AB PANORAMA Dr. Cengiz AKTAR
Bahçeşehir Üniversitesi AB Merkezi Başkanı ve Vatan Yazarı
Fransa’nın Yeni Türkiye Politikası
 
AB Helsinki Zirvesi 11-12 Aralık 1999 Başkanlık Sonuç Belgesi 12. paragrafında ‘Türkiye, diğer aday devletlere uygulananlar ile aynı kriterler temelinde Birliğe katılmaya istidadı olan bir aday devlettir’ denir. Sonuç Belgesi’nin altında imzası bulunan yeni Fransız Cumhuriyeti hükümeti artık ülkemizin böyle bir istidadı olmadığını en üst düzey yetkililerinin ağzından dile getiriyor.

Bu yeni politikanın sonucu olarak Fransa ülkemizi AB üyeliğine taşıyacak müzakere sürecinin önünü kesmek ve Türkiye’yi tam üyelik değil farklı bir statüye razı etmek amacıyla düşündüğü senaryoyu uygulamaya başladı. Epey bir zamandır Fransız bürokrasisinde dillendirilen ‘Türkiye ile kurumlar hariç herşey konuşulur’ yaklaşımının hayata geçirilmesi. Yani AB-Türkiye ilişkisi Birliğin karar mekanizmalarını kapsamıyacak, üye değil ayrıcalıklı ortak olacak.

Geçtiğimiz Haziran ayı içinde Türkiye’nin önünde tüm gerekli etaplardan geçerek fiili müzakere aşamasına gelmiş bulunan üç başlık vardı. ‘Mali kontrol’, ‘İstatistikler’ ve ‘Ekonomik parasal politika’. Fransa 26 Haziran öncesinde bu son başlığın açılmasına razı olmadığını değişik kanallardan belirtiyordu. Nedeni, bu ve benzeri bazı başlıkların ancak üye olabilme istidadına veya ehliyetine (vocation) sahip olan aday ülkelerce müzakere edilmesi gerektiği. Türkiye’yi, tam üye olma ehliyetine sahip olmayan bir aday olarak gördüğü için bu engellemeyi yapmış bulunuyor. Örneğin Hırvatistan bu başlıkta müzakereye başladı. Burada önemli bir nokta var. Bu yeni tutum 1999 Helsinki zirvesi kararlarının tam tersi. Helsinki’de Türkiye’nin üye olmak için ehil olduğu teslim edilmişti. Fransa şimdi bunun aksini söylüyor.

Dikkat edilmesi gereken diğer nokta da, Fransa’nın tüm başlıkların açılmasını engellemediği ve bu sayede Türkiye’yi üyeliğe değil ayrıcalıklı ortaklığa götürecek bir strateji benimsediği. Yaptığı bir değerlendirme uyarınca beş kadar başlığın ‘tam üye olacaklar’ kategorisine girdiği ve dolayısıyla müzakere edilmelerinin söz konusu olmadığını, geriye kalan otuz başlığın ise açılabileceğini düşünüyor.

Nitekim başlıkların çoğu karar mekanizmaları dışında kalan ve bir anlamda suya sabuna dokunmayan başlıklar. Kimisine, örneğin Bilim ve Araştırma başlığının özünü teşkil eden Çerçeve Program’a İsrail gibi hiçbir zaman üye olmayacak ülkeler dahi katılıyor. Ayrıca ‘gümrük birliği’ vasıtasıyla Türkiye önemli başlıkları şimdiden uyguluyor ama bu başlıklarla ilgili, örneğin ‘Rekabet politikası’ başlığını ilgilendiren kararların alındığı mekanizmalara dahil değil. Fransa bu aynı mantığın otuz kadar başlığa uygulanabileceğini düşünüyor. Biraz ‘onlar ortak, biz pazar’ deyişindeki gibi.

Brüksel’de Komisyon yetkilileri ‘Üye devletlere biraz daha fazla zaman gerektiği anlaşılıyor’ diyerek, Ankara’da da dönem başkanı Almanya’nın büyükelçisi de açılmayan başlık 1 Temmuz’da başlayan ‘Portekiz dönem başkanlığına kaldı’ yollu bir beyanla vaziyeti kurtarmaya ve müzakerenin devam ettiğini vurgulamaya çalıştılar. Sanki Fransa’nın tavrı değişecekmiş gibi.

Fransa’nın tavrının değişmiyeceğinin en iyi göstergesi sözkonusu başlığın açılmasını engelleme operasyonunu Türkiye’nin içinde bulunduğu nazik seçim döneminde yapma cüretini göstermesi. AB üyeliği konusunda neredeyse hiçbir olumlu sözün işitilmediği seçim döneminde Fransa’nın bu tutumu, hükümetin ve AB sürecinin Türkiye için öneminin üstünde duran cenahların konumlarını hiçbir şekilde önemsemediğinin ifadesidir. Bir nevi ‘inceldiği yerden kopsun’ mantığı.

Fransa’nın bu hasmane tutumu ‘müzakereler nasıl olsa sürüyor’,‘ilerde bakarız’, ‘olur böyle şeyler’, ‘AB inişli çıkışlı yoldur’ gibi ifadelerle geçiştirilemiyecek kadar ciddidir.

Hükümetlerarası konferanstan önce 25 Haziran’da yapılan ‘Genişleme Çalışma Grubu’ toplantısında Estonya, Finlandiya, İsveç, Polonya gibi üye ülkeler Türkiye tarafında çıkışlar yapmışlar ancak bir tek üyenin olumsuz tavrının dahi yettiği kararı terse çevirememişlerdir. Fransa büyük ihtimalle Almanya ile birlikte Aralık ayında ‘Türkiye ile nasıl ve nereye doğru gidiyoruz’ sorusunu gündeme taşıyacak. Önümüzdeki ayları her kurum, kuruluş, örgüt, makam, ilişki seviyesinde çok iyi değerlendirmemiz gerekiyor.