Doç. Dr. ASUMAN ALTAY

Türkiye'de Beşeri Sermayenin Karşılaştırmalı Analizi
 
Günümüzde Gelişmiş Ülkeler’in ekonomik sistemleri "Bilgiye Dayalı Ekonomiler" (Knowledge-Based Economy) ya da "Bilginin Yönlendirdiği Ekonomiler" (Knowledge-Driven Economy) olarak isimlendirilmektedir. Baş aktörün "teknolojik yetenek" olduğu bu süreçte bilgiyi üretme, kullanma ve yayma yeteneklerinin geliştirilmesi gerekmektedir.
 
Günümüzde "teknolojik yetenek, uluslararası rekabet gücünün, ekonomik büyümenin ve toplumsal refahın en önemli belirleyicileri durumundadır. Eğitim, sözü edilen bu süreçte bilgi üretmenin, dağıtmanın ve kullanmanın en etkili aracıdır. Eğitim, toplumların ekonomik ve sosyal gelişimlerinde etkili olan en önemli itici faktörlerden biridir. Eğitim düzeyinin yükseltilmesi; kaynakların etkin kullanımını sağlayarak verimliliğin artırılmasını, orta ve uzun dönemde gelirin daha adildağıtılmasını, bölgesel kalkınmayı gerçekleştirecek kalıcı çözümlere ulaşılmasını, istihdamın artırılmasını ve tarım, sanayi, hizmetler sektörlerinin gelişmesini sağlayacak dolaysız ve dolaylı etkiler yaratır.
Günümüzde ağırlıklı bir literatüre ve öneme sahip olan beşeri sermaye teorisi 1960’lı yıllardan bu güne değin teorik ve pratik ve uygulama koşulları oluşturulan yoğun bir sürece sahip olmuştur. Temelde beşeri sermaye teorisinin, üretimin fiziki sermaye ile açıklanamayan kısmını tamamlamaya yöneldiğini söyleyebiliriz. Eğitimin, diğer sermaye unsurları arasında ki belirleyici ve kilit rol oynayan bir unsur olduğu genel kabul görmektedir.
Özellikle kamu ekonomisi açısından eğitim pozitif dışsallığı olan ve toplumsal ayrımcılığa ve fırsat eşitsizliğine yol açan bireysel ve grupsal olumsuzlukları en aza indirmekte ve gidermekte etkin bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir ülkede eğitime ayrılan kaynakların hesaplanması, diğer deyişle bireysel ve toplumsal düzeyde parasal bedelinin hesaplanması ülkenin makro seviyede mali gücünün önemli bir ölçüsüdür. Bununla birlikte, bu gücün niteliği ve eğitim etkinliği konusunda maliyetinin hesaplanması çok yeterli değildir.
Ancak, maliyet hesabının, bir bakıma devlet, aile (hanehalkı) ve firma açısından eğitime yönlendirilecek kıt kaynakların en iyi (optimal) düzeyde kullanılmalarını ve en faydalı şekilde dağıtılmasını sağlama amaçlarına hizmet etmesi açısından çok önemli olduğu belirtilmelidir. Eğitim, ayrıca beşeri sermayeye yaptığı katkılar açısından ekonomik büyüme için vazgeçilemez bir kaynaktır. Günümüzde geleneksel "okur-yazar"lığın yerini "bilgi okur-yazar"lığı almıştır.
Bu bağlamda temel eğitim, orta öğretim yanında bilimsel bilgi üreten ve bunları topluma dağıtma fonksiyonlarını gören Yükseköğretim Kurumları çok önemli hale gelmektedir. Yüksek öğretim ile ekonominin verimliliğinin ve etkinliğinin de artırılması amaçlanır."eğitimde verimlilik", eğitime ayrılan kaynakların optimal kullanımı ile gerçekleştirilir. Kaynakların bu anlamda optimal kullanımı ise, eğitimdeki kaynakların ve ortamın yetişenler ve toplum için en yüksek faydayı sağlamasıdır. Bunun yanında, eğitim dönemi sona eren kişilerin elde ettikleri eğitimi, yaşamları boyunca toplum ve bireysel yarar açısından yerinde ve maksimum şekilde değerlendirmeleri demektir.
Birçok gelişmekte olan ülkeler beşeri sermayenin hızlı ekonomik büyümedeki önemini kavradığı için özellikle eğitim yatırımlarını giderek arttırmaktadır. İnsanların niteliklerinin geliştirilmesi ve bilgi-iletişim teknolojilerinden giderek daha fazla yararlanmaları için önemli ve maliyetli yatırımlar yapmaktadırlar. Kaynakların yetersiz ve kıt olduğu bu ülkeler için sözü edilen yatırımların yüksek maliyetleri nedeniyle en azından kısa vadede ciddi toplumsal refah kayıtlarına yol açması muhtemeldir. Uzun dönemde beklenen getirilerin elde edilmesiyle bugün katlanılan maliyetlerin ve refah kayıplarının giderilebileceği düşünülmektedir.
Ancak beyin göçünün artması bu beklentilerin gerçekleşememesi ve toplumsal refah kayıplarının kompense edilememesi anlamına gelir. Bu yüzden beşeri sermaye odaklı "yeni büyüme teorileri"nde mutlaka "beyin göçü"nün ele alınması gerekmektedir Ayrıca uluslararası düzeyde göç alan ve göç veren ülkelerin ortak politika geliştirmeleri ve bunun için küresel üst kurulların oluşturulması gerekebilir.
Türkiye’de 2000 yılı itibarıyla nüfusun yüzde 13’ü okuma-yazma bilmezken AB ve Uluslararası Kalkınma Örgütü (OECD) ülkelerinin çoğunluğunda okumaz-yazmaz sorunu bulunmamaktadır. AB ve çoğu OECD ülkesinde nüfus artış hızının çok düşük olması nedeniyle öğrenci artışı olmadığı ve eğitimin niteliği esasen yüksek olduğu halde yine de eğitime ayrılan kaynaklar artmaya devam etmektedir.
Türkiye’de ise hızlı nüfus artışı ve nüfusun yarısından çoğunu oluşturan genç nüfus karşısında bu oranlarda artış olması beklenirken bazı yıllarda düşme gözlenmesi, eğitime gereken önemin verilmediğini ve eğitimde önemli boyutlarda kaynak gereksiniminin olduğunu göstermektedir. Çünkü genç nüfus demek, her tür ve düzeyde daha çok eğitim istemi demektir. 2004 Yılı Beşeri Gelişme RaporundaTürkiye, İnsani Gelişme Endeksi’ne göre 177 ülke arasında BİT alanında 96. sıradan 88.’nci sırayayükselmiştir. Birinci ise önceki yıl olduğu gibi yine Norveç olmuştur. Raporda bulunan verilere bakıldığında, Türkiye`deki insani gelişim açısından iki önemli konu dikkat çekmektedir. Bunlardan biri "iller ve bölgeler arasındaki dengesizlikler" iken, bir diğeri "kadın-erkek arasındaki eşitsizliklerdir" dir. Sözü esilen bu dengesizliklerin BİT ile giderilebileceği raporda ifade edilmektedir.
Türkiye için ortalama yaşam süresi 69,0 yıl, okur-yazarlık oranı % 83,2 okullaşma oranı % 61 ve ortalama gelir ise 6350 Amerikan Doları olup bu verilerden elde edilen endeks değeri 0,728’dir. Bu endeks değeri orta beşeri kalkınma düzeyini ifade etmektedir.
Günümüzde teknolojiyi meydana getirmenin veteknoloji kullanımının insan faktörüne bağlı olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda insan gücü faktörünün gelişimi ve verimliliği fiziki sermayenin etkin oluşturulmasını ve kullanılmasını sağlayacak hemen hemen tek unsurdur. Nitekimaz ge-lişmiş ülkelerde görülen,
-düşük okuma-yazma oranı,
-plansız nüfus artışı,
-gelir dağılımındaki bozukluğa bağlı gelişen kötü beslenme ve kötü barınma koşulları,
-yüksek orandaki iş kazaları,
-verim düşüklüğü ve
teknoloji üretememe ve teknolojik gelişmeleri takip edememe gibi problemler bu ülkelerde beşeri sermayeye ilişkin altyapının niçin geliştirilmesi gerektiğini de açıklar.
Ülkemizde de bu konuda birçok gelişme yaşanmaktadır. Bu amaçla,1989 yılında MEB bilgisayar destekli eğitim projesi başlatmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) nezninde bulunan Bilgi İşlem Dairesi 1992’de Bilgisayar Eğitimi ve Hizmetler Genel Müdürlüğü (BİLGEM) adı ile yeniden yapılandırılmıştır. 1990’lı yıllardan bugüne kadar geçen sürede binlerce öğretmen bilgisayar eğitimine tabi tutularak, yine binlerce öğrencinin bilgisayar destekli eğitimden yararlanmışlardır.
Türkiye’de internet kullanımı 1993 yılından itibaren mümkün olmuştur. 1991’de ODTÜ-TÜBİTAK işbirliği ile DPT projesi olarak internet çalışmalarına başlanmıştır. 1994 yılında üniversitelerin yanında özel sektör tarafından da internet kullanılmaya başlanmıştır.
Ülkemizde hane (13 milyon), işyeri (1 milyon), kamu birimleri (70 bin), okullar (76 bin) bazında bakıldığında internet kullanımı yüzde 5 düzeyindedir. İnternet kullanıcı sayısının 2005 yılı sonunda 16 milyonu aşacağı beklenmektedir.
Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından yapılan 2002 ve 2003 Hane Halkı Bütçe Anket sonuçlarına göre, tüm hanelerin % 9.98`inde kişisel bilgisayar, % 53.64`ünde cep/araç telefonu % 92.19`unda televizyon olduğu vehanelerin % 5.86`sının kişisel bilgisayar ile, % 2.08`inin cep/araç telefonu ile İnternete erişim imkanına sahip olduğu tespit edilmiştir. Günümüzde Ar-Ge Harcamaları/gayri safi yurt içi hasıla oranı gelişmiş ülkelerde ortalama %1,5-2 kadarken, gelişen ülkelerde genellikle %0,5’in altındadır. Dünyadaki Ar-Ge harcamaları toplamının yaklaşık %95’ini gelişmiş ülkeler, %5’ini gelişen ülkeler yapmaktadır.
Bu harcamaların büyük bir kısmını gelişmiş ülkelerde özel sektör, gelişen ülkelerde genellikle kamu sektörü finanse etmektedir.Bilişim sektöründe ARGE yeteneğini artırabilmek, geneldeki ARGE yeteneğimizi artırabilmemiz ile doğrudan ilintilidir. Tüm üretim sektörlerinde ARGE kültürünün yayılması