AB GÜNDEMİ Dr. Bahadır KALEAĞASI
TÜSİAD Uluslararası Koordinatörü
AB NEREYE? TÜRKİYE NEREYE? Avrupa’da Hedef ve Gerçek
 
AVRUPA BİR KONFEDERASYONUN ÖTESİNDE BİR SİYASAL BİRLİK. FAKAT HENÜZ BİR FEDERASYON DEĞİL.
Forum İstanbul’un 2005 zirvesinde Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Klaus Avrupa’nın daha fazla federasyon olmaması gerektiği görüşünü savundu. Genişlemeden sorumlu AB Komiseri Olli Rehn ise, Avrupa’da giderek hem daha geniş, hem de daha derin bir birlik olacağına inandığını söyledi. Avrupa’daki gelişmeler, AB’ye üyelik yolunda ilerleyen Türkiye’nin geleceğini doğrudan ilgilendiriyor Bundan sonra nasıl bir yeni AB şekillenebilir? Hangi senaryolar öngörülebilir? Federasyon olmak veya olmamak ne anlama geliyor?

Federasyon ülküsü
Avrupa’da federasyon ülküsü, Avrupa bütünleşme sürecinin en başından itibaren gündemdeydi: "Avrupa Federasyonu hedefine doğru sağlam bir temel atmak ve ilk aşamaya geçmek". Avrupa Kömür ve Çelik Birliği hakkındaki bu açıklamanın yılı 1950, sahibi Robert Schuman. Fransa Dış- işleri Bakanı. Brüksel’de Avrupa semtinin merkezindeki meydana ismi verilmiş olan, AB’nin kurucu babalarından.
O zamanki federalistler için Amerika Birleşik Devletleri modeli önemli bir referanstı. Ulusüstü bir devlet kurmak için egemenlik alanının içini en belirleyici yetkilerle donatmak düşüncesindeydiler: ortak pazar, para, ekonomik politikalar, dış politika ve ordu.

Federasyon göstergeleri
Avrupa Birliği henüz bir Avrupa devleti değil. Uluslararası bir örgüt de değil. İkisinin arasında bir yapı. Bu federasyon ile konfederasyon arasındaki ara dereceleri belirleyen etkenler şunlar:
1. AB müktesebatı: Kurucu antlaşmalar, AB mevzuatı, Adalet Divanı içtihadı ve uluslararası anlaşmalardan oluşan müktesebat üye ülkelerin ulusal yasalarına üstün.
2. Kurumlar: Avrupa Parlamentosu, Komisyon, Bakanlar Konseyi, Adalet Divanı, Sayıştay. Euro alanına dahil olanlar için ayrıca Avrupa Merkez Bankası. AB kurumları güçlendikçe ulusal yetki alanları daralıyor. Bu durum ulusal egemenlikten feragat değil. Daha önce münhasıran ulusal düzeyde kullanılan yetkileri, ortak bir egemenlik alanına aktarmak anlamına geliyor. Bu bir evrim. Gerekçesi, sınırlar ötesi sorunlar karşısında ülkelerin ortak bir güç olarak hareket etme gereksinimi.
3. Yasama sistemi: Çoğu alanda Bakanlar Konseyi ve Avrupa Parlamentosu "ortak karar" mekanizması içinde yasama yetkisini paylaşıyor. Konsey üye ülkelerin bakanlarından oluşuyor. Sayısı giderek artan alanda, üye ülkelerin veto yetkisi yok. Kural, oybirliği yerine nitelikli oyçokluğu. Ülkeler büyüklüklerine göre değişik ağırlıkta oy sahibiler.
4. Yetkiler: Bazı yetki alanlarında oybirliği gerekmiyor. Dolayısı ile federal, yani ulusüstü nitelikteler. Örneğin tek pazar ve tek para. Ayrıca, dış ticaret, rekabet, tarım, ulaştırma ... Bazı yetki alanları ise, esas olarak üye devletler arası işbirliği kapsamında yani konfederal bir yapıda.Her üyenin veto yetkisi var: dışişleri, içişleri, savunma, vergi, bütçe, ...
5. Bütçe: AB’nin kendine ait bir bütçesi var. Fakat sonuçta üye ülkelerin toplam ulusal gelirlerinin yüzde birine indirgenmiş bir miktar söz konusu. Yetkileri kullanmada belirleyici olan mali araçların kısıtlılığı, AB’nin ulusüstü egemenliğinin sınırlarının bir göstergesi.

Adım adım ilerleme
Gündemdeki AB Anayasası taslağı, bir federasyon nüvesi olan bu yapının tüm etkenlerini güçlendiriyor. Sistemi göreceli olarak yalınlaştırıyor. Demokrasiyi daha etkin bir şekilde ulusal düzeyden, kararların doğaları gereği gerçek adresi olan AB düzeyine taşıyor. Çok iyi bir anayasal metin değil. Fakat üye ülkeler, uzlaşmalar sonucunda ancak bu kadarını başarabildiler. Anayasa tüm üye ülkeler tarafından onaylanacak veya AB süreci kurumsal bir krize girecek. Geçmişte de buna benzer dönemler yaşandı.
Başından beri var olan federalist ülkünün yanı sıra, işlevselci bir metodoloji de dikkatle uygulandı. Yöntemsel olarak, bir çırpıda bir Avrupa Federasyonu kurmak yerine, adım adım ilerleyecek bir süreç benimsendi. Önce II. Dünya Savaşı sonrası dönemin en önemli ekonomik üretim ve istihdam sektörleri olan kömür ve demir-çelik sanayilerini birleştiren bir topluluk kuruldu. Bu sanayiler, aynı zamanda savaş sanayinin temeliydiler. Coğrafi olarak da Almanya, Fransa, Benelüks ve İtalya arasındaki sınır alanlarında yoğunlaşıyorlardı.
Hemen sonra kurulmak istenen Avrupa Savunma Topluluğu, 1954’te Fransa Senatosu’nun reddi üzerine suya düştü. Bir süre sonra, 1957’de bu başarısızlık Avrupa Ekonomik Topluluğu ile aşıldı. Olabildiğince pragmatik bütünleşme adımları ile 2000’li yıllara ulaşıldı. Üye ülkeler bir taraftan federasyon hedefini canlı tutarken, diğer taraftan da uluslararası ortamın dayattığı gerçekleri dikkate aldılar. Avrupa’da güç birliği yapısı içinde, ulusal çıkarlarını ve pazarlık alanlarını koruma içgüdüsü ile hareket ettiler. Federasyon kavramı bir Alman, Belçikalı, İngiliz veya Fransız için çok farklı anlamlar içermeye devam etti bu arada.
Bundan sonra ne olabilir? Anayasa onaylanmaz ise, yenilenerek tekrar referandumlara sunulabilir. Veya bir süre beklenir. Bu arada AB son düzenlemelerin yapıldığı Nice Antlaşması temelinde işlemeye devam eder. Belki de mevcut antlaşmalarda yer alan bir sistem gündeme gelir: güçlendirilmiş işbirliği.

Türkiye etkilenir mi?
Anayasanın Fransa veya İngiltere’de referandumda reddedilmesi durumunda, bir çok siyasal gözlemci ve uluslararası mali kuruluş Türkiye’nin nasıl etkileneceği üzerine öngörülerde bulunuyor. Etki-tepki ölçmesi zor bir konu. Bir görüşe göre, AB krizde ise, genişleme süreci tökezler, Türkiye’ye yönelik yabancı sermaye ilgisi ve iç piyasanın güveni zedelenebilir. AB kamuoyunun anayasa taslağına tepkisinin ardında ekonomik büyüme sıkıntılarının türevi olan işsizlik, işsiz kalma kaygısı, göçmen korkusu ve siyasal merkeze karşı güvesizlik gibi etkenler var. Bu bağlamda, Türkiye etkeni de olağanın çok üzerinde bir derecede devreye giriyor.
Aslında kısa vadede Türkiye üzerinde bu durumun somut bir etkisi olmaması gerek. Türkiye’nin önündeki zaman dilimi ile AB’nin anayasa krizinin vadesi farklı. Bu nedenle, AB’nin kurumsal yönelim olasılıklarını ve bunlara göre Türkiye’nin konumunu 2015 perspektifinde sorgulamakta yarar var.

AB Senaryoları ve Türkiye
1.Kaos. Türkiye’nin tam üyelik menzilinde olacağı 2010- 2014 yıllarında AB halen bir kurumsal kaos ve siyasal kriz içinde ise, ve dolayısı ile halen ekonomik büyüme sancılarından muzdarip ise, en olumsuz senaryo oluşmaktadır. Bu durumda aday ülkeler için olduğu gibi, mevcut üyeleri içinde cazibe merkezi olmaktan çıkmış bir AB söz konusu demektir.
2.Federasyon. Bu senaryo anayasa taslağının onaylanması sonrasında, işlevselci evrimin devamı ile olası. Bir sonraki aşamada, 25-30 ülkeli bir Avrupa Birleşik Devletleri kurulur. Eğer anayasa onaylanmaz ise, hemen sonra olası bir ekonomik büyüme ortamında ikinci bir girişimle de bu noktaya ulaşılabilinir. Küresel gelişmeler de, bu yönde tetikleyici bir rol oynayabilir. Zor bir olasılık, fakat er veya geç Avrupa uygarlığı bu aşamaya gelebilir. Bu senaryoda yeni üyelikler zorlaşır. Kendi içinde daha fazla bütünleşmiş bir birliğe katılım daha fazla zaman alır. Fakat Türkiye zorlansa da, halkını yüksek standartlar ve koşullara taşıyan dinamik bir ülke olma hedefinin çekim gücü ile başarılı olacaktır. Bu durumda Türkiye’nin nüfusu büyük bir ülke olmasından kaynaklanan bazı AB kaynaklı kaygılar, federal mantıkta geçerliliğini yitirir.
3.Konfederasyon. Bugünkü AB’nin bazı ayarlamalarla desteklenerek kurumsal istikrara kavuşmuş hali. Daha ileri gitmeden ve tek pazar olgusunu önplana çıkartan bir ekonomik blok. Artık kıtasal bir proje olarak, AB’nin taşıyabileceği en ileri birlik derecesi. Böyle bir AB’ye Türkiye’nin üyeliği, halen işlemekte olan sürecin doğal sonucu olur.
4.Değişken geometri. Antlaşmalara göre bazı ülkeler, diğerinin de onayı varsa, "güçlendirilmiş işbirliği" kurabilir. Avrupa’da farklı derecelerde birlik halkaları oluşabilir. Bugünkü Benelüks’ün Almanya, Fransa ve belki İtalya ve İsp