AB GÜNDEMİ Dr. Bahadır KALEAĞASI
TÜSİAD Uluslararası Koordinatörü
50 Yılın Ötesinde, Hangi Avrupa?
 
“Henüz bir değerlendirme yapabilmek için çok erken”. Vefat ettiği 1976 yılına kadar aralıksız 27 yıl Çin başbakanı olan Zu Enlai’a Fransız Devrimi hakkında ne düşündüğü sorulduğunda böyle yanıt vermiş. Avrupa Birliği’nin kurumsal temellerinin atılmasının üzerinden geçen elli yılın sonunda, 2007 yılında mutlak bir değerlendirme yapmak da kolay değil. Fakat zamanın göreceliği süzgecinde yine de ortaya birçok gözlem ve görüş çıkabilmekte.

AB inşaatı nasıl başladı?
Avrupa’da siyasal birlik hedefi için nice girişimler olmuştu: Roma İmparatorluğu, Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu, Doğu Roma İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu, Napolyon’un Fransa İmparatorluğu, Hitler’in III. Reich faciası, ...

II. Dünya Savaşı sonrasındaki yaklaşım ise kökten farklıydı. İdealistti. Avrupa Birliği projesinin temel felsefesinin kökleri 18. yüzyılda Kant’a uzanır. Aydınlanma çağının filozofu ‘sürekli barış düzeni’ hedefini üç temel maddeye dayandırıyordu(*). Bunlar günümüz terminolojisine ve idealizmine uyarlandığında ortaya üç koşul çıkmakta:

1. Barış düzenini oluşturan ülkeler hukuk devleti ve demokrasi olmalılar.
2. Ülkeler arasında özgür iradeye dayalı ve eşitsizlikten arınmış bir siyasal birlik kurulmalı.
3. Halklar arasında serbest dolaşım ve ekonomik ilişkiler cesaretlendirilmeli.

AB sürecinin doğumundaki felsefi yaklaşım idealist, seçilen yöntem ise işlevseldi. Bir-iki doğrudan siyasal federasyon denemesi sonrasında artık pragmatik olmak gerektiği ortaya çıkmıştı. Önce 1954’de Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasında Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu kuruldu. Bu sektörlerde ülkeler üretim ve ticaret yapılarını kendilerinin de içinde yer aldığı ulusüstü seviyede bir yönetime aktardılar. Seçilen sektörler önemliydi. Birincisi dönemin en önemli üretim ve istihdam alanlarıydılar. İkincisi, savaş sanayinin temeliydiler. Üçüncüsü kurucu ülkelerin genellikle birbirine yakın sınır bölgelerinde yoğunlaşmaktaydılar.

Bu ortak çıkar birliği oluşturma projesinin başarısı sonucunda, 25 Mart 1957’de Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu kuruldu. On yıl içinde bir ortak pazar, yirmi yılda ortak dış politika denemeleri, otuz yılda daha iyi işleyen bir tek pazar, kırk yılda kısmen tek para birimine geçiş gerçekleşti. Bu arada AB Bakanlar Konseyi, Avrupa Parlamentosu, Komisyon ve Adalet Divanı ulusüstü yetkilerle donatıldı. AB hukuku ulusal hukuk düzenlerinin üzerinde gelişti. Elli yılın sonunda AB üyelerinin sayısı 27’ye ulaştı.

Varoluş soruları
Avrupa medyasında 50. yıl bilançoları ülkesine, siyasal eğilimine, ekonomik bakış açısına ve sosyal beklentilerine göre geniş bir farklılıklar yelpazesine dağılıyor:
• “Avrupa’da barışın zafer kutlamaları”
• “Avrupa orta yaş krizinde”
• “Elli yıl geçti, Avrupa lafta kaldı”.
• “Elli yılda demokrasi, refah, özgürlük”.
• “Tarihin en başarılı siyasal ve ekonomik birlik projesi”
• “Tarihsel yanılgı”
• “21. yüzyılda daha da ileri bir Avrupa”
• “Hangi Avrupa?”

Hangi Avrupa? Belki de kilit soru bu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Varşova Paktı ile askeri, siyasal ve ekonomik rekabet ortamında hangi Avrupa inşa edilmek istendi? Hangi Avrupa’ya ulaşıldı? Yarın hangi Avrupa belirecek dünya sahnesinde? Avrupa halkları hangi Avrupa’yı istiyor?

Dünya sahnesi ve Avrupa halkları. Avrupa’nın ikinci elli yılını belirleyecek iki etken. Her ikisi de birbirine bağlı. Fakat her ikisi de çoğu zaman birbirinden kopuk gibi. Küresel gelişmeler kamuoyu tarafından daha iyi algılandığı ölçüde, Avrupa daha geniş, etkin ve bütün olmak zorunluluğunu daha iyi anlayabiliyor.

Dünya sahnesinde Avrupa
Küresel gelişmeler AB’nin ilk 50 yılında her zaman etkili oldular. ABD ile transatlantik ilişkiler temel direk olmaya devam ediyor. Kuzey Amerika’da NAFTA bir ekonomik blok olarak şekillenmekte. Latin Amerika’da ABD’ye yakın ve karşıt iki grup belirmekte. Asya-Pasifik’te Çin ve Hindistan yeniden yükseliyor. Nüfus ve ekonomik büyüklük olarak gezegenin yarısı orada. Japonya ekonomik dev konumunu kaybetmiyor. Güney Doğu Asya’da kaplanlar hala genç. Rusya dünya süper güçler siyasetine geri dönerken, Avrupa’nın enerji tedarik coğrafyasını abluka altına alıyor. İran ile yeni bir soğuk savaş dönemi başlarken, Irak, Lübnan ve Filistin’den iç politikaya kaygı dalgaları yayılıyor. Avrupa giderek daha iyi anlıyor ki Orta Doğu aslında Yakın Doğu. Afrika’da ise çıkar ve vicdan hesapları iyice yumaklaşmakta. Eski sömürgelerde Pekin’in etkisi artıyor.

Küreselleşme yalnızca malların, paranın, hizmetlerin, düşüncenin ve bilginin değil, olumsuzlukların da daha rahat ve hızlı dolaştığı bir ortam yaratıyor. Dijital ve biyolojik virüsler, terör, örgütlü suç ve yanlış bilgilendirme de küreselleşiyor. Bu arada gezegenin ekolojik dengeleri bozulmakta. Hava ve suların kirliliği sınır tanımıyor, iklim ısınıyor, doğa yıpranıyor. Bilgi teknolojileri, bilimsel araştırma, ulaştırma ağları, gıda güvenliği, eğitim, turizm, kültür gibi farklı alanlarda dünyada hareketlilik ve rekabet hızla artıyor. AB üyesi 27 ülke çok yönlü değişen bu dünyada dayanışma içinde mevcut güçlerini yükseltmeye çabalıyor.

Avrupa halkları ne istiyor?
AB’nin temellerinin atıldığı 1950’li yıllarda bugünkü Avrupa halklarının batıda olanları güvenlik, doğuda olanları özgürlük, güneyde olanları demokrasiden yoksundu. Hepsinde istikrar ve kalkınma sorunları vardı. Savaş yeni bitmiş, Avrupa’da halklar birbirini öldürmüş, ülkeler yıkılmış, toplumlar savrulmuştu. Avrupa özgürlükleri güvenceye aldı. Kıtaya tarihinde ilk defa barış ve sosyal refah geldi. Akdenizli ülkelerde demokrasinin pekişmesi ve Doğu Avrupa halklarının komünist düzene başkaldırmasında AB sürecinin başarısı belirleyici bir rol oynadı.

Avrupa halkları elli yılda AB süreci sayesinde çok şey kazandı. Fakat bu arada kuşaklar değişti. Toplumlar değişti. Beklentiler, sorunlar, kıstaslar, algılamalar, saplantılar, önyargılar, kaygılar, duygular, insanlar değişti. Temel beklentiler belki aynı. Demokrasi ve refah herkesin korumak istediği, daha çok istediği kazanımlar. Fakat başta Fransa ve Almanya olmak üzere bazı AB ülkelerinde geniş kitlelere yayılan yorgun bir toplumsal psikoloji var. Ekonomik büyüme sıkıntıları, işsizlik, işsiz kalma korkusu, girişimcilik ve yenilikçilik eksikliği topluma durağanlık getiriyor. Siyasetçilere güvensizlik artıyor. Bu noktada da eleştiri ve taleplerin siyasal odağı bulanıklaşıyor. Peki sorumlu kim? Avrupa’da demokratik tepki ve taleplerin adresi neresi? Siyasal irade nerede?

Avrupa lidersiz
Siyasal irade? Soru tekrar başa dönüyor. Hangi Avrupa?

AB kurumlarının bir karar aldığı noktada ortaya ulusüstü bir politika veya mevzuat çıkıyor. Fakat karar alana kadarki süreç her zaman federal nitelikte değil. Avrupa Parlamentosu devrede olsa da Bakanlar Konseyi’nde bazı önemli ekonomik ve siyasal kararlar için oybirliği gerekiyor. Yani her ülkenin veto hakkı var. Bu durumda AB’li seçmen talep ve eleştirilerini kime yöneltecek? Brüksel’e mi? Kendi ulusal başkentine mi?

Avrupa’nın gündemindeki sorunlar ve atılması gereken adımlar nesnel bir yaklaşımda aşağı yukarı belli. AB’nin daha etkin işleyen kurumlara, girişimciliği daha serbest kılan bir ekonomik ortama, iş yaratan yeniliklere, daha geniş bir tek pazara, daha atılımcı dış ekonomik ilişkilere, para politikası disiplinine, iç ve dış güvenlik için ulusal sınırları aşan bir yönetim yapısına gereksinimi var.

Siyasal yetkililer bu gerekler ile seçmenlerinin beklentilerini bağdaştırmak zorunda. Fakat bu yönde iç siyasal dengelere ve seçim takvimlerine göre değişik süreçler işlemekte. AB Bakanlar Konseyi veya liderler zirvesi toplandığında masa etrafındaki 27 ülkenin iç siyasal takvimlerinin uyumu sorunu beliriyor. Her bakan veya başbakanın ülkesindeki öncelikleri farklı: kimi seçim arifesinde, k