SERDAR DENKTAŞ

50 Yıldır Devam Eden Belirsizlik Ortamından Kurtulmak İstiyoruz
 
Kıbrıs’ın tarihine girecek değilim. Ne olduğunu ne bittiğini zaten hepimiz biliyoruz. Nereden nereye gelindiğini ve niçin gelindiğini de biliyoruz. Bizim bildiklerimizi maalesef dünya bilmiyor, sorun oradan başlıyor.
 
Rum tarafının esas niyetinin ne olduğu Cumhurbaşkanı DENKTAŞ tarafından sürekli açıklanıyor, bize anlatılıyor, bunları yaşadığımız için biliyoruz, ama maalesef dünya bunun hala farkında değil. 24 Nisan’daki referandumdan itibaren bugün bulunduğumuz nokta Türkiye’nin Kıbrıs ile ilgili olarakAB sürecindeki konumu, Kıbrıs Türkleri’nin geleceği, esas üstünde durmak irdelemek istediğim noktalardır. Annan Planı’nın içersinde olan bir cümle nedeniyle - ki o da şudur: “Taraflardan herhangi birinin kabul etmemesi halinde, bu planın yaratmış olduğu süreç hukuken ve fiilen yoklukla maluldur.” 24 Nisan referandumunun ortaya koyduğu gerçek maalesef hukuken bir gerçek olarak kabul edilmiyor. Nedir bu? Kıbrıs’ın iki sahibi vardır ve Kıbrıs’ın geleceğine ancak bu iki sahibin ayrı ayrı, eş zamanlı karar vermesi halinde bu gelecek yeşerebilir ve gerçekleşebilir. Ne yaptık orada? Aynı günde, ayrı ayrı oy verdik. Neden ayrı ayrı? Çünkü Kıbrıs’ın iki ayrı sahibi vardır: Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar. Neden eş zamanlı? Çünkü bu iki sahibin Kıbrıs’ın geleceği ile ilgili tek başına karar verme yetkisi yoktur, gelecekle ilgili müştereken karar verebilirler. Bu referandum onun göstergesiydi. Kıbrıs Türkler’i önlerine gelen bu plana bir tek sebeple “evet” dedi. Dünya ile bütünleşmek, Avrupa vatandaşı olmak, AB üyesi olmak ve yıllardan beri yaşamakta oldukları izolasyon ortamından kurtulmak için. 24 Nisan’da bir ortak devlet oluşturma fikri sadece ve sadece dünya ile bütünleşmenin bir ön adımıydı Kıbrıslı Türkler için. Ne Kıbrıslı Rumda, ne Kıbrıslı Türkte ortak bir devlet kurma ve o ortak devlette AB’den ayrı bir yaşam sürme mücadelesi yine yoktur,yine mevcut değildir. O düşünceyle “evet” diyen Kıbrıslı Türkler yine VERHEUGEN’in deyimiyle; o günden beri soğukta kalmış durumdadır. Rum tarafı “hayır” demiş olmasına rağmen AB’ye girmiştir. AB bugün 25 üyeden oluştuğunu söylese de gerçekte 24,5 üyeden oluşmaktadır. Çünkü son üyesinin yarısı içeride değildir. AB’nin kendisi, uluslararası bir anlaşmayı ihlal ederek Kıbrıslı Rumlar’ı- Kıbrıslı Türkler’in itirazına rağmen – AB’nin içersine almıştır. AB haritasını düşünün ve bu haritada sadece küçücük bir bölge bütün AB vatandaşlarının kullandığı haklardan yoksun. Bu küçücük bölge Kuzey Kıbrıs’tır. Bu AB müktesebatının uygulanmamasının sorumlusu Kıbrıslı Türkler değildir, T.C. hiç değildir, Türkiye elinden geleni yapmış durumdadır, peki kimdir bunun suçlusu? Kime aittir bu ayıp? Bunun cevabı tektir: AB’nin kendisidir. Şu anda kendi sınırları içersinde, diğer üyelerin dışında tekil durumda olan tek üyeleri vardır: işgal altında diye addedilen Kıbrıs Cumhuriyeti. Niye? Çünkü bütün üyelerin içinde sorununu çözmeden üye olabilen tek ülke Kıbrıs Cumhuriyeti’dir. Bütün bunları geçtik, 24 Nisan’da referandum oldu, 26 Nisan’da AB Parlamentosundan karar çıktı ve Kıbrıslı Türkler’in üzerinden izolasyon kaldırılmalıdır ve bunun için direk ticaret tüzüğü ve direk mali yardım tüzüğü tedbiri alınmalıdır dendi. O gün bugündür, AB üyeleri arasında Kıbrıs konusunu en iyi ve aslında tek bilen ülke konumunda olan İngiltere, tüzüğün geçirilmesi için Türkiye’nin de katkılarıyla uğraş verdi, ama bunu engelleyen bir ülke var: Kıbrıs Rum kesimi. Bize teklif edilen şu: “Mali yardım tüzüğünü geçirelim, ticaret tüzüğünü şimdi geçirmemiz mümkün değil, sonra düşünürüz.” Direk mali yardım tüzüğü 259 milyon Euro yardım yapılmasını öneren bir tüzüktür. Kıbrıslı Türkler’e ödülünü vermek zorundayız diyor bizi ziyaret eden Avrupalılar.

Bizim cevabımız da şudur: Birincisi “Kıbrıslı Türkler “evet”oyunu 259 milyon Euro için vermediler, bunu kabul ediniz, ikincisi Kıbrıslı Türkler “evet” dediler diye ödül beklememektedirler, hakları olanı istemektedirler. Bunları söylediğimizde Avrupalı bizim ne söylemeye çalıştığımızı anlıyor, ortaya koyduklarımızın doğru olduğunu ve hakikaten hakkımız olduğunu görüyor. Eğer bugün AB Komisyonu bu tüzüğü tek başına geçirirse bizim yapacağımız tek şey vardır; direk mali yardım tüzüğünü askıya alarak ticaret tüzüğü geçinceye kadar bekletmek.

Bunun dışında yapabileceğimiz bir şeyde yok. Bunu anlayan AB’ne söylediğimiz bir başka şey var. Bugün geldiğimiz noktada, yeniden görüşmelerin başlaması gündeme geldiğine göre masaya oturmaya, Kıbrıs sorununa adil bir çözüm bulmaya hazırız. Masadan kaçmıyoruz, Rum tarafıyla da masaya oturup yapacağımız müzakereler sonrasında iki siyasi eşite dayalı, iki kesimli ve Türkiye’nin garantisinin devam ettiği bir çözüme ulaşmak istiyoruz. Bu anlamda en ufak bir gerilememiz yoktur. Evet dedik diye o “evet”in üzerine yatmak istemiyoruz. Rum tarafı “hayır” dedi diye gidip onları cezalandırmanızı da istemiyoruz, çünkü bizi 40 yıldır cezalandırdınız ama bir yere de varamadınız, bu iş cezalandırmayla olmuyor, Rum tarafını motive etmeniz gerekir diyoruz. Nasıl motive edeceksiniz? Birincisi dünyada bugüne kadar tek olan bu ayıbı ortadan kaldırın. Nedir bu? BM Genel Sekreteri referandumdan sonra bir rapor hazırladı ve ilk defa bir Genel Sekreterinraporu genel kurulda görüşülmedi, rapor ortada ama görüşülmüyor. Bunu görüşün, Mali tüzük ve Ticaret tüzüğünü de geçirin ki Rum tarafı mevcut pozisyonunda hareketlenerek masaya gelmeyi düşünmeye başlasın. PAPADOPULOS halkına: “Size yüksek sesle ’hayır’ demeniz için çağrı yapmıştım. Bu çağrıyı yaparken Kıbrıs adası üzerindeki Helen haklarını korumak için, Helen hakları adına ‘hayır’ demenizi istemiştim, beni dinlediniz, %77 oy oranıyla ‘hayır’ dediniz; bakın o günden beri biz bir şey kaybetmedik ve de Türkler de bir şey kazanmadılar.” PAPADOPULOS bunu söylemeden önceki yapılan kamuoyu yoklamalarında; önceleri hayır diyerek, “eyvah, ne yaptık? Türkler şimdi tanınacak” diye korku içinde olup “keşke evet deseydik” diyenlerin sayısı artarken ve %77 oy oranı %61’lere düşmüşken 2 ay önce yapılan kamuoyu yoklamalarında “hayır dedik, iyi ettik, çünkü şimdi yeniden önümüze gelse yine hayır derdik” diyen Rum oranı %79’a yükseldi. Peki kim veriyor bu fırsatı? Rum tarafını motive etmeyen ve hala daha Rum tarafında ümit veren Avrupa ve diğer dünya ülkeleri.

Son aylarda tartışılan konuya bakın: Kıbrıs’tan bir miktar Türk askeri çekilsin. “Canım ne olacak? Avrupa’yı ikna etmek için Kıbrıs’tan asker çekilmesi lazım; Avrupalı asker işine sıcak bakmaz. Onun için 2000-2500 tane asker çekilsin.” Bırakın 2500 askeri, Kıbrıs’tan bir tek Türk askeri törenle gönderildiği an Türkiye şunu kabul etmiş olacak: Kıbrıs’taki sorun Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar’ın arasındaki siyasi bir sorun değildir. Kıbrıs Cumhuriyetinin Türkiye tarafından işgal sorunudur, askeri bir sorundur. Bunu yaptığımız an Rum tarafı bunu sonuna kadar irdeleyecek, sonuna kadar bu propagandayı yapacaktır. Bir askerin törenle gönderilmesiyle başlayan süreç, çözüm olmadan önce son askerin gidişine kadar devam edecek. Böylece şu anda Rum tarafını motive edecek tek unsur da ortadan kalkmış olacak. Bunu da yitirdiğimiz anda, artık Kıbrıs’ta çözümü falan düşünmeyin, Rum kesimi Kıbrıs’ta teslim olmamız için her türlü uğraş içine girecek. Bunun üzerine bir açıklama yaptım ve bazı kesimlerce yanlış anlaşıldı.

Söylediğim şuydu: “Eğer Rum tarafı Ada’dan Türkiye’yi dışarıya atacak, Türkiye’nin Ada üstündeki haklarını ortadan kaldıracak ve günün sonunda burada kalan bir avuç Türk’ün teslim olma seviyesine gelmesini sağlayacak sanıyorsa çok aldanır. Böylesi bir durumda o bir avuç Kıbrıslı Türk taşla sopayla kendini savunur. Rum tarafı bunu bilmeli ve Türkiye ile arasında varolan sorunu ortadan kaldırmak istiyorsa; yapacağı tek şey Kıbrıslı Türkler’i adam yerine koyup, masaya oturup anlaşmaktır. Bunu hep birlikte haykırmaya başladık. Kara kuvvetleri Komutanı’nın Kıbrıs’ı ziyaretinde yaptığı son açıklamayla; daha önce KKTC’nin ve T.C.’nin ve Genel Kurmay’ın yaptıkları açıklamalarla tam bir ulusal bütünlük içinde Rum tarafının önüne kondu. Bunda sonra ne olur? Kendi durumumuza bakıyoruz, 24 Nisan’dan itibaren Türk tarafının tavrı neticesinde ve hükümetimizin de içte aldığı kararlar netice