PERİSKOP Mehmet Uğur CİVELEK
Ekonomist
Genel Seçimlerden Sonra
 
Son bir yıl içinde yaşadıklarımız normal veya olağan sayılabilecek gelişmeler değildi; fakat bunlar 22 Temmuz da yapılacak genel seçimler sonrasına ilişkin belirsizliği iyice arttıran unsurlar olarak hafızalarımızdaki yerini aldı. Yanıt bekleyen sorular çoğaldı. AB ve IMF çıpaları önemini koruyacak mı? Liman ve havaalanları Kıbrıs Rum Kesimi’ne açılacak, Kıbrıs’taki çözüm Batı’nın inisiyatifine bırakılacak mı? Başarısızlığa mahkum olmuş gibi görünen Büyük Ortadoğu Projesi’ndeABD’ye verilen destek devam edecek mi? Ekonomi ve finansal piyasalarda hangi eğilimler belirleyici olacak? Cumhurbaşkanlığı konusu nasıl çözülecek? Küresel dengesizlikler yukarıdaki sorulara verilecek yanıtları farklılaştırabilir mi? Gerek dış ve iç politika gerekse kutuplaşmaya yol açacak bir tansiyon yükselişi yaratır, istikrarsızlık üretebilir mi?

Yukarıda özetlemeye çalıştığımız soruların net yanıtları yok; bunlar tepki yaratacağı bilindiği için rafa kaldırılarak seçim sonrasına ertelenmiş gibi görünüyor. Ekonomideki gidişatın yönüne göre tercihlerin farklılaşması ihtimalinin oldukça yüksek olacağı da biliniyor. Hal böyle olunca öncelikle ekonomide yaşanacak gelişmeleri mercek altına almak gerekiyor. Öncelikle belirtelim küresel düzeydeki likidite bolluğu devam etse ve herhangi bir dışsal sıkıntı yaşanmasa bile Türkiye ekonomisinin durgunlaşması riski oldukça yüksek. Türk lirasındaki iyice aşırıya kaşan aşırı değerlilik tarım ve sanayi kesimlerinin umudunu tüketmiş durumda. Ayrıca yine aşırıya kaçan borçluluk nedeniyle iç talebin iyice daralması ve paranın devir hızının seçim sonrasında belli bir gecikme ile hızla daralması ihtimali de yüksek; işsizlik yaşanacak tırmanışta iç talep ve büyümeyi olumsuz yönde etkileyecek; inşaat sektörünün durgunlaşması olumsuzluğu arttıracak. Borç-alacak ilişkilerinin kırılması da olumsuzluğu besleyecek.

Tarım ve sanayideki üretimkayıpları hizmet sektörünü de etkileyecek. Tarımda, küresel ısınma ve artan borca bağlı olumsuzluk ve ithal ürünler ciddi bir problem olmaya devam ediyor. Sanayi ise içeride ve dışarıda rekabet gücünü tüketmiş durumda olduğu için ciddi üretim kayıpları olasılığı yükseliyor. Hizmet sektörünün lokomotifi durumundaki inşaat ise artan arz ve daralan talep yanı sıra borç-alacak ilişkisindeki kırılmadan da olumsuz etkilenecek. Hal böyle olunca ekonomi durgunlaşacak, işsizlik artacak, kayıtdışılık büyüyecek, maliyet kökenli enflasyon baskısı güncelliğini koruyacak. Bu ortamda dış ticaret hacmi daralırken cari açık kısmen küçülecek; fakat bütçe gelirlerindeki seri daralma kamu dengesini sarsacak. Mali disiplini korumak adına harcamaları kısmaktan başka şans kalmayacak ve bu da yaşanan durgunluğu derinleştirecek, nakit açığını büyütecek ve ihtiyacı karşılamanın maliyeti yükselecek, risk alma isteğinin daralması menkul-gayrimenkul varlık değerlerini geriletirken bilanço dengelerini bozacak. Beklentilerin bozulması ve dış kredilerin daralması döviz kurunun yönünü de etkileyecek ve gelişmeler kontrolden çıkmaya başlayacak. Ekonomide yaşananlar belli bir gecikmeyle politika değişikliklerini de zorunlu kılacak; zira bilinen yaklaşımlar ile günü kurtarmak daha fazla mümkün olmayacak ve istikrarsızlık tırmanacak. Bu tablo toplum ile yönetim arasında gerginlik yaratırken, dış dünyaya bakış açısı da değişecek ve dış politika tercihleri de mecburen farklılaşacak. Dışa bağımlılık oldukça sancılı bir şekilde azalma eğilimine girecek. AB ve IMF çıpaları boşalacak... Genel seçimler sonrasında belirsizliğin azalacağını, faizlerin düşmesi ile birlikte her şeyin yoluna gireceğini söyleyenler belli ki gerçeklerden iyice kopmuş veya kendi anlattığı masallara inanmış! Döviz kuru ister aşağı isterse yukarı gitsin ciddi bir ekonomik daralma yaşanacak, siyasi dengeler değişecek. Çözümü yeni bir erken seçimde aramak dışında çıkış bulunamayacak. Tedbirli olun, kemerleri bağlayın demek dışında bir tavsiye de bulunamıyoruz. Son dört yılda daha başka bir ekin yapılsa idi sonuç daha farklı olabilirdi... Fakat artık çok geç!