AB BAŞKENTİNDEN Suat Lemi ŞİŞİK
TÜGİAD Brüksel Temsilcisi
Seçimler, AB, ABD, Türkiye ve Ötesi
 
Türkiye’de siyasi açıdan oldukça yoğun geçen yaz dönemi sonunda TBMM ve Cumhurbaşkanı yeniden seçildi. Seçimlerin süreci ve sonuçları, Avrupa Birliği Kurumları ve üye devletler tarafından yakından takip edildi. Seçimlerle ilgili ulusal yorumlara girmeksizin AB tarafından nasıl algılandığına bakarsak genel kanının her iki seçimin de son derece demokratik ve yüksek katılımla gerçekleştiği yönünde olduğunu ve seçim sonuçlarından memnun kalındığını görebiliriz. AB kurumlarındaki memnuniyetin temelinde tek partili bir hükümetin olması ve sonuçların herhangi bir askeri müdahaleye yol açmaması; yani istikrar sürecinin devam etmesi yatmaktadır.

Yüksek katılımlı, demokratik seçimlerin ardından memnuniyetlerini dile getiren AB Komisyonu Başkanı BARROSO, Yüksek Temsilci SOLANA, Avrupa Parlamentosu (AP) Merkez Sağ Partiler Grup Başkanı MARTENS, AP Sosyalist Grup Başkan Yardımcıları SWOBODA ve WIERSMA ve AP Liberal Grup Başkanı WATSON, Cumhurbaşkanı GÜL’ü tebrik ederken GÜL’ün Türkiye’nin AB tam üyeliği sürecine ivedi, taze ve olumlu bir ivme kazandıracağına ve ülkenin laik karakterini güçlendireceğine olan inançlarını bildirdiler.
Bir önceki hükümetle (son yıl hariç) uyumlu ve verimli bir çalışma dönemi geçiren AB Komisyonu’nda da aynı şekilde çalışmaların devam edeceği inancı hakim. Komisyon’un beklentisi Kasım ayında yayınlanmak üzere hazırlanmakta olan olağan yıllık (Türkiye İlerleme Raporu) tamamlanmadan yeni hükümetin bazı alanlarda reformları gerçekleştirmesi. Bunların başında TCK’nin 301’inci maddesi, azınlık vakıflarının mülkiyet hakları gibi bilinen ve uzun zamandır gündemde bulunan konular yeraliyor. Bu alanlarda yapılacak olan düzenlemeler (İlerleme Raporu)nun tamamen olumsuz çıkmasını ve AB içindeki Türkiye karşıtlarının planlarını engelleyecek.

Türkiye karşıtı grubun liste başında yeralan Fransa’nın Başkan’ı ilk resmi dış ilişkiler konuşmasında Türkiye’ye de atıfta bulundu. Birçok yorumcu SARKOZY’nin Türkiye’nin AB tam üyeliği konusunda yumuşadığı görüşünde birleşti. Ancak ortada değişen hiç birşey yok. SARKOZY aynı SARKOZY: popülist; seçmenine ‘sert tutumumu yumuşatıyormuş gibi yapıyorum, ama yumuşadığım filan yok’ mesajını veriyor. Söylediği ise ciddi bir mantık analizi gerektiriyor: ‘Yeni müzakere başlıklarının açılmasını engellemeyeceğiz. Ancak 35 müzakere başlığından (tam üyeliğe götürmeyen) 30 başlığın açılmasına müsaade ederiz, 5’ine etmeyiz’. Tam üyeliğe götüren 5 başlığın ise hangi başlıklar olduğu henüz bilinmiyor!

SARKOZY orta bir yol bulmaya çalışırken her iki tarafı da yanıltmaya devam ediyor. Hem kendi seçmenini hem Türk kamuoyunu. Fransa, Türkiye’nin tam üyeliği konusunu tekrar müzakereye açamaz. Bunun için 27 ülkenin oy birliği ile karar alması gerekir ki bu 27 oyu bulması çok zor. Öte yandan müzakere başlıklarının açılmasını engellemeyeceğini söylüyor, ama ‘30 başlık işinize gelirse, yoksa her başlık için oy birliği gerekir, hatırlatırım’ diyor, ve tüm başlıkları veto edebileceğini ima ederek bir tür şantajda bulunuyor.

Öte yandan hiç ama hiç anlaşılmayan bir konu var ki Türkiye’nin AB tam üyeliği niçin SARKOZY’nin bir numaralı sorunu oluyor? Hedef şaşırtmak için mi? Türkiye’nin tam üye olabileceği en erken tarih bile 2014 yılı iken, ve 2014’e kadar SARKOZY’nin o görevde kalıp kalamayacağı bilinmezken, bu acele niye? Amerikalı işadamlarının davetlisi olarak Birleşik Devletler’de tatil yapmanın, onlardan icazet almanın haberlerini bastırmak için mi?

ABD, Türkiye’nin AB tam üyeliğini en çok destekleyen ülkelerin başında geliyor. Üstüne vazife değil ama, her fırsatta AB’ne telkinde bulunmayı ihmal etmiyor. Aynı ABD, Fransa’da Türkiye karşıtı SARKOZY’yi de destekliyor.

Türkiye’nin stratejik müttefiki olan ABD, yapılan bir anket çalışmasının sonuçlarına çok şaşırıyor: Türkler için en büyük tehdit NATO müttefiki, stratejik ortağı, dost ülke ABD, oy oranı %64! Türkler’in %81’i Amerikan stili demokrasiyi beğenmiyor, bakınız komşumuz Irak, biraz ötede Afganistan. Türkler’in %83’ü Amerikan stili iş yapmayı beğenmiyor, bakınız. Vietnam, Irak, Afganistan, vs. BUSH Yönetimi şaşırıyor: Ortada hiç birşey yokken, Türk askerlerinin başına çuvallar filan geçirilmemişken, Amerikan Kongresi Ermeni soykırım iddialarını kabul etmeye filan çalışmazken, Türkiye’nin komşuları İran ve Suriye tehdit altında değilken, Türkiye’nin komşusu Irak işgal edilmemişken, Türkler kalkıp ABD’ni en büyük tehdit olarak görüyorlar.

Bunun üzerine ABD daha önce yaptığı gibi Türk Hükümeti’nden Türk halkı arasında bozuk olan ABD imajının düzeltilmesi için bir şeyler yapmasını isteyebilir. Hatırlıyorum da, soğuk savaş döneminde, lise öğrencisiyken birbirimize sorardık: ‘ABD mi? SSCB mi?’ Sınıfın %90’i ABD derdi. 1980’lerden, özellikle de 1990’lardan bugüne ABD’nin imajını kim bozdu? Herhalde biz degil.

Kimin dost, kimin düşman olduğu pek anlaşılamayan 21’inci yüzyılın bu ilk yıllarında ülkemizin hangi alanlarda kimlerle ortak çıkarları olduğunu, kimlerle nerelerde işbirliği yapılabileceğini, hangi konularda ülke menfaatlerinden taviz verilemeyeceğini bir an önce tespit etmek ve gerekli adımları ona göre atmak durumundayız. Fazla kaybedecek zamanımız yok. Dünya hızla değişiyor, dengeler bozuluyor ve yenileri oluşuyor.

Bu geçiş döneminde Türkiye’nin gerçekleştirmesi gereken öncelikli işlerin başında AB tam üyeliği var. Bunun için gerekli reformları gecikmeden yapmak, AB müktesebatını iyi bilenkuvvetli bir müzakere ekibi ile çalışmak, müzakerelere bilimsel çalışmalara dayanan sonuçlarla katılmak geliyor. Öte yandan dünyanın Avrupa’dan ibaret olmadığını, Latin Amerika’yı ve bizim tarafımızdan uzun zamandır ihmal edilmiş olan DOĞU’yu yeniden keşfetmemiz gerektiğini düşünüyorum.