Kuvay SANLI
Etik ve İtibar Derneği Üyesi
İş Dünyası İçin Felsefi Bir Gezinti: Etik
 

İş etiği ve kurumsal etik başlığındaki çalışmaların felsefe disiplininde yürütülmediği açıktır. Bu gerçeğin beraberinde, “Tüm dünyada felsefi referans ve alt yapısı dikkate alınarak yürütülmektedir” şeklinde belirtmek abartılı olmayacaktır. Etik başlığının devamında uyum, bütüncül yaklaşım, kurumsal yönetim, yolsuzlukla mücadele ve benzeri diğer konuların bir ayağı iş dünyası, pratik akıl ve faydalı sonuçlarken; tüm bu çalışmaları temellendiren diğer ayağını da, “düşünme” olarak tanımlayabiliriz. Bu düşünme edimi içerisinde kavramın bilgisine yakın olmak, yürütülen çalışmaların amacının daha iyi karşılaması sonucunu doğuracaktır. Şüphesiz insan bildiğini kullanır, bilmediğini değil.

Klasik bir eleştiri, “Dev şirketlerin hâkim konuma gelmeleri sonrasında geliştirdikleri kodlarla, yeni oyuncuların oyun sahasını daralttıkları” şeklindedir. Bu görüşü ileri süren akıl, daha iyi bir iş iklimi için geliştirilen kodların yarattığı eşitsizliği de ortaya koyabilmelidir. Aksi, müzmin olumsuz konumundan ileri taşımaz kişiyi. Bir an için bu etkinin ortaya konulduğunu düşünelim. O takdirde ihtiyaç duyduğumuz kavram, daha da geliştirilmesi açısından gene önümüzde durmaktadır: Etik.

Etik, ideal iş iklimi amacında ilgili diğer tüm kavramları kapsar niteliktedir. Etiği anlamadan: Uyum, bütüncül yönetim, kurumsal yönetim ve ilkeleri, yolsuzlukla mücadele, sürdürülebilirlik ve benzeri diğer tüm başlıkları doğru yere oturtmamız pek mümkün olmayacaktır. Çalışkanlık ve kuvvetle sonuca yönelik düşünce üretme alışkanlığında olan iş dünyasının aktörleri, bu makaledeki çabayı belki de hemen yararlanılabilecek türden bulmayabilirler. Ancak unutmayalım öncesinde anlamak, sonrası için temel önemdedir ve pratikte var olan her şey önce teoridedir. Felsefeci Aziz Yardımlı’da gördüğümüz şu söz önemlidir: “Yalnızca teori pratiktir.”

Etik kavramının felsefe disiplininde karşıladığı anlam üzerine kıyasıya tartışmalara rastlayabiliriz. Ancak kimi zaman da, anlamın var olup olmadığı yönünde temel fikir farklılıklarıyla karşılaşırız. Bu anlamsızlığı kendi anlamsızlığına terk ederek, anlamlı olanı açığa çıkarmaya çalışalım. Ahlak ve etiğin birbirleri yerine sıkça kullanıldıklarına tanık oluruz. Yanlış mı? Tam olarak değil. Doğru mu? Doğru da değil. Peki nasıl?

Kökenbilim, ahlak ve etik kelimelerinin aynı kökten geldiklerini söyler. Her ikisi de: Gelenek, görenek, örf, adet, töre anlamlarını karşılar. Bilindiği gibi ahlak Latince morales; etik Antik Yunan’da ethos kökünden türer. İnsan ahlak üzerine düşünür. Bu düşünme edimi, zamanla yöntemsel içerik dahi kazanır. Başlangıçta aynı anlamda kullanılan iki kelimeden etik, “üzerine düşünme” işini üstlenir. Ahlak verilidir ve bu verili olma hali nesneldir. Ancak her kişinin kendi ahlaki farklılığı ölçüsünde bir o kadar da özneldir. Öznel olandan nesnel olana, sübjektif olandan objektif olana ulaşma çabasındaki düşünme etkinliği, etik kavramında karşılık bulur. Bir oluş halinde bugün etik, “ahlak felsefesi” olarak da adlandırılır. Bu içeriğiyle ahlaktan kopmuş değildir ve ondan bağımsız düşünülemez. Ama artık etik, ahlak da değildir. Etik, insanda var olan ahlaki belirlenimin, kapsayıcı ve evrensel olanda karşılık bulması gayretinin adıdır. Etik, yöntemsel içeriğiyle bir disiplindir. Etikçi buyurgan değildir. Eylemin neden olabileceği sonuçları, bilimsel verilerle değerlendirerek eyleme yön verir. Etikçi, anne babamızın tembihlediklerini reddeder değildir; ancak bununla yetinmez, bilimin ışığını bir süzgeç olarak işin içine katar. Töreyi gelenekçilik adına korumaz; daha iyi bir töre için onu geliştirir, değiştirir.

Etik için, felsefe disiplininde yeri en az belli olan kavram olduğu değerlendirmeleri yapılır.[1] Bu açıdan bakıldığında etiğin, üzerinde en fazla tanım yapılan kavramlardan birisi olması anlaşılırdır. Yerinin belirsizliği ve tanım fazlalığı, aklımıza onun değersizliği yönünde bir düşünce getirmemelidir. Tam tersine, tam olarak neyi karşıladığına yönelik farklı düşünceler, kavramın içeriğinin öneminden ileri gelir. Katılmak kolay olmasa da, “Etik bütünüyle eşittir felsefe” diyebilecek kadar ileri gidenlerin olduğunu dikkate alırsak, ne denli zor bir çözümleme ihtiyacı içerisinde olduğumuzu da ortaya koymuş oluruz.

Kosmogonia, “Nereden geliyoruz?” diye sorarken; ethica, “Şimdi ne yapmalıyız?” sorusunu yöneltir insana. Bu önemli sorunun yanıtını bulabilmiş olsa insan, yeryüzünde hali hazırda bir cennet yaratmış olmaz mıydı? Olurdu ve bizler yeryüzünün bir cennet olmadığını biliyoruz.

Eleştiri dediğimizin “üzerine düşünmek” olduğu açık. Üzerine biraz düşününce, doğru bildiğinin geçerliliğini sorgulayabiliyor insan ve var olan törenin geçersizliğini de. Verili olanı kabul etmek, ilk elde konfor sağlıyor gibi gözükse de, bu tanıdık tutumun sürdürülebilir olmadığını biliyoruz. Ve insanın, aklının önderliğinde bilgiye ulaşabildiğini de. Gene ilk bakışta zahmetli gibi duran bu ikincisinin, esasında kolay ve daha yararlı sonuçlar doğurduğu açıktır. Töre, töre olarak yüceltilmez ve korunmaz; daha iyi bir töre için değiştirilir, iyileştirilir. Ahlak, Homo sapiens’e verili olan vicdani bir terazinin adıyken; etik, aklın süzgeciyle bir düşünme edimi sonrasında ortaya konandır. Etikçinin sorgulayıcı yanı, ahlakı önemsiz kılmaz. Bilakis, etiğin tüm dayanağı ve çıkış noktası insanda verili olan ahlak yetisinin, bu duyumsamanın ta kendisidir.

Öylesine karşılıklı bir ilişki ve etkileşimdir ki bu, felsefede etiğin olanaklılığının sorgulanması tam da bu noktada ortaya çıkar: Ahlaktan bağımsız bir etiğin düşünülemeyeceği önermesi ve etik başlığında düşünen kişinin de bir ahlaki belirleniminin varlığı. Şöyle söyleyelim mi: Ahlak, insanın iyi ve kötüyü ayırt etme yeteneği ve bunu vicdanında duyumsaması; etik ise, Us’u aracılığıyla iyi ve kötünün ne olduğunun bilgisini aradığı başlıktır.

“Üzerine düşünmek önemlidir” diyerek devam edelim: Nietzsche modernite eleştirisinde, “Farklı gibi görünen siyasi görüşler, daha da temelde felsefi yaklaşımlar, hep bir iyi yarınlar ideali üzerine kuruludur” anlamında bir değerlendirmede bulunur. Her biri, benim yolumdan gidin, size iyi bir gelecek vaat ediyorum şeklinde umut verir insana. Nietzsche, insanın iyi bir yarını ararken günün gerçeğini kaçırdığı tespitinde bulunur. Bulunur ama iyi bir yarın idealini sorgularken onun amor fati’sinin, bu ideali yok hükmünde kıldığını söyleyemeyiz. Nietzsche aradığını “mevcut” üzerinden aramaz.

Felsefenin başat isimleriyle birlikte ona yer vererek, değerini yükseltiyor olma kaygısını taşımakla birlikte, günümüzden bir isme değinelim: Crispin Sartwell. Onda, “Dünyayı olumlamak, dünyanın ahlaki olarak iyi olduğunu olumlamak anlamına gelmez” türünden cümlelere rastlarız.[2] Nice düşünürler, düzen ve ilerleme gibi bugünün dünyasını temellendirdiğimiz kavramların geçerliliğini sorgular. Bu sorgulamada bizlerin kendi özel yaşamlarımızda dahi zaman zaman bulunmuşluğumuz olmuştur. Ancak tam bu noktada “sorgulamak tutumu” dahi, düzenin varlığının bir nevi teminatı gibi durmaktadır. O halde şunu hemen söyleyebiliriz: Etiğe eleştiri, etiği olanaklı kılar.

Nietzshe’den kabaca iki bin yıl önce Stoacılar’da, bir en yüksek iyi “agathon, summumbonum” tanımına rastlarız. En yüksek iyiyi onlar, kinik anlayışın paralelinde bir mutluluğa yönelim olarak görmektedirler. Görmektedirler ama bizim için, hemen benimsenebilecek ve bütünüyle geçerli olarak değerlendirilebilecek bir görüş değildir bu.

Stoacılar’dan kabaca yüz - yüz elli yıl önce Sokrates’e göre iyi, tüm eylemlerin nihai ereğidir. Sokrates’in çalışmalarında etik başat önemdedir. Ancak ilk etikçi olarak o değil de, Aristotales anılır. Ona bu atıfta bulunulması, Nikomakhos’a Etik’te kendisinden önce yapılan araştırmaları da içerir şekilde konuya ilk kez bir sistematik getirmiş olmasındandır.

Modern dönemin başlarına doğru hızlı bir geçiş yaparsak: Spinoza’nın Ethica’sında kötü bilgi, yetersiz bilgidir. Ona göre, insan aklı yalnızca yeterli idealar taşısaydı, hiçbir kötülük kavramı oluşturmazdı. Gene bir tanımlamasında Spinoza, “İyi ile bize yararlı olduğunu pekinlikle bildiğimizi anlıyorum” der.[3]

Antik Yunan’dan Kant’a kadar etikte başat problemin “en yüksek iyi” olarak ele alındığını ve mutlulukçu düşünce zemininde kalındığını söyleyebiliriz. Mutluluk kavramı üzerinde uzlaşamamak, üzerinde uzlaşılan bir “en yüksek iyi” kavramının olmamasından ileri gelir.[4] Kant için iyi, yasayı isteme ve ona uyumda kendini gösterir. Onun için bu uyum heteronomdur; otonom değil. Onun düalist aklı, etik konusunda da belirleyiciliğini korur. Kant, ödevi görevden ayırmış ve ona bir nebze aklın süzgecini yüklemiş görünse de, içerikten yoksun bir formel yasayı yani Kant’ı aşmak gerekir. Çünkü Kant’ta ahlak, insana dışsal şekilde ona dayatılmış bir yaptırım gibi durur.

Kant sonrasında ve belki de en mütekâmil olan yaklaşımı Hegel’de buluruz. Hegel’de etik, eylem aşamasında ortaya çıkar. Tam da iş dünyasının aradığı alandır bu. Etik nedir sorusunun en güçlü yanıtını, gelin şuna işin gerçeğini diyelim: Hegel’de buluruz. Hegel’in kavramları bağıntıları içinde ortaya koyması, çıkabilecek sorunları aşmamızı sağlar. Nasıl mı? Etik kavramının ahlak kavramına tercih edilerek kullanıldığını düşünen, birini ithal diğerini bize ait sanan akıl yanılmaktadır. Ahlak insanın vicdanındadır ve ahlaki bir terazi onda verilidir. Ahlaksız insan yoktur. Tercihlerini beğenmediğimiz insana bunu söyleriz ama bir terazi onda da vardır. Etik kavramına Türkçe bir güzel öneri: Töredir. Aklımıza hemen gelen “töre cinayetleri” gibi olgusal olumsuzluk değil ama kavramın gerçeği bize ışık tutabilir. Ahlaki belirlenimiyle toplum içinde eyleme geçen birey, iş dünyası, spor, arkadaşlık ve benzerlerinde, toplumsal düzeyde etiğin olgusal gerçeğiyle karşı karşıyadır. Yani törenin. Bu olgusallığı aklıyla, ideal olana, insan onuruna ve doğasına en uygun olana doğru geliştirir. Gelişmiş haliyle o gün için elimizde olan bir yeni töredir; gene daha iyiye doğru değiştirilecek olan.

Düşünceler ve yaklaşımlar farklıdır. Kimi zaman sorular dahi farklı, kimi zaman sorulara yanıtlar farklıdır. Her düşünür kendi başat problemi ve çözümleme esasına göre kavramı ele almaktadır. Hani geziniyoruz ya: Yararcılık felsefesinin etkili ismi J. S. Mill’e bakalım. Ona göre etik denen felsefe disiplinin temel problemi, bireysel mutlulukla toplumun genel mutluluğunu bağdaştırabilmektir. Modernitenin temel ikilemiyle karşı karşıya karşıyayız: Birey ve Toplum.

Ioanna Kuçuradi Etik kitabında “Yüzyılımız etik konusunda Ortaçağ’ı yaşamaktadır. Çağımızın düşünürleri bilimsellik peşine düştüklerini sanarak etik değer sorunuyla hemen hemen hiç hesaplaşmamaktadırlar” derken etiği değil; etiğe yönelimi, daha doğrusu eksik olan yönelimi eleştirir. “Eksik olan fazla olandır” dersek, anlamlı bir şey söylemiş olur muyuz? Bırakın çelişki yaratmış olmayı, diyalektik bize bu önermenin neredeyse bir totoloji olduğunu söyler. Bir konudaki fazlalık, diğer konulardaki eksikliği içerir mi? İçerir. Nasıl içerdiğine konumuz özelinde bakalım: Etik kavramının bugün üstlendiği anlam öylesine genişletilmiştir ki, artık her sahada kullanılır olmuştur. Aranan “değer”, ihtiyaç duyulan “erdem”, etik başlığında düşünülür olmuştur. Hani, “Anlam o kadar genişletildi ki, artık içi boşaldı” dersek yeridir. “Her şeye çare olan, hiçbir şeye çare olamaz” önermesi, etiğe yönelik bir eleştiri olarak dikkate alınabilir. Çeşitli sivil toplum yapılanmaları ve benzerlerinde, “bir başlık ile bin anlamı üstlenme” tutumuna rastlanılır. Bu tutum içinde olan STK’ların çalışmaları bütünüyle değersiz değildir; bunu söyleyemeyiz. Ancak çalışılan sahanın belirgin çerçevesinin çizilmemesi, savrulmayı getirebilmektedir. Oysa damla, tek noktaya ve süreklilik içinde düşmesi halinde taşı yontabilmektedir; nice kükremeler onu yerinden dahi oynatamazken.

Fransızların son zamanların önde gelen düşünürlerinden olan Alain Badiou’nun bugünün olgusal etiğine eleştirisi, etiğin, ötekine saygı retoriği içine sıkışmış olmasındadır. Badiou, yenidünya düzenine karşı çıkan kişilerin insan hakları adına tutuklanmasına; demokratik totalitarizm başlığında yapılan yanlışların meşrulaştırıldığına değinir. Tüm bunların ahlakçı vaaz tufanıyla yapıldığını belirtir.[5] Badiou, Kant’taki yargılama etiğinin Hegel’in karar etiğine oranla günümüzde daha geçerli olmasını eleştirir. Badiou, etiğin düsturunun “gerçeğin ışığında devam etmek” olduğunu söyler.[6]

Etiği olanaklı kılmanın mücadelesini kurumsal dünyada vermeye çalışmalıyız. Etik ya da bir “genel iyi ideali” anlamlı olmasaydı, Badiau’un da değindiği gibi kötüyü savuşturamaz ve Nitzsche’nin de ilerisinde bir akılla nihilizmin kapısını gururla aralayabilirdik. Oysa değersizliğin savunucusu olmadığımız açık. Hegel’de bulduğumuz “Evrenin, rasyonel ve erekli bir yapıya sahip olduğu” düşüncesiyle, eyleme yön verenin etik olması gerektiğini görmeliyiz. Günümüzde artık şu söylenebilir: Şimdi ne yapmalıyız noktasında etik, kurumsal dünyada “düzenleyici” rol üstlenmektedir.Öyle ki bu rol, bir iyi niyet beyanından öte etiğin kurum kültürünün parçası olması adına yöntem geliştirilerek üstlenilmiştir. Kurumlar etik kod oluşturmakta, uygulamada karşılık bulması adına yöntem belirlemektedirler. İş dünyası Sokrates’e rağmen Aristotales’in ilk etikçi olarak anılmasının sebebini dikkate alırcasına, etik konusuna yöntem üzerinden yaklaşmaktadır. Bugünün iş dünyası, retorik değeri açısından etiği ele almamaktadır. Aristotales’in sistematik yaklaşımı, Spinoza’nın geometrik yöntemi ve Hegel’in felsefesinin dizgesel niteliği, felsefenin iş dünyasından ve pratikten sanıldığı kadar uzak olmadığının göstergeleridir. Felsefeyi kıvrak bir indirgemeyle yalnızca edebi içeriğiyle ele alan akıl, iş hayatı ve felsefe arasındaki mesafeyi uzak değerlendirebilir. Ancak, eyleme ilk devindirici fiskeyi vuran düşünme edimi, eylemin kuvvet ve yönünü belirler. Bu iç içeliği görmemek olası değil. Uluslararası sahada yatırımcılar bugün, iş yeri sahiplerine önce yönetim bilim niteliğinde etik başlığındaki çalışmalarla olan ilişkilerini sormaktadır. Etik endekslerde yukarıda olan şirketlerin, başarı endekslerinde de yukarılardaki yeri, bize bu sorgulamanın ne denli isabetli olduğunu ve nesnel kazanımların elde edildiğini gösterir.

Sokrates’in dünya ve çevreye duyarlı insanı, ta Antik Yunan’dan bugünün insanına anlam açısından bütünüyle örtüşür şekilde mi seslenir bilinmez; artık iş dünyası, yolsuzluğun yarar değil zarar getirdiğinin bilincindedir ve ilk bakışta kendisi için yararlı gibi durana “Hayır” diyebilmektedir. Yasa ve yönetmeliklerin uygunluk verdiği durumlarda dahi, etik olan ona “Dur!” diye seslenmektedir.


[1] Bkz. Özlem Doğan, “Etik – Ahlak Felsefesi” Say Yayınları, 2. Baskı 2010, s. 13
[2] Bkz. Sartwell Crispin, “Edepsizlik, Anarşi ve Gerçeklik” Ayrıntı Yayınları, Çeviren: Abdulah Yılmaz, 1. Basım 1999, s. 68
[3] Spinoza’nın “Ethica”sı farklı yayınevlerinden dilimize kazandırılmıştır. Bir öneri: Spinoza, “Törebilim – Ethica” İdea Yayınevi. Çeviren: Aziz Yardımlı
[4] Bkz. Özlem Doğan, “Etik, Ahlak Felsefesi” Say Yayınları 2. Baskı 2010, s. 75
[5] Bkz. Badiou Alain, “Etik, Kötülük Kavrayışı Üzerine Bir Deneme” Metis Yayınları, Çeviren: Tuncay Birkan, 2. Basım 2006, s. 12
[6] A.g.e., s. 92