Tunay AKOĞLU Brüksel

Küresel yapı içinde Türkiye’nin yeri
 
Son on yıldan beri küresel yapı, yani bütün dünya ülkelerini etkileyen küresel dengeler ve düzen, çok hızlı gelişmelere sahne oldu. Uluslararası güçler dengesi değişti.
Amerika Birleşik Devletleri’nin tam anlamdaki tek bir küresel güç rolünü pekinleştirmesi ve askeri girişimleri; Çin ve Hindistan’ın küresel güç düzeyine çıkmaları; Brezilya ve Türkiye gibi ülkelerin yeni bölgesel güç durumuna gelmeleri; ‘G20’nin, ‘G8’in yerini alması; Avrupa’nın ABD ve Asya arasında çırpınması ve ekonomik, sosyo-kültürel krize girmesi, Afrika’nın bitmez tükenmez fakirlik ve istikrarsızlığı bu gelişme ve değişimlerin en belirli görüntüleridir.

Küresel yapı; tarihi gelişme sürecince, evrensel sosyo-kültürel gelişime ve dünya ülkelerinin ekonomik kalkınma aşamaları içindeki yerlerine dayanır.

Meşhur tarihçi Arnold Toynbee’ ye göre insanlığın başlangıcından beri geçirdiği tarih aşamaları şunlardır: (I) Tarih öncesi, (II) Değişim ve (III) Gelişim çağları. ‹çinde bulunduğumuz aşama, - ‘’Toynbee sonrası’’- dördüncü bir dönemdir ve bu dönemin en belirgen niteliği, hızlı ( modern iletişim –ICT-), spekülatif (küresel pazar) ve tehlikeli (terörizm) bir gelişim oluşturmasıdır.

Gerçekten de tarihte ilk kez , küresel ölçekte (dünya çapında) meşru bir tek güç (ABD) tam olarak ortaya çıkmış, onun yanı sıra pek çok sayıda kültürel ve etnik birimler (ülkeler ve toplumlar) kendi kimliklerini savunma veya yeniden gözden geçirme durumuna girmişlerdir.

Sosyo-kültürel anlamda küresel yaklaşım, (I) Taklitçilik, (II) Adaptasyon (Uyum) ve (III) Yaratıcılık etaplarını içermektedir ve dünya toplumları bu aşamalardan sırası ile geçmektedir.

Ekonomik alanda ise, tüm dünya ülkelerinin sırası ile geçirdikleri üç aşama şunlardır: (I) Üretim faktörlerine göre yön alan ekonomiler (Temel ekonomik faaliyetler), (II) Kendi kendilerinden kuvvet alan, prodüktif ve iç ve dış rekabette başarılı ekonomiler, (III) Yenileyici – yaratıcı ekonomiler.

Yukarıdaki çerçeve içinde, Türkiye’nin yaratıcı bir sosyo-kültürel etaba hızla girdiğini ve yenileyici- yaratıcı bir ekonomi durumunu kazanmakta olduğunu saptamak mümkündür.

Sosyal yapı ve sosyal oluşumun ekonomiyi ne kadar yoğun bir şekilde etkilediği bilinen bir gerçektir. Dolayısı ile, sosyal dokunun özellikleri ve değişimi ile ekonomik kalkınma arasında denge kurmak çok önemli bir entegre gelişme hedefidir. Gerçekten de, hem sosyo-kültürel, hem de ekonomik kalkınma aşamaları bünyesinde en son etap ‘yaratıcılık’ tır.

Bir ülkenin küresel yapı açısından izlediği en önemli hedef, küresel düzenin en gelişmiş aşamasına ulaşmaktır. Bu vizyon, birbirleri ile uyum içinde olan sosyo-kültürel, ekonomik, jeo-politik, askeri ve siyasal stratejilerin saptanmasını gerekli kılar. Bu stratejilerin politikalara dönüştürülüp önceliklere göre uygulanması da önem taşır. Orta ve kısa vadeli politikaların ‘stratejik derinliğe’ (Ahmet Davutoğlu) dayanması gerekir.

Bu açıdan bakınca, Türkiye’nin Avrupa değerleri ile ideallerini benimseyip uygulamasının (yani AB üyesi olmasının) Türkiye ideallerine uygun olup olmadığı açıklıkla ve metodlu bir şekilde tartışılmalıdır. Bilindiği gibi, ‘ülkelerin dostları değil, çıkarları vardır’. Temeli ‘eski Yunan kültürü, Roma hukuku ve Hiristiyan dini’ olan AB’ye girmek acaba Batılaşmanın tek yolu mudur? Yoksa, Türkiye’nin küresel düzen içindeki gelecekteki yeri ve rolü ile öz çıkarları ve idealleri başka hedef ve yaklaşımları da içerebilir mi?

Batılaşmayı daha geniş anlamı ile, çağdaş ve gelecekteki uygarlık düzeyi olarak algılarsak, bugün Türkiye’nin önünde ‘Avrupa sonrası’ bir yol olduğunu görürüz. Bu yol elbette ki ‘post-batıcılık’ anlamı taşımaz. Başka bir deyimle, ‘Avrupa sonrası’ bir vizyon ve stratejik yaklaşım, ‘Batılığın’ inkarı sayılmaz. Tersine, bu vizyon belki de Türkiye ideallerine ve çıkarlarına; Türkiye’nin tarihi, sosyo-kültürel ve ekonomik özellikleri ve politikaları ile yeni küresel düzene daha da uygun bir süreç olarak kabul edilebilir.

Küresel açıdan ortaya çıkan en son gelişmeler, yepyeni bir ‘küresel uygarlığın’ belirlenmeye başladığını göstermektedir. Batı uygarlığının bir türlü devamı olarak kabul edilebilecek bu yeni küresel uygarlığın en açık nitelikleri içinde şunlar yer almaktadır:

(I)Küresel ve tüm insanlığı içeren değerler, örneğin; demokrasi, insan hakları, adalet, barış ve eşitlik, vs, vs., (II) Kültürel farklılıklara saygı, (III) Dinsel ve vicdani serbestlik ve karşılıklı saygı.

‘Avrupa sonrası’/ ‘Avrupa ötesi’ vizyonunu kabul etme ve izleme hürriyetine sahip olan Türkiye, gene kendi öz çıkarlarına ve ideallerine göre ‘küresel yenilenme’ sürecinde önemli bir rol oynayıp, bu süreçte layık olduğu yeri alabilir.

Bu açıdan bakınca, Türkiye’nin AB üyeliği konusunda Avrupa ülkelerinin ‘uyutucu’ tutumlarına karşı duyduğu rahatsızlık ve sabırsızlığın arttığı göze çarpmaktadır, (Bk: Recep Tayyip Erdoğan: ‘The Robust Man of Europe’, Newsweek dergisi, 17 Ocak 2011). Bu yaklaşım, Türkiye’nin ‘Avrupa sonrası ve Avrupa ötesi’ eğilimlerine de öncelik ve hız vermesine yol açmaktadır.