birkaç yüzyıl sonra ayrı bir kültür dünyasında yayılma kaderini çizmişlerdi.
İki kültür dünyasını birbirine bağlayan yollar zamanla artmaya devam etti.Bunların en önemlileri Sicilya, İtalya ve Bizans üzerinden geçiyordu; bahusus İslam dünyasındaki teknolojinin Avrupa’ya ulaşmasında Haçlı Seferleri büyük bir rol oynamıştı.
Bilim ve Teknolojinin dünyasından Avrupa’ya ulaşma safhası- ki, bu resepsiyon ve asimilasyon diye iki kademede gerçekleşti- en azından beş yüz yıl sürdü. Avrupa’da gerçek manada 16. yüzyılda kreativite ve aynı yüzyılın ikinci yarısında İslam dünyasında bilimlerin duraklaması başladı. On yedinci yüzyılın başlarında Avrupalılar bilimde önderlik durumuna geçtiler.
Bu münasebetle bir tarihi realiteye istemeye istemeye işaret etmeyi zaruri buluyorum. O da şu ki, Latin kültür dünyasının Arap-İslam kaynaklarından alma işi, Müslümanların Yunanca kaynaklarından alışındaki açıklıkla olmadı. Müslümanlar Aristoto’yu “Büyük Üstad” diye adlandırıyordu. Bokrat’ın, Galen’in ve diğerlerinin kitaplarından “Faziletli Bokrat”, “Faziletli Galen” diyerek alıyorlardı. Ama Arapça kitaplarının birçoğunun Latince tercümelerinde gerçek müelliflerin adları kayboluyordu. Kaynak zikretme alışkanlığı hemen hemen hiç yoktu.
Bunun sonucu olarak, Avrupalılar 17. yüzyılda önderlik durumuna nasıl geldiklerini bilmiyorlardı. Gerek Avrupalılar, gerek Müslümanlar, bunu yüzyıllardan beri gelen üstün bir mazinin devamı sanıyorlardı. Bunun sonucu, Avrupalılarda Müslümanlara karşı bir üstünlük, Müslümanlarda ise yavaş yavaş bir aşağılık duygusu gelişiyordu. Avrupalılarda doğan bu üstünlük duygusu, aradan çok büyük bir zaman geçmeden, daha doğrusu 18. yüzyılda Rönesans tabiri içinde, günümüze kadar geçerliliğini pek kaybetmemiş olan kalıplaşmış ifadesini buldu. Buna göre, bilimlerin birkaç yüzyıldan beri tanınan yeni safhası, Avrupa’da doğrudan doğruya Yunan bilimlerinden kaynaklanan bir kalkınmaydı.
Derin bir minnet duygusuyla anılmalı ki, bu, 1955’te Fransız filozofu Etienne Gilson’un “Profesörler Rönesans’ı” diye maskaraya aldığı görüşe karşı hümanist bir reaksiyonda daha aynı yüzyılda kendini göstermeye başlamıştı. Bunların arasında Fransızlardan filozof ve tarihçi Voltaire, Almanlardan Johann Gottfried Herder, Johann Wolfgang von Goethe ve Alexander von Humboldt vardı.
Kısmen bu Hümanistlerin yanı sıra, kısmen de ara sıra ortaya çıkan Avrupa merkezli bilim tarihçiliğinin bilmemezlikten geldiği çok önemli yeni bir hümanist cereyan vardı; o da Arapça, Farsça ve Türkçe kitaplarının Latince tercümelerine değil de asıllarına dayanarak İslam bilimlerini araştırmak. Bu cereyan çok yavaş bile olsa, daha 17. yüzyılda başlamış ve 19. yüzyılda konservatif bilim tarihçiliğini bazı alanlarda tashihlere zorlayacak kadar kuvvet kazanmıştı. Felsefe alanında dinle ve felsefe tarihçisi Ernest Renan 1852 yılında yayımladığı “Averroes et l’averoisme” isimli kitabında Endülüslü İbn Rüşd’ün Batı Avrupa ve İtalya’ da felsefi düşünceyi ne kadar derinden etkilediğini çok mahir bir şekilde gösterdi.
Onun çağdışı filozof Heinrich Ritter İslam bilimlerinin Avrupa’ya felsefe dışındaki etkisinin çok büyük olduğu, Arap felsefesinin fiziksel yönünün Hıristiyan Ortaçağ biliminde bir değişim sağladığı tezini savunuyordu. Fransız j-j. Sedillor ve oğlu I.-A. Sedillor 60 yılı aşan çalışmalrıyla Müslümanların astronomi alanında gösterdikleri başarının büyük bir kısmını ortaya koymakla çağdaş meslektaşlarını hayrete düşürüyorlardı. Diğer taraftan J.T. Reinaud aynı zaman içinde İslam kültür dünyasının coğrafya alanındaki başarılarını elli yıl kadar süren etütleriyle tanıtıyordu.
Matematik alanında hümanist Alexander von Humboldt’ un Paris’te adı geçen bilginlerin yanında doktora yapmaya gönderdiği Franz Woepcke başardığı kırkı geçen çok enteresan etütleriyle konservatif matematik tarihçiliğini çok ciddi tashihlere zorladı. Mesela o çağın en ünlü matematik tarihi kitabında Müslümanların cebir alanında ikinci derece denklemlerin ötesine geçemedikleri iddia ediliyordu. Woepcke 11. yüzyılda yaşayan Ömer Hayyam’ ın üçüncü derece denklerin sistematik tanıtımını taşıyan Cebir kitabını yayımlayıp Fransızcaya çevirmekle, üzerinde çalıştığı alandaki eski hükümlerin ne kadar geçersiz olduklarının çok açık bir misalini sunmuştu.
19. yüzyılın ikinci yarısı İslam bilimlerinin tanıtılması yönünde çok önemli gayretlere şahit oldu. Bu misale coğrafya alanında çalışan Hollandalı Michael Jan de Goeje ve Alman Ferdinand Wüstenfeld yarım yüzyılı aşan çalışmalarında günümüze ulaşmış olan hemen hemen bütün önemli Arapça coğrafya yazmalarını yayımlayıp kısmen de Avrupa dillerine çevirdiler. Çağdaşları Alois Sprenger, daha 1864 yılında 10. yüzyılda yaşayan Makdisi’yi kitabının bir yazmasını Hindistan’da bulduktan sonra “yaşamış olan en büyük coğrafyacı” olarak ilan ediyordu. Daha sonraki etüdler gerçekten insan coğrafyasının 10. yüzyıl İslam dünyasındaki düzeyine Avrupa’da ancak 19. yüzyılda rastlanabildiğini kolaylıkla gösterebildi.
1875 yılından itibaren İslam doğal bilimler tarihi araştırmalarına Erlangen şehrinden Eilhard Wiedemann adlı fizik bilgini