AHMET BÜYÜKHANLI

45 Yıldır Kalitenin Ve Güvencenin Simgesi Olduk
 
Sayısız projelere imzasını atmış olan Büyükhanlı Kardeşler A.Ş. binalarının tarzı ve stili ile konutun ötesinde, insanlara sosyal imkanlarla yaşama biçimi sunuyor.
 
Büyükhanlı Kardeşler A.Ş.’yi bize biraz anlatır mısınız, nasıl başlayıp geliştirdiniz?
Şirketimiz 1960’lı yılların başında dört kardeş tarafından Ankara’da kurularak, inşaat ve turizm alanında faaliyet göstermekte. Aslen Konyalı olan dedem Ankara’ya gelmiş, o zamanlar tuğla ocağı varmış, sonrasında babalar ortak olarak inşaat şirketi kurmuşlar. Nereden nereye geldik diyoruz. Ankara’da sayısını bilemedikleri kadar inşaat yapmışlar. Bizler de küçük yaşlarda iş hayatına atıldık. İlkokuldan başlayarak her yaz farklı bir sektörde çalıştık ve oralarda çok şey öğrendik. Daha sonra da kendi şirketimizde hep işin başında olduk. İnşaat işi büyüdükçe şirket sayısı artmaya başladı, şu anda 2 şirket Büyükhanlı adı altında İstanbul’da, 2 tanesi de Ankara’da faaliyet gösteriyor. İnşaatı devam ettirirken turizme de döndük. Ailenin geniş olmasının getirdiği avantaj var. Kuzenlerim Alanya, Kemer, Belek taraflarında otel işletiyorlar. Biz de Ankara’da Park Otel, İstanbul’da Marriott Otelile şehir otelciliği sektörüne girmiş olduk. 45 yıldır kalitenin ve güvencenin simgesi olduk. 1980’li yıllardan itibaren kurucusu Mustafa N. BÜYÜKHANLI olan Büyükhanlı Kardeşler A.Ş., merkezi Ankara dışında İstanbul’un gözde mekanlarında titiz çalışmaları ile kısa zamanda seçkin kişi ve kuruluşlara da hizmet vermeye başladı. Sayısız projelere imzasını atmış olan Büyükhanlı Kardeşler A.Ş. binalarının tarzı ve stili ile konutun ötesinde, insanlara sosyal imkanlarla yaşama biçimi sunuyor.

Neden Marriott, neden Kozyatağı?
Birinci karar Kozyatağı’ydı. Aslında Marriott sonradan geldi. Büyük otel zincirleri Anadolu yakasında yatırım yapmak istemediler. İstanbul’da da bir yatırımımız olsun istedik. Yatırım yaparken öncelikle nerede daha rahat iş yapabilir diye baktık. Özellikle turizmdeki bu iniş çıkışları takip edince Anadolu yakasının ihtiyacının daha büyük olduğunu görerek işe başladık. 2001 krizinden önce araştırmalara başlamıştık, krizle beraber en uygun yerin Kozyatağı olacağını saptadık Anadolu yakasında nispeten daha az rekabet olacak bir mevkide ve trafik sorunu açısından her yere kolay ulaşımın olacağını gördük. Sabiha Gökçen ise otel arazisini satın aldığımızdan sona canlandı ama burayı seçerken bu havaalanını da biliyorduk. Bizi Anadolu yakasına yönlendiren asıl hedefSabiha Gökçen değil, büyük zincir firmaların ofislerinin bu tarafa açılmalarıydı. Marriott’da bunların başında geliyor. Bu otel “Marriott” adı altında Türkiye’de ilk otel oldu. Bunda Marriott grubunun bu yöndeki geniş açılı bakışının da çok faydası var. Buradaki otel yatırımında nasıl bir ortaklık yapabiliriz diye çok zincir otelle görüştük, en pozitif yaklaşım Marriott’dan geldi. İsmi ilk kullanmanın vereceği avantajları ve Marriott’un çok farklı işletme anlayışını göz önünde bulundurarak Marriott’la anlaştık. Özellikle can güvenliği ve yangın konusunda emininki Türkiye’deki birçok otel Marriott’la boy ölçüşemez.

Yeni projeleriniz var mı? Nelerdir?
Bizim ana mesleğimiz inşaatçılık. Bu sektör aslında o kadar geniş ki; bizim yaptığımız daha ziyade butik tarzda mesken ve işyeri inşaatı. Genelde kendimize veya kat karşılığı inşaat yapıyoruz. Fazla büyümeyi kendi yapımıza çok uygun görmüyoruz. Maksimum 70-80 daire olacak sitelerle sınırlı tutmaya çalışıyoruz. Şu anda Anadolu yakasında 2 projemiz var. Arsa imkanı oldukça butik, küçük, şık siteler yapmayı hedefliyoruz. Otelcilikte çok hızlı büyümeyelim diyoruz. 20 sene önce babamla konuştuğumuzda 4 senede bir otel açalım, bir yerli zincir kuralım diyordum. Babam gençliğime verip, beni o kadar güzel yönlendirdi ki; öncelikle batan şirketlerin neden bu hale geldiklerini araştırarak rapor çıkarmamı istedi. Burada gördüm ki çoğu batan firma işini çok hızlı büyütmeye çalışan firmalardı. Şimdi ise 5 ila 10 sene arasında yatırım yaparak, turizm yönünde de ilerlemeyi düşünüyoruz.

Türk turizminin geleceği hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Asıl konu şehir otelciliği olduğu için genel anlamda turizm açısından eksper değilim. Ama hepimizin takip ettiğinden daha fazla sektörün içinde olmanın avantajı da var. Türkiye dünyanın çok az ülkesinde bulunan fiziksel özelliklere sahip. Hepsinden daha önemlisi, yaptığı yatırımın kaça mal olacağını ve kaç senede çıkacağını bilmeyen yatırımcılar var. Öyle olunca yapılan yatırımlar müthiş güzel, pahalı, lüks oluyor. Ama buna karşılık son derece ucuz hizmet veriliyor. Zengin firmalar Türkiye’yi turizm yönünden çok rahat ayakta tutacaktır. Turizmin Türkiye’deki öneminin giderek artacağını düşünüyorum. AB sürecinde bizi hangi kıstaslar bekliyor diye baktığımızda standartları yakalayabilir düzeye gelecek miyiz? Gün gelecek otellerin birçoğu bu sorunla karşılaşacak. Bunlardan bir tanesi “lejyoner” hastalığı. Marriott ile yapmış olduğumuz bütün yatırımın başından beri en önem verdikleri konulardan bir tanesi bu konu oldu. İl Turizm Müdürlüğü’nden Lejyoner hastalığının özellikle AB’de önem kazandığını bildiren ve gerekli önlemin alınması gerektiğini bildiren bir genelge geldi. Biraz bu konularda geri kalıyoruz. Zaman içinde bu konularda aşama kaydedebilirsek ve turizme sekte vuracak ekonomik ve politik nedenleri de ayrı tutarsak turizmin çok daha hızlı gelişeceğini düşünüyorum

Türkiye ile AB ilişkileri için ne düşünüyorsunuz? Ben AB’ye alınmayacağımızı düşünüyorum, ya da AB’ye alınmamız için bahsedilen sürelere bakınca belki de o zaman zarfında AB’nin kalmayacağını düşünüyorum. Genel olarak baktığımda bu zorlama olmasa Türkiye’deki bu müthiş hızlı değişimin olamayacağını ve yerimizde sayıyor olacağımızı sanıyorum. Tavizler veriyoruz gibi gözükse de aslında gerçekte olması gerektiği yere kendimizi götürüyoruz. İleriye dönük bakıldığında, AB’nin o kadar uzun süre yaşayıp yaşayamayacağı konusunda doğrusu tereddütlüyüm.